28 Şubat 2010 Pazar

Radyodan Spor Yayını Takip Etmek Üzerine


Sporla hiç ilgilenmiyorum, oturduğum sandalye yüzünden domuza dönüşüp, bazılarından daha eşit olacağım. Tamam gerçekten çok kötüydü kabul ediyorum. George Orwell'e gönderme yapınca insan haklı bile olsa haksız duruma düşebiliyor.

1984'ün filmini izleyip de henüz Brazil'i izlememiş olan varsa, izlesin bu arada. Nedense birbirlerini görsel olarak tamamlar nitelikte gibi geliyorlar. Brazil'de biraz simge işine girilip filmi mahveden yerler olmuş, ama Robert de Niro'nun apartman yöneticisi tipli halini görmek için bile izlenebilir. Gerçi "ay aklıma nereden geldi bu?" gibi cümleler kurup, nasıl da dün gece izlemediğimi kanıtlamaya çalışıyordum kafamdan. Ama sinsilik yapmayacağım, izleyeli uzun süre oldu, hayır dün gece izlesem ne olacaktı ki? Neyse yine de dün gece izlemedim.

Zaten Terry Gilliam abimiz, Monty Python'da arkadan koşup elindeki kabuklarla nal sesi çıkarması olsun, ya da hem Twelve Monkeys'in hem de Fear and Loathing in Las Vegas filmlerinin yönetmenliği olsun gönlümüzde yerini etmiş durumda. Brazil'de onun işte, hatta bu daktilolarda ya da bazı araçlarda görülen steampunk ortamı bile filmi çok keyifli kılıyor.

Neyse, bu spor meselesine geliyorum, sanırım benim için sporun en önemli yanı radyodan futbol maçı dinlemek olabilir. Hiç tat almadığım bir şey maç izlemek, spor müsabakalarını takip etmek. Ha gelip de size "Ay 90 dakika boyunca 22 tane kocaman adam bi topun peşinden koşuyo, ne saçma!" falan demiyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, sporu zaten böyle eleştiren kişi de zaten ancak benim kadar anlıyordur, ama en azından ben bu konuda böyle gerizekalı yorumlar yapmamaya çalışıyorum.

Televizyonda maç izlediğim zamanlar "Bir şekilde stereo ses kaydı alınsa da taraftarların sesini kısabilsem." diye düşünürken, radyoda mutlaka ambiyansı sağlayan etken taraftarlar.

Hatta durun, seyircisiz oynanan bir maçın radyodan yayınlandığına denk geldiniz mi siz? Televizyonda izlerken sadece "ztapp, faph CEMAAAAL ORAYAAA" seslerini duyunca bile biraz garip geliyor, radyodan seyircisiz maçı dinlemek teybin kafasını temizleyen kasetlerden birini takmak gibi bir şey olsa gerek. Ben hiç radyoda denk gelmedim bilmiyorum.

Neyse, spor meselesinden beni hiç heyecanlandırmadığından bahsedecektim. Hiçbir spor takımını doğru düzgün tutmadım. Bu yüzden müzik gruplarını da tutmuyorum,(hah ben de nereye bağlasam da şu iyice sıvadığım spor meselesinden uzaklaşsam diye düşünüyordum ki, buralar iyiymiş. Hadi bakalım nereye bağlanacak.) Yani demem o ki, gelip de biri bana "Bu ne lan? Kraftwerk mü, ciyuvciyuvv yarak gibiymiş." derse, Kraftwerk'i savunmam. Koskoca adamlar, laf söyleyen arkadaş gidip Ralf ve Fritz abilerimize mail atsın, ne derse desin. Ha ama albümleri savunma ya da yerme konusunda tartışmaya girerim. Mesela bundan önce tahminimce 6 kere bu blog'da bahsettiğim kadarıyla The Wall leş gibi bir albümdür ve bunun "20.yüzyıl'ın modern bir yabancılaşma temasıyla eleştirilmesi!" gibi yorumlar getirenle tartışmaya bile girmem. Adam 20 tane şarkıyı yazıp bitiriyor, ondan sonra temayı ne tercih etmişse onun üstüne söz yazıyor. Gelip de "işte şarkının burada duraklaması bence okulda yediği dayakların nasıl da eğitimden uzaklaşmasına sebep olduğundan bahsediyor." gibi yorumlar ortaya çıkıyor işte onlar büyük tatava.

