28 Aralık 2010 Salı

Lipstick Traces Üzerine


Resmi ben yapmadım, ucuz goth'lukta tavan yapmış. Bunu çizenin en sevdiği yönetmen Tim Burton ve en sevdiği film şalalalal Christmas değilse samimi söylüyorum, bilek kesmeli kanlı youtube videosu hazırlayıp, arkaya da Güllü'den Ağlamam Ondan'ı koyacağım. Birkaç tane şey yazdım ama yayınlamadım, onları sonra yayınlarım,böylece Geleceğe Dönüşteki gibi garip bir zaman anlayışına geçmiş oluruz.(Bir Donnie Darko değil, zamanın mahvolması konusunda doğal olarak)Sanıyorum ki, Lineer olmayan zaman anlayışını insana daha 6 yaşlarındayken verebilecek tek film Geleceğe Dönüş olabilir. Marty'nin alternatif zamana gidip de annesinin silikonlu ve Beef'in karısı olarak görmüş halini bazen kabus olarak görmüşlğüm var. Doğrudan Beef'le evlenmiş olarak hem de, biraz kasılırsa Ödipal bir şeyler çıkacak o yüzden "anaya laf yok, anaya laf yok" yazıp bu konuyu geçiştirmeye çalışıyorum şu an.

Bakın hatta şimdi güçlü bir duygu ortaklığı kurup az önceki cümleleri unutturmaya çalışacağım, bu meselenin benzerine Naomi Klein'ın Şok Doktrini kitabında da rastlayabiliyoruz.(zaten paragraf ayırarak yapısal olarak bozdum bile.) Yıl 2010 oldu hala uçan kaykay piyasada yok!ünlembir1! Çok basit ya, çok basit. Bütün yolları mıknatıs kaplayacağız, sonra da uçan kaykayın altına aynı kutuptan mıknatısları yapııştıracağız. Bu kadar. Bunu yapamayan zihniyeti kınıyorum. Çok mu zor? I have a dream! Ayrıca I have a dream demişken sadece ben mi bu ahlaksızlığı yapıyorum bilmiyorum ama Martin Luther King Jr.'ın adını kısaltma olarak MLK yazdıkları zaman Melek, ya da Malak diye içimden okuyorum. Asla düzeltemeyeceğim bir şey, tıpkı enseyle alnı günlük konuşmada karıştırmam gibi. Düşününce ikisinin de alakası yok ama hızlı hızlı "are you çekindırılıst" şeklinde sorulduğu an doğrudan karıştırıyorum. Aslında birkaç haftadır şöyle kallavi bir Chuck Lorre'a nefret kusma yazısı yazmak istiyorum, sonuç olarak Two and a Halfman, The Big Bang Theory, Will & Grace gibi şimdiye kadar beni bir kere olsun güldürmeyi başaramamış dizilerin yaratıcısı bu kişinin buna hakkı var bence. Dizilerinin %60'ında gülme efektinden hiçbir şey duyulamadığı için çok güzel hareketler bunlar isimli kolpalığın sahnede gülen oyuncu kalitesizliğinde geçiyor zaten. Saplantılı karakterlere eloğlunun "catchphrase"(eloğlundan kastım kadim dostum Britanyalılar olur yani, o kadar da uzak değil, bir Manş Tüneli ötede) dediği şeyleri 400 bölüm boyunca tekrar ettirmek -kapıyı çalarken ismi söyleyip tekrar tekrar kapıya vurmak, two and a halfman'de sürekli laf sokan temizlikçi- gibi şeylerin en son 1990'ların başında komikliğini yitirdiğini düşünüyorum. Tek bir istisna Cosmo Kramer'ın kapıdan girmesi olabilir. Ama zaten Seinfeld gülme efekti olup da komik olabilen tek dizi olduğu için onu ayrı yere koyuyorum. Yaptığı tüm işler için şuna benzer bir şey hissediyorum:


Ayrıca bazı The Big Bang Theory fanlarının "bak göndermeleri anlıyorum ehehe" davranışları inanılmaz sinir bozucu bir şey olduğu için, kafalarına Gerçek Kesit'in(ya da Fıkralarla Türkiye)(Nasiiii!!! Vışşşş!! Neyyy!!!) tüm sezonlarının DVD setlerini atmak istiyorum. Sonuç olarak beğeneni izleyeni olan bu Chuck Lorre yapımı dizinin yarak gibi olduğuna kanaat getirdiğim için youtube'da videoları görünce "report abuse"a basarak kurtuluyorum genellikle. Ya böyle saçmasapan şeyleri geçelim, o değil de The Clash'in Sandinista albümünü dinliyorum, pek büyük bir The Clash hayranı değilim, beğenmediğim için değil, alışamadığım için dinlemiyorum. Yoksa Guns of Brixton gibi şarkılarına bayılıyor, söylüyor, ve ağızla "dömdöm diyuf diu" diyerek enstrümanlarını da taklit ediyorum. Neyse, şeye geleceğim elemanlar 6 pounddan fazla albüm satmamak için şarkıların telif haklarından vazgeçiyorlar ve piyasaya 5.99'a 3lplik albüm satıyorlar. Nasıl fiyatı böyle kurtarabilmişler anlamıyorum satarken "Abla bize gelişi bu! Ben kendi çocuğuma evde dinletiyorum bu albümü!" falan diye bir pazarlama yöntemi benimsemiş de olabilir bir yerde. Belki de punk etiği tabii, Greil Marcus'a sormak lazım eheh. Alın güzel şarkı


17 Aralık 2010 Cuma

Dev Anketin Sonuçları Üzerine


2010 yılında yaptığım iki dev anketten biri olan "Geceleri çorapla mı uyuyorsunuz?" , birkaç gün önce sonuçlandı. 13 kişinin katıldığı bu anket bûloğun en son "En iyi James Bond kimdir?" anketinden beri takip eden insan sayısında zerre artış olmadığını kanıtlarcasına tokat gibi yüzüme vurdu. Zaten geçen sefer de 13 oy vardı ama 8'ini falan ben vermiştim. Bu sefer tarafsız bir anket oldu. Katılanları demografik olarak ayırdığım zaman yaş grubunun 16-65 arasında değiştini görüyorum, genellikle erkekler ve kadınların katıl... ay bu tip şakaları şey yapamayacağım şimdi.

Neyse, çorapsız uyuyanlar çoğunluktaymış. O zaman yatağın içindeyken çorabın ayaktan çıktığı andaki özgürleştirici deneyimi bilirler. Böyle nasıl desem ayağın yorgana ilk değişinde "et ete değecek arkadaş, et ete değecek" diyerek coşuyorum. Böyle anlatınca yorganla sevişiyormuşum gibi durdu, şu dünya üzerinde Berlin Duvarı'yla evlenmiş kadın varken, benim yorganla sevişmeme laf söylenmesi hiç hoş değil bence, yukarıdaki fotoğrafta da Eiffel Kulesi'yle evlenmiş benim kumalarımdan birini görüyorsunuz.

Zaten çorapla yatınca cinler geliyormuş ha-ha, yani ben tabii bilemem.(yaz geceleri mahallede korku öyküsü anlatan çocuğun, öykü bitirdikten sonra gizem skill'ine +4 koyan bir cümledir aynı zamanda. "Abi tabii keçikız böyleymiş, bilemem tabii." Be amınakoduğum pisi senin yüzünden ben eve her gece depar atarak dönüp, apartman ışığının süresinin kısalığı vesilesiyle zamanın göreliliğini öğrendim. Vay efendim, Keçikız'ı tarlada bilmemne yapıyor da, ondan sonra eve yarısı keçi, yarısı insan bebek bırakıyor. Zaten bu bi kere şu an adını hatırlayamadığım ama muhtemelen "Bamsı Beyrek Oğlu Bumin Kağan Nasıl Periyi Sikti" gibi bir Dede Korkut öyküsünde işlenmiş bir şey, bana gelip "aga valla ben bilemem doğruymuş diyorlar diye kanıtlamaya çalışıyorsun.) Ortaokulda anlatılan öykülere göre yaşasak zaten her şeye cinler geliyor. Küvet bir atın girebileceğinden daha büyük olursa, cin de sizinle banyo yapıyor falan. Hayır dirhem olsun, arşın olsun bu eski ölçü birimlerini az çok anlayabiliyorum ama bir ölçü birimi olarak "at" pek de ciddiye alınabilecek bir şey değil. Sonuç olarak yarıştırılırken Happy Hour, Mr.Lawyer, Kayapınarlı, Undostres, gibi isimler verilen hayvanlar. Bildiğin haskan İngiliz atına "Gelinağam" isminin verildiği oluyor, hayvana yazık. Bundan daha sekizyüz yıl önce William Wallace'ı taşıyan adama "Abdülçakar" demek de neyin nesi? Bir saniye başka hurafe neler vardı; şey vardı gece tırnak kesince cinler geliyormuş.(burada Gogol'dan "keratin besin değerleri" diye bir şey arattım, acaba tırnakla beslenebilir mi arkadaşlar diye ama bulamadım.) Gece şarkı söyleyince geliyor, ulan manyağa bak. Tamam biz de biliyoruz bazı şarkıcılar crossroads muhabbeti vesilesiyle şeytanla anlaşma yaptıkları martavalını okuyorlar, ancak gece konser verilmesinin sebebi bu değil. Özellikle Bob Dylan- The Freewheelin Bob Dylan albümleri arasındaki dağlar kadar farktan ötürü ve biyografisinde de bahsettiği kadarıyla Dylan da bunun gibi ruhani bir deneyim yaşamış falan da, bıraksınlar yani bu Faust ayaklarını.

Hem zaten semavi dinler bu konuda görüş birliğinde değil diye biliyorum, Hristiyanlar ve Yezidiler falan Şeytan bir melektir diyor(çok farklı bakış açılarıyla tabii ki),[bir de Cradle of Filth de diyor bunu(bu şakayı kendime yaptım ve gülüyorum şu an, kınamayın lütfen)(archangel darkangel lend me thy light! asadasdşlk kıçımın satanic mantrası)], İslam Cin'den falan diyor. Hayır anlamadım bu konuya nereden geldik, az kalsın ciddi fikir belirtecektim yazıda. Aphex Twin dinleyince bir iç dünyaya yöneliş gerçekleşiyor diyeceğim de o da ayrı bir manyak, adamın tankı varmış, tankla geziyormuş diye şeyler duyuyorum. Tabii bu en az Lucky Strike kurulduğunda esrarlı bir tane sigara koyuyormuş pakede söylentisi kadar sahte de olabilir. Çok da önemli değil. Karlheinz Stockhausen'a posta koymuş bir insan sonuç olarak. Zaten sanıyorum ki kendisi belki hiç ilgilenmese bile Iannis Xenakis'le bağlantısını kurmak daha kolay olur. Keza, Xenakis de bildiğim kadarıyla görsel garip notasyonlar kullanıyor falan filan.


14 Aralık 2010 Salı

Goodreads Üzerine


Az önce Bach(Brandenburg Concerti-Nr. 2 in F Major-Allegro) dinleyip, bir yandan da şarabımdan yudumluyordum. Ancak şu olayı gördükten sonra: "Baban kimdi bilemezdin şerefsiz!" falan diyorum huzurum bozuldu. Anaya bacıya küfür etmeyeyim diyorum, ama illaki beni Doğuş kıvamında "bunların sülalesi böyle" dedirtecekler. Yukarı basınca resim büyür galiba, büyümezse çok da fifii şu güzel ahlâkımı şu muhammedüleminliğimi bozmayayım diyorum ama illaki yaptıracaklar bunu.

Yukarıda Goodreads'in en iyi kitaplar listesi var. En iyi 4 kitap Twilight Serisi'nin kitapları sıralama olarak 1-3-4-2. Böyle bir şey yok, eminim bazı forumlarda aynen şu muhabbet geçti "hadi twilight'a oy verip goodreads'de birinci yapıyoruz, %100 çalışıyor!!1bir!" Bu sitede bu kadar mı 11 yaşında insan var diyeceğim, ama geçen sene uçakta bir matematik öğretmeninin de bunları okuduğunu öğrenince şimdi şaşkınlığım biraz daha azaldı. Gerçi matematik öğretmeni olsa ne olacak lan, ne saçma bir şey söyledim. Benim matematik öğretmenlerim alüminyum(aleminyon) tencere kapağıyla masaya vurarak We Will Rock You söylemiş insanlardı zaten. Demiyorum ki, gelsin Stephen Hawking gibi olsun,(fizikçi tamam bravo)(stephen hawking'in çocuk kitapları var bu arada, tekrar takdir ediyorum kendisini helal olsun.) ama ne bileyim şunun şurasında medeni insanlarız yani, Suç ve Ceza'yı bu listede 18. sıraya düşürenlerin, Dosto(a.s) şu an yaşasa kumar borcundan kurtulduğu gibi kiralık katil tutar hepsinin götünü kestirirdi.

Zaten Shawshank Redemption'ı listelerde bir numaraya yükselten bir internet toplumundan bahsediyoruz burada. Shawshank Redemption ne lan!! Godfather'ı nasıl ikinciliğe düşürülür. Ama neden durduk yere sinirleniyorum ki boşuna, bir Casablanca gibi, bir Maltese Falcon gibi filmler görüyorum listelerde, Humphrey Bogart kadar abartılmış bir oyuncu yok yeryüzünde, belki James Stewart, bir boka yaramazlar ya, James Stewart'ı geçenlerde Harvey'de izledim. Senin ben o hayali arkadaşa ortaokul müsameresinde oynar gibi davranışını sikeyim James Stewart!(birgün herhangi birinizle görüşürsek size birebir James Stewart'ın Harvey'deki performansını yapabilirim, en son Anasınıfında tatlı arı'yı oynamış olmama rağmen) Asker olup da Amerikan Halkı'nın o milli birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğu yıllarda oyunculuk yapmasaydı ancak sandalye bacağı falan olurdu, ya da arkada gazete okuyan adam. Kendisi aynı zamanda çok saygıdeğer Hitchcock'un filmlerinin içine sıçmakla da tanındı. Tek iyi performansı belki Rear Window'da, belki ama yani, emin olamıyorum ondan. İnsan ağzında sürekli metal top yuvarlıyormuş gibi konuşur mu lan? Humphrey Bogart'a değinmek bile istemiyorum, zira hepimiz biliyoruz ki kendisi bir kertenkeleydi, yıllarca takım elbise ve trençkot giydirerek normal insan diye yutturmaya çalıştılar.
Hatta Humphrey Bogart'ın yine oynadığı Treasure of the Sierra Madre diye bir film var, orada kendisini kıraathane sahibi olarak izleyebilirsiniz. Evet yeryüzündeki ilk kıraathane sahibi kertenkele kendisi oluyor. Klasik dönem Hollywood'da kim var derseniz, bir saniye düşünmeden Henry Fonda derim, ki kendisinin taşaklarını burada izleyebilirsiniz. Tam 2.06'daki surat ifadesine dikkat!

U JELLY BOGART?

p.s: Tabii ki yeryüzündeki en iyi oyuncu Daniel Day-Lewis, ben sadece klasik dönemden bahsettim. Bunlardan bir sonraki kuşağın da en sevdiğim oyuncusu Paul Newman, yalnız işte bu 30ların sonlarıyla 40ların sonları arasında doğan kuşak çok kazık. Robert de Niro diyebilirim. Bence bu p.s gereksiz oldu. Ama okuyan varsa ne yapabilirim yani, p.s'leri öylesine koyuyorum, anlamı ne? post scriptum mu?
kesin öyledir. durun bakayım bir saniye.

He valla öyleymiş. Hamiş yazamıyorum, Hamiş, İsrailloğullarına gönderilmiş bir peygamber gibi duruyor. Ya da nasıl desem böyle, güneşin doğumu sırasında üstüne tavuk tüyü atarak onu eski westernlerdeki gibi tavuk tüyüyle kaplamak gibi bir his uyandırıyor içimde bu kelime. Yani mesela, "Ben dün hamişledim." diyen biri, güneşi petrole bulayıp tavuk tüyü püskürtmüştür bence. Ya sikerim ne saçmalıyorum tamam bitti.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Arko Traş Sabunu Üzerine

Bu traş sabunu sadece berberlere ve 45 yaş üzerinde çok sert sakallı amcalara satılıyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın getirdiği düzenleme böyle, elden bir şey gelmez. Mesela şimdi gidip almaya kalkışsam biliyorum ki, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın adamları beni sinsice takip edip, sabunu satın aldığım dükkandan çıkarken simsiyah bir GMC(amblem kırmızı olmalı!!1bir!1) vana atıp kaçıracaklar. İşte bu aşağıdakinden, hatta eminim beni takip ederken, donut da yerler, kahrolası federaller!
Hatta, Arko Traş Sabunu Adamı'nın kullandığı traş dalgasının da fotoğrafını koyayım, nasıl olsa onu da 45 yaşına kadar sadece vitrinlerde ve çeyiz bohçalarında açılan traş takımlarında görebilirim. Zaten o kutulardan olsa bir tane, ah ulan o aynalı çeyiz takımına bitiyorum. Ben o aynalı kutuların hiç kaloriferli evde kullanıldığına tanık olmadım. Yatak odası kışın buz gibi olan sobalı evlerdeki yeni evlenmiş gençlerin çeyizlerinde oluyor sadece o, aynalı "Erkek Özel Bakım Seti" Bir toplumsal çıkarımın daha sonuna böylece sonuna geldik sevgili okurlar. MIT'de falan okuyorsanız eğer gidip Noam Chomsky'ye, "Bırak wikileaksi falan da, aga sen bu aynalı traş takımlarının belli gelir kesiminin çeyizlerinde 1991-2003 arasında popüler olması ve aynı gelir kesimin düğünlerinde kullanılan sim/topuz korelasyonu hakkında ne düşünüyorsun." diye sorabilirsiniz. Ya da Fransa'ya gelip bana sorun fark etmez.
P.S: Bu arada, dün akşam yıllardır beklettiğim Ran'ı izliyordum. Filmde Yaşlı Amcanın soytarısını oynayan bir tane tip var Kyoami diye. Filmin Başında giydiği kıyafet, Alman Milli takımının 80'lerden 90'ların başına kadar kullandığı ve benim "Jürgen Klinsmann Forması" olarak adlandırdığım formanın yerel öğelerle o çilekeş Hokkaido kadının gözyaşlarıyla, acılarıyla işlenmiş versiyonu. Buyrun bakın:

P.S2: Arko Traş Sabunu Adamı'nı, Ören Bayan Bayanı'yla başgöz edeceğim.

10 Aralık 2010 Cuma

Florasan ve Enerji Tassaruflu Ampuller Üzerine


Bir odadayken diyelim masa başında lambam var ve bana yetiyor. Sonra içeri giren biri çtap diye "lüzumsuz ise söndür" çıkartması yapıştırıp ilkokul fantazyası yaptığım lambayı açıyor.(ilkokullu değil oha, ilkokul) Her halükarda nefret ediyorum, sarı ışık köy düğünlerinde le toilette d'extérieur'e falan gidildiği zaman insanın tüm enerjisini, Turist Ömer Uzayda filminde insanların vücutlarını yalayarak tuz emen canlıların alması gibi yavaş yavaş sömürüyor. Eğer florasansa veya diğer şu butt-plug şeylere benzeyen enerji tasarruflu ampulse önce hafif karanlık olup sonra sizin mutsuzuğunuzla beslenerek artan aydınlığı vesilesiyle kendimi Sayıştay'da çalışıyormuşum gibi hissetiriyor, zaten enerji tasarruflu ampullerin satılmaması için böyle bir strateji izlendiğinden emin gibiyim. Ya da bilmiyorum, belki de bilinçaltına hitap etsin diye, yukarıda zaten ne kadar benzediklerini görebilirsiniz bu rezaletin.

Kıraathanelerde(bizim orada Kıraathanelere girenler günlük kitap özetlerini önce kıraathane sahibine aktarıyor ondan sonra içeri girebiliyor.) bızırdayan florasan,çalışmakla çalışmamak arasında kalmış bir fan(her kıraathanede mutlaka bulunması gerekiyor bundan, çevresi hafif sararmış, pervanesi kırmızı, kapının üstündeki cama monte edilmiş) ve dumanaltı ortamdan başka bir şey demek değil bence beyaz ışık. Rezalet bir şey. En iyisi bilardo masası üzerinde bulunan kumarhane ışıkları bana kalırsa. Yeşil çuha ve kumar oynayan köpekler ışıklandırmasının mükemmel çiftleşme dansını izler gibi oluyorum, ister bilardo masasının tepesinde olsun, ister normal masaların üstünde olsun. Gittiğim bir bilardo salonu vardı, yazın ventilateur yerine mutfaktan söktüğü aspirateur'ü çalıştırıyordu. Eğer tam önüne geçerseniz, tuvalette pantolonunuz ıslanırsa kurutma cihazına doğru abanma hareketi yerine, bilardo oynamaktan terlemiş -çok afedersiniz ama- kıç kurutabiliyordu. Zaten her alışverişmerkezibenzinci WC, 00,yüznumara(buradaki yüz numara ve çift sıfır işte fransızcadan geçerken yanlış tanımlanmış falan o yüzden 100 numara denmiş vesaire vesaire)sına bir tane aspiratör konması gerekiyor bunun için OPET'le konuşacağım yeni proje başlatsınlar, sen eğer bidét(aka taharet musluğu)yi kpışşşşşşst diye birden fışkırtıp her yeri batıran bir sisteme sahipsen bunu da müşterilerine sağlamak zorundasın sayın benzincialışverişmerkezci. Diyojen Sendromlu değiliz gezelim öyle.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Paolo Conte'nin Yeni Albümü Nelson Üzerine


Paolo Conte, birkaç ay önce yeni albümünü çıkardı, bence dinlemeyenler kendilerine pek iyilik yapmıyorlar. Burada yasadışı linkini paylaşacak değilim, sonuç olarak Fransa'ya C'est Beau isimli şarkıyı kayıt için kuleme gelmişliği var. Yaşını başını almış bu saygıdeğer adamın albümünü çalarken elinizi vicdanınızın üzerine koyun ve bunu nasıl yapabildiğinizi düşünün.(vicdanın tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum)(uuu mesajlı gibi oldu ha)(yok lan valla bilmiyorum)(bu arada parantezleri okuyanlara hediye olarak şu şarkıyı yolluyorum) O da torunlarına el öptürüp Krismıs Bayramı'nda o da bebek İsa'nın hayrına harçlık vermek istemez mi? Noel Ağacının altına Evde Tek Başına 3'teki uzaktan kumandalı ve kameralı arabadan koymak istemez mi? Bence ister, sonuç olarak onun da yavruları var, kendisi avukat aynı zamanda biliyorsunuz, ama 15 yıl önce falan Milano Barosu'ndan emekli oldu, şimdi eğri oturup doğru konuşalım İtalya'da bir emekli avukat maaşı 350€'yu ya buluyor ya bulmuyor, bunun ev kirası, stüdyo masrafları, doğalgaz faturası derken Paolo Reis'e ortalama 170€ falan kalıyor.


P.S: Şarkı çok güzel de içinde "feliçita" geçiyor, şarkıda feliçita geçince, birden soğuyorum güzelim eserden. Bir akrabam bunları dinliyor, summer hits ve slow hits, lounge hits(en ortalama plaza insanı müziği) kafasında d&r'da en çok satılan yabancı albümler gibi müzik koleksiyonu var, sürekli orada bir feliçitalar duyuyorum o yüzden. Aşağı da kulemi koydum.
P.S2: bunlar mesela bu haftanın en çok satanlarından. Kesin aldı bu albümlerden birini 1 , 2 , 3. Ha bir de evinde 30 tane falan best of Julio Iglesias, collection julio iglesias albümü var, yeter ya, adamı zengin ettin tamam oğlunu sana verecek söz.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Dövme Üzerine


Geceleri yatarken tişörtümü içime dolduruyorum. Ayrıca sabah kalktığım zaman tecavüze uğramadığımı da kanıtlıyor, eğer derseniz ki tekrar doldurmuş olabilirler, yatakta tişörtü altınıza giydiğiniz pijamaya vesaireye doldurmamışsınızdır demektir bence. Lastik kızlar gibi oluyorum şorta tişört doldururken. Aslında durun, geceleri çorap giyip yatanla, çorapsız yatan oranı nedir merak ediyorum, bu konuda bir anket yapayım. Konu bugün dövme, öncelikle bu fotoğrafı bulduğum sitedeki barkod dövmeyle ilgili tanımı alalım: "Barkod envanter ve fiyat kontrolü yapan bir ürün üzerinde dikey bir dizi okumak için optik bir tarayıcı kullanarak çalışan bir sistemdir. Çok kısa süre içinde yaygınlaşan barkod kullanımı, alışveriş merkezlerinde ve marketlerde sıkça görülmektedir. Bir barkod dövmesi, herkezin aynı giyindiği, aynı müziği dinlediği, ve aynı ürünleri kullandığı kültüre karşı bir protestodur. Barkod dövmesi tasarımı, eşyaların kültürüne karşı bir ifade, çeşitliliğin kutlaması ve bireyin benzersizliğini temsil etmektedir." Öncelikle yaptığı bu yapısökümcü liseli çözümleme için hakkını vermek isterdim, ancak şunu "herkez" diye yazanlara, üzerinde "herkes" yazan asker kolyesi yapıp öndişlerinin arasına kaktığım için tam hakkını veremeyeceğim. Evet barkod dövmesi özellikle Hitman Codename 47 çıktığı dönemde çok meşhurdu, erken ikibinler, 7-11 yaş arasındaki okuyucularım bilmiyordur diye yazıyorum, onlardan büyük olanlar zaten konuyu deneyimlemişlerdir.

Bir akrabam, var sağ kolunda " İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadıklarına inanmaya başlarsın." yazıyor, hem de arapça harflerle, yani sağ kolu Ömer Ulusoy'un kafası gibi. Ömer Ulusoy'un dövmesi bence bekaret yemini gibi bir şey hiç şansın yok ya, hiç şansın yok.Kolu o kadar çok kararmış ki, zaten azıcık yamulunca garip anlamlara dönüşen arap harflerinin kolunda muhtemelen gün içerisinde "çalışırsam olur, çalışmazsam olmaz"a falan dönüşüyordur. Böyle iddialı dövmeler yaptıracak götü nereden buluyor insanlar anlamıyorum. Hadi, Kaliforniya'da yaşasan sarhoşken bir dövmecide götüne yaptırdığın kelebek dövmesini sabah görünce hafif Hollywood tadı alabilirsin belki de, ayık kafayla onu yaptıranı anlamıyorum.

Buraya, iddialı sözlü mahalle abisi dövmesi yaptıracaklar için birkaç tane yazayım, buradan seçip alırlar. "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.", "Sonunu düşünen kahraman olamaz.", "sevdiklerin kadar iyisin, nefret ettiklerin kadar kötü","geçmişe bakan geleceği göremez.", "aslanlar önde, sırtlanlar inde ölürler" gördüğünüz gibi genellikle aristo mantığı çevresinde dönüyor iddialı mahalle abisi dövmeleri. İsteyene daha fazla bu sözlerden tedarik ederim, etmek isteyenler asla dövmeci olamaz. Buyrun gördüğünüz gibi, görenler asla tamamen göremezler. Sürekli bir şeyi başaramama, sürekli bir şeyi tercih edip diğerini kaybetmek içeren sözler. Ama hayat da yaptığımız tercihler değil mi zaten. Ahahha, tamam vurmayın.

Neyse, bir de karın bölgesine yaptırılan Latince dövmeler var. Şimdi bir şey yazayım mesela: "Liberta Corporum Deus" anlamı var mı yok mu bilmiyorum ama yazdırsam dövme olur, insanlar da sorar. Latince zaten o dönemde dövme yaptırma amaçlı bulunmuş bir dil olduğu için -ki Jül Sezar'ın da 13 dövmesi olduğu bilinmektedir- kafamız rahat. Sanmayın ki bu adamlar normal hayatta Latince konuşuyorlardı, Vatikan'ın resmi dili de Latince ama kaç kişi Latince konuşuyor orada bir tane gördünüz mü? Yok arkadaşım, Latince yarı ünlü pop yıldızlarının dövme yaptırıp röportajlarında "Aaa çok anlamlı Hayat bir sahnedir anlamına geliyor, aslında hepimizin oyun oynadığına, maskelerin ardına gizlendiğine inanıyorum." gibi saçmasapan şeyler söyleyip kafa ütülemesi için Mason-Yahudi-Amerika ortaklığında Büyük Roma İmparatorluğu'nu merkez kullanarak uydurulmuş bir dildir. Aksini ispat edebilecek varsa belgelerle gelsin.(Kılıçdaroğlu hariç)

P.S: David Lynch, yeni single çıkarttı. O da apçı müziği yapıyor. Önceden Danger Mouse ve Sparklehorse'la bir şey yapmıştı da, şimdi yalnız başına takılıyor. Adamı dj set'in arkasında düşünemiyorum. Dev hi-fi kulaklıklardan bir tanesi kulağında, diğeri aşağıda, sürekli bir şeylerle oynuyor. Ha dj'ler de sürekli bir şeyle oynuyor, oynamayın abi bırakın şarkıyı çalsın işte, çevirmeyin şu düğmeleri. İki dakika farklı ritm vermeseniz de olur. Ondan sonra sistemi yeniledim, süper ses kartı aldım bilmemne. E sürekli döndür düğmeyi, kanala orgazm olan kadın sesi ekle, yok gizli ritmler ekle birden çek ondan sonra, amınakoydun zaten ses kartının.




1 Aralık 2010 Çarşamba

Melik Duyar Üzerine

Poster iti
Dançın diye zindan demirlerine zincirle vurmak
Mor sele kurban gitmek
Uçuruma düşen Kâzım

"Unutmadık, unutturmayacağız." Mega Hafıza Tekniklerini Öğrenenler

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bugün George Harrison öleli dokuz yıl oluyor. Döneminin neredeyse tüm müzisyenleriyle dost olmasını çok seviyorum. O yüzden şu an Travelling Wilburys videosu mu koysam ne yapsam diye düşünüyordum, ama onun yerine geçenlerde denk geldiğim başka bir şeyi koyacağım. Neredeyse herkes var videoda. The Beatles elemanlarının solo albümlerinden de en çok All Things Must Pass'i dinlemişimdir galiba.



P.S: Seksenlerdeki basçılarda omuzda hayvan besleme merakını bir türlü anlayamadım. Bir de Steinberger Bass merakı
En sevmediğim enstrüman türü, hangi cin fikirlinin aklına gelmiş onu da anlamıyorum. "bak sapı şimdi tersten yapıyoruz, dipten akort falan", yok muydu lan koca firmada akıllı biri, adamı derhal kovsun işten.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Steve Jobs Üzerine



Unutmadan bundan bahsetmek istiyorum, geçen gün Apple'ın sitesine girdim. Devasa boyutta The Beatles itunes'da reklamı var. Zaten biz bunları kitaplarımızda yazdık, neyse zannımca Steve Jobs Kayseri asıllı. Bir insan bu kadar mı çakal olabilir arkadaş, her şeye posta koyuyor. Sonra tükürdüğünü yalıyor falan, biliyorsunuz bu firmanın çeşitli cihazları normalde flash'ı desteklemiyor. Bu adam da, yieaa zaten makineyi yoruyor pilini şey yapıyor, zaten gereksiz bir şey falan diye çıkıp konuştu. Bush'un kafasına ayakkabı atan gazeteci gibi bir insan da kafasına "yarramiyeaaao" diye flash kutusu atmadı, anlayamıyorum. Ha benim firmaya ait bir adet elma amblemli çıkartmam var, o kadar. Eğer bir sosyal paylaşım ağına bir şey yazarsam(facebook değil; baktım duvarımda komikli videolar fotoğraflar, ceviz yerken sırt üstü düşen sincap, efendime söyleyeyim kapı kolunu açan kedi, cips çalan martı gibi şeyler paylaşılmıyor, vurdum kilidi birkaç hafta önce. Yoksa güzel bir icat ama benim arkadaşlarım hayırsız, aydın milleti komikli şey paylaşmıyor. Şimdi gidip Rousseau'nun duvarında Boys Anılar klibi nasıl paylaşabilirim segili okurlar?)sent from my iphone yazıyorum son cümleye zengin göstersin diye bir de.

Neyse, Le Qournasse D'orient Steve'in "Ya zaten The Beatles'ın üç beş şarkısı var, bana kalsa mesela Yesterday çok güzel yani, o olsa yeterli yani, zaten onu da alırız yakında." dememesi de bir başarı, tabii ilk postayı adamlar koyduğu için sus pus oldu. Şimdi de "yapılan büyük anlaşmalar sonucu çok önemli şeyler oldu, evet pamuk demir doğrudur" falan bir gaz var. Neyse, bu yazıyı Gerçek Kesit'ten bir sahneyle bitiriyorum.




P.S: Firmaya saygım var, ama adamla tanışsak inanıyorum ki hiç sevmeyeceğim biri çıkacak. Ayrıca videodaki terminatör müziğini tüm sevip de sevilemeyenlere yolluyorum, bir de Yalçın Küçük'e
P.S2: Bu bayrağın güncel meselelerle alakası yok. Bayrağı gördükçe hep aklıma ne manaya geldiğine bakmak geliyordu ama sürekli unutuyordum, geçenlerde baktım. Aramızda çektiğim bu acıyı çekenlerin var olabileceğini düşünüyorum, bu çevredeki çizgiler, I Ching dediğimiz(ben demiyorum kütüphanede görmüştüm bir iki kere Haruki Murakami ararken.) olay bu çizgileri bir şekilde tutturuyoruz bir prosedürü var onun. Ne tip bir çizgiyse önümüzdeki değişimlere dair genel bir bilgi veriyor gibi bir şey, yani eşekçe tanımı böyle, isteyen bakabilir mevzuya derinlikli olarak. Uzak Doğu milletleri de değişim sikine takık olduğu için bayrakları da böyle, sol üsttekinden başlayarak saat yönünde gök/cennet, su, toprak/yer, ateş anlamlarına geliyor. Off nasıl anime izleme eylemini aşağılayasım var ama hiç iştahım yok şu an. Sanmayın Uzak Doğu Kültürü'ne bir antipatim var, aksine birçok olaylarının ve başta Haruki Murakami(gerçi biraz Amerikan duruyor ama olsun), Yasunari Kawabata olmak üzere yazarlarının da hastasıyım, mimarisinin de; ayrıca Fransa Büyükelçisi sıfatıyla bulunduğum sırada daha birçok mevzusuna da hasta olmuştum. Animeden kastım filmler ya kısa diziler değil, 300 bölümlük dizilerden falan bahsediyorum. Eğer aranızda, bağlamam çift tezene, anime izlerim izlemem sana ne? diyen olursa, saygıyla karışık bir üzüntüye gark olurum. Gözlerine yazık, otuzbir çeken cüce kalıyormuş gibi bir şehir efsanesi yayacağım "anime izleyen uyurken burnunda dev bir balon inip şişiyormuş" diye. 300 bölüm düşünün, Yalan Rüzgarı(a.s) 9530 bölüm zaten. Onunla dalga geçip "obüü yoo yolon rüzgoru vordu nö komüktü" gibi garip muhabbetler edenler var, ulan her bölümde nasıl heyecan yaşıyorsun aga ben anlamıyorum, adam girdiği dövüşlerin %93ünü falan ilk karşılaşmada yenmek zorunda yani. Geri kalan %7 de yenemediği için değil ha; 30 bölüm sonra aynı adamı çıkartıp onu da yenecek. Öyle gözleri dönmüş ki, sonunu bile bile izliyor 300 bölüm, ciddiyim 300 bölüm izliyor, sırf Britanya'lıların cliffhanger dediği şey yüzünden izliyor. Mesela 100 bölümden fazla bir Anime'yi izleyen insanın zekasının gerileyeceğine inandığım için diyaloğa girmemeyi tercih ediyorum. Keza ağzını şaplatarak yiyenlerin de istisnasız olarak sevmediğim insanlar olduklarını fark edince şaşırmam gibi bunu da fark ettiğimde çok şaşırmıştım.

P.S3: Bildiğim birkaç ismi araştırırken pokemonun 673'ten fazla bölümü olduğunu öğrendim, ne diyeyim ki yani, izleyen var yapıyorlar.(Gerçekten çok yaratıcı bir bitiriş cümlesi, geçenlerde duyduğum "çalışırsam olur, çalışmazsam olmaz."la pragmatizm konusunda başabaş gidiyorlar.)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Gaudi Üzerine

Antoni Gaudi diye bir herif var, zamanının ünlü mimarlarından kendisini 1926 yılında kaybettik. Yukarıda yarım bıraktığı Sagrada Familia isimli kiliseyi görüyorsunuz. Durun bir tane de farklı açıdan resmini koyayım.
Herif 1926'da öldüğünde kilisenin daha çeyreği tamamlanmış halde kalıyor, araya İspanya İç Savaşı falan da girince kimse sallamıyor mekanı, şimdilerde Gaudi'nin ölümünün 100. yılına yetiştirmeye çalışıyorlar. Neyse bu yarım kalmış inşaatı göstermişken bir de şu aşağıdakini göstereyim dedim. Bir kısmınızın gördüğünü tahmin ediyorum. Mimarı falan da ölmedi bu arada, herkes yaşıyor. Durduk yere Olacak O Kadar duyarlılığı yaptım, pıyyy. O zaman cümleyi de o kafayla bitireyim, eee başımızdakiler böyle oldukça daha çoook bina yarım kalır. Tabii bu söz beni bağlamıyor, Fransa'da öyle bir sorun yok.

Yamuk Bacaklılar Nasıl Pantolon Giymeli Üzerine


Valla ben de bilmiyorum nasıl pantolon giymeli, ama kadınsa kalçayı ortaya çıkaran bir şey giymesini tavsiye ediyorum. Bûloğa bunu arayıp giren olmuş, ben de artık halkın isteklerini göz önünde bulundurma kararı aldım. Yani zaten yamuk bacak nasıl oluyor, içe patel mi? Yoksa aynen ( ) şu şekilde(aynı zamanda bir Sigur Ros albümü, adamlar yamuk bacaklara albüm yapmışlar vay canına) olan bacaklardan mı? Eğer öyleyse bol siyah pantolon giymelerini öneriyorum, mümkünse kalça kısmı dar olsun. Neyse, şimdi konuya geliyorum, geçen gün Fatih Akın'ın "Yaşamın Kıyısında" isimli filmini izliyordum, yine bu bahsettiğim "BAKIN MESAJ VERİYORUM HAHAHA" meselesinden ötürü filmin pek bir numarası yok, estetik rezil olmuş, ayrıca şu farklı hayatların kesişmesi sikinden de bi vezgeçemediler, Magnolia var lan zaten, neyse burada film eleştirecek değilim. Tuncel Curtis oynuyor onun için kısaca bir şeyden bahsedeceğim.

Bu Tuncel Curtis denen adam biliyorsunuz, 50'lerde İngiltere'ye gidiyor bir süre orada yaşıyor, bakallık yapıyor, zaten o dönemde yaşadıklarını Fransa'ya uyarlayıp İBrahim Bey ve Kuran'ın Çiçekleri isimli film çekilmiştir. İngiltere'nin bakkal ihtiyacı doğu ülkelerinden karşılanıyor. İngiliz bir hanımefendiyle evlenip nikahına alıyor, ve çocukları Kevin doğuyor. Tabii çocuk iki isimli olacak ananelere göre, ilk isim olarak Tuncel illaki Faysal da Faysal diye diretiyor, karısı tatlı dille "Bak Tuncel, İslamofobi denen şeyin yükselişine 10 bilemedin 15 yıl kaldı, çocuğu yakma" diyor, tabii ki bunu anlayışla karşılamayan Tuncel "amaan ne haliniz varsa görün be, ben gidiyorum" diyip kapıyı vurup çıkıyor, gidiş o gidiş, önce boşanma kağıtları eve geliyor, 15-20 yıl sonra da Almanya'da çektiği bazı filmlerin haberleri geliyor, karısı Deborah ve oğlu küçük Ian'a. Evet dostlarım bildiniz. Ian Curtis, Tuncel Curtis'in has be has oğludur, hatta ses tonundan da bunu teyit edebilirsiniz. Ancak işin en üzücü yanı, kendisinin intiharının çeşitli hurafelere dayandırılmış olmasıdır, aslen baba eksikliğiyle büyümüş olan Ian, ap,esrar, oroyin ne bulduysa içmiş, pide gibi kafayla şarkılar yazıp Joy Division* yani, Neşe Tümen'i isimli grubu kurup çeşitli şarkılar söyleyip bu baba eksikliği vesilesiyle intihar etmiştir. Grubun son şarkısı Decades de "seni on yıllardır görmüyorum" gibi bir anlam taşır, babası için yazılmıştır.


*Joy Division İkinci Dünya Savaşı sırasında, Yahudi kadınların toplama kamplarında zorla fahişe olarak çalıştırıldıkları mekana verilen isimlerden biri. Tabii bunun gerçek mi yoksa kurgu mu olduğu tam olarak belli değil, çünkü terim ilk olarak The House of Dolls diye bir kitapta geçiyor ve bunu var olup olmadığı belli olmayan bir günlüğe dayandırıyor. Bu demek değil ki, kadınlara tecavüz edilmemiş, Ahmedinejad mıyım lan ben?

P.S: Mademoiselle Schizoide "mimlemek" denilen bûlogculuk cemaatinde verilen "+rep emeğe saygı" gibi bir şey vesilesiyle beni mimlemiş, teşekkürler. Çeşitli sorular var ancak bunlar Marcel Proust'un meşhur ettiği sorular olduğu ve şu an Kayıp Zamanın İzinde 2'yi yazmakta olduğum ve tam bir cilt daha fazla yazıp Proust'a geçirmeye çalıştığım için cevap veremeyeceğim sanırım, ancak nefret ettiğim sesin ergen erkeğin heyecanla bir şey anlatmaya çalıştığı sesi olduğunu hiç düşünmeden söyleyebilirim. Orada bu soru yok ama en sevdiğim sayı 72, sesi de her zaman 72'de tutuyorum, her yere 72 yazmak istiyorum. Bu kadar.

P.S2: Sigur Ros demişken, buyrun en sevdiğim şarkısı kendilerinin, 2.45'den sonra gözlerinizi kaparsanız, uçağın kalkışı sırasındaki o hayvani gücü hissedeceksiniz zihninizde:

23 Kasım 2010 Salı

Taksim Üzerine


Mekan olanı değil, insan olanı üzerine. Yıllardır adı Taksim olan bir gitarcıyı beğenip övüyoruz, abi o November Rain nasıldı ya, falan filan diye, fakat Burçin- Gitarımla Türküler Söyledim'i, efendime söyleyeyim bir Sarp- Siyahın Matemi gibi isimleri hor görüyor, çevresinde çember olup Yumurcak'ın mahalle arkadaşları gibi itekleyip duruyoruz, yazıklar olsun.

Adamın adı Kovakafa lan! Mesela Erik Satie kendine Orgcu Serseri deseydi, ya da Wagner kendine Kaçak Gönül ismi koysaydı ciddiye alınmayacaktı, ne üzücü. Ayrıca onların da şarkı isimleri uzun misal: "Hoho! Hoho! Hohei! Schmiede, mein Hammer, ein hartes Schwert! Hoho! Hahei! Hoho! Hahei! Einst färbte Blut dein falbes Blau" oha lan insan id3 tag'i hiç düşünmez mi, onu bırak anası babası da adamı düzgün müzik yapıyor sanıyor, sorsalar "canım bi saniye gelir misin? şu senin o damar şarkının adı neydi?" d,ye "Hoho! Hoho! Hohei! Schmiede, mein Hammer, ein hartes Schwert! Hoho! Hahei! Hoho! Hahei! Einst färbte Blut dein falbes Blau" mu diyecek? En azından bir kısaltma bulması lazım, günümüzdeki halefleri de aynı hatayı yapıyor, mesela geçen gün otobüsle yolculuk ederken Leonard Cohen- Famous Blue Raincoat yazan şarkının hemen altında şu şarkıyı gördüm: " Murat Boz- Hayat Sana Güzel (Club-Miix- DjYunus) 2010 Kopmalıqq" benim müzikçalarımın hafızası zaten şarkıyı kaldıramayıp çöktü.

Ayrıca, Leonard Cohen- Blue Moon diye bir şarkı gördüm, şu yanlış isimlendirme meselesinden ötürü parmak aralarını kağıt kesiği atmak istiyorum bazı insanların. Bundan bir önce gördüğüm bir saçmalık da Lemon Tree'nin The Beatles'a ait olduğu gibi bir şeydi. Neyse, şarkının adı Woke up this Morning, Alabama 3'den, zaten adamla sesi nasıl karışıyor anlamıyorum, adam arada kendinden geçtiğinde uu beybi çekecek neredeyse, alın şarkı:


13 Kasım 2010 Cumartesi

Şimdi Uyuyayım Sabah Erkenden Kalkar Çalışırım Üzerine


Evet, dostlarım zamanında ben de öğrenci oldum, o sefaleti bilirim. Bugün de sizinle Dünya'nın en büyük yalanlarından biri, yani "Şimdi uyuyayım yarın sabah erkenden kalkar çalışırım." üzerine konuşacağım. Bunun diğer bir versiyonu da gece 2'de, "Beni bir saat sonra uyandır."dır, bildiğiniz gibi uyanmaz, ve sizi bundan sorumlu tutmaya çalışır; böyle durumlarda hiç düşünmeden dövüp sokağa atın bu insanı.

Gördüğünüz gibi saat 10 civarında uyuyanlar istikrarlı bir başarı sağlayarak %40'a kadar uyanabilme ihtimali tutturuyorlar, bu insanlar önceden çalışmış belki sabah tekrar için uyanıp sınavda yardıracak insanlardır. Tabii ki bu istatistikleri DPT'den aldım, çünkü bu yalanı söyleyenlere ağır nüfus planlaması uygulamayı ve hatta vazektomi ve benzeri yöntemler uygulamayı düşündüklerini biliyorum.(Bana kalsa lobotomi uygulasınlar derim) Ancak, bu demek olmuyor ki mesela, saat 3'te yatan biri 5.30'da kalkıp çalışamaz! Her zaman istisnalar vardır, London School of Economics'de bize bunu "outliers" diye öğretmişlerdi.

Saat 11'e geldiğinde artık uyusa da uyanma oranı düşmüştür, zaten 11'de yatacak kişi muhtemelen 12'ye kadar çeşitli çevrimiçi sosyal ağlarda sürtüp "canım çok tatlı çıkmışsın", "karşim, çok güzel günlerdi keşke geri dönebilsek :/" gibi yorumlar yazarak kendi hayatını sikmeye bir adım daha yaklaşır, tebrik ederim. Bunların aynı zamanda saat 3'e kadar oyun oynayanları, sabaha kadar online mesajlaşanları ve bu mesajlaşmalar esnasında "hehe yarın da sınavım var sıçtım" diye kendiyle dalga geçtiğini, efendime söyleyeyim sarkastik olduğunu sananları var ki, EVET SIÇTIN GERİZEKALI! diyecek arkadaşıyla konuşmak yerine saçmasapan insanlarla konuştuğu için kafasına dank etmeyecektir muhtemelen.

Saat 12'ye geldiğinde 650 sayfalık kitabın daha 18'inci sayfasında olduğunu gören insanın içini dert kaplar, ve "Eski sevgilinin, yeni sevgilisiyle çektirdiği fotoğrafını görmek" şeklinde adlandırabileceğim o, götten boyna doğru yukarı çıkan tutuşmaya benzer bir şey yaşamaktadır. Artık geri dönüş yoktur sevgili dostlarım, bu andan itibaren attığı "sabah erken kalkarım" yalanı sadece vicdanını biraz da olsa rahatlatmak içindir, ama başarısızlık kapıdadır sefalet kapıdadır, yazıklar olsundur.

Saat 1 ve ondan sonrası için de böyle diyenler olmasına rağmen onlardan bahsetmek dahi istemiyorum, çünkü kuracakları cümleler şuna benzerdir "Cevap 16 mıydı?", "Nasıl, Balinese Cock Fight olur lan!