Neyse, bu şekilde spor meselesinden iç bayan birkaç cümle kurup kafa karıştırma taktikleriyle uzaklaşmış oldum. Birkaç gündür düşündüğüm diğer bir konuda Atatürk'lü filmler hakkında. Geceleri yatmadan önce Bebek İsa'ya dua eder oldum: "Off Bebek İsa'cığım yap bir güzellik de, tipi Atatürk'e benzeyen birileri doğsun." diye. Rutkay Aziz ulan, Rutkay Aziz oynadı be, bizim oralarda çingeneler, saçlarının bir yarısına sarı sprey boya sıkıp geziyorlar. İşte aynen o sarı renkteydi saçları, aklımdan bir onu bir de Seval Irmak'ın saçlarını metalik maviye boyamasını atamıyorum travmatik deneyimler oluşturdu. Yahu, makyaj meselesi o kadar gelişti, Cumhuriyet/Kurtuluş ikilisinin çekildiği dönemden beri zerre değişim yok. Benzetemiyorsan çekme lütfen, ya da mesela benzemiyorsa Muhammed'li filmlerdeki gibi bir ışık saçılsın yüzünü görmeyelim, hem bu bazı insanları daha çok sevindirecektir. Hay Allah'ım yine cümlenin sonuna doğru siyasal mesaj verir gibi olmuşum. Onu sallayın da, ciddi söylüyorum birilerinin böyle filmlerde benzemesi gerekiyor artık, koca bir nesil Rutkay Aziz'in Zeybek oynamasını izleyerek büyüdü. Şimdi onların arasından çok iyi yerlerde olabilecek insanlar, bir o zeybek yüzünden bir de o dönemde izledikleri Show TV jenerikleri yüzünden gerizekalı oldu, uyuşturucu bağımlısı vesaire oldu.

Gelin elele verelim, bu zulme bir dur diyelim!

Demem!

Burada sürekli kampanya yapıyoruz kimsenin salladığı yok, Şimdi bulamıyorum da, tahminimce dejeneratör'de bunun bir kolajı yapılmıştı, orada Nurseli İdiz de vardı. Onun tabii o moddaki davranışlarını bilemiyorum ama şimdi o fotoğrafın arka planını düşününce bile Müjde Çorap reklamları aklıma geliyor zaten.

Özetin özeti: biz böyle oldukça daha çoook başımız ağırır.(Hem Abbas Güçlü, hem de Levent Kırca'ya buradan selamlarımı yolluyorum. Özellikle geçen gün Müjdat Gezen ve Levent Kırca'yı bir programda gördüm, hemen :((( ifademi takındım. Hani bazı arkadaş gruplarının aptal elemanı olur, kendi yaptığı kötü esprilere güler onun da yardakçısı vardır bozulmasın diye güler ya. Aynı o durumu sezdim Levo ve Müjdo da. Neyy Müjdo mu? Bershka ayarında bir mağaza aklıma geldi aniden. Artık sevimsiz oldu Müjdat Gezen, zaten eski komikler Türkiye'de çirkefleşmeye başlıyorlar. İşte o zeki ve metin'in kır saçlı ve daha az şişman olanının ismine tam karar veremem ama o öyle oldu. Aynı şekil Müjdat Gezen öyle. Levent Kırca politikaya atılıp Üsküdar'dan Belediye Başkanı Adayı oldu. Delirdiler mi anasını satıyım. Levent Kırca Üsküdar Belediye Başkanı olsa ne olacaktı? "Eeee çöpleri sokağa atarsanız, siz hiiiiç kurtulamazsınız." gibi posterler mi asılacaktı. Adamla da uğraşmayayım daha fazla, bir daha da şu andan sonra, hiçbir yazımda ondan bahsetmiyorum. Bir de "Darbukatör Baryam"ı hala takdir ederim onu söyleyeyim. Yazıyı bitirmeden şunu da belirteyim, herhangi bir Roman vatandaşımızla karşılaşmamış, onlarla doğru düzgün diyaloğu olmamış, zemin etüdü olmayan şahısların burunlarını tıkayıp "Abe naparsın?" gibisinden Çingene taklidi yapmasından öyle nefret ediyorum ki. Onları kaybolan değerlerimizden biri olan ayıcılık mesleğinin eğitim bölümündeki kızgın közün üzerine bırakıp "abe" dedikçe tef çalmak istiyorum. Buradan Çingene taklidi yapan, ama bu konuda tek bilgisi Cennet Mahallesi olan insanlara bir şey söylemek istiyorum:"Lütfen yapmayın, ne kadar antipatik olduğunuzu tahmin bile edemezsiniz.")

P.S: Ya hu ben ne zaman kıyma makinesi görsem şaşırdığımı fark ettim. Yüzyılın icadı gibi lan, İnternet olmasa mesela kıyma makinesi olsa bana uyar. İlk kez bir kıyma makinesinin tepesinden baktığımda işleyişine hayran kalmıştım. Kasaplık mesleğini karizmatik kılan ikinci etken. Birincisi tabii ki, kasabın asıl sahibi Amca'nın arkadaki siyah beyaz ince bıyıklı resmi. Ölüm çeker!

1 yorum:

Aylin Balboa dedi ki...

Kıyma makinesiyle ilgili kısma yürekten katılıyorum. Bu, başka yerlere katılmadığım anlamına gelmemeli elbette. Gayet katışık durumdayım. Böyle.

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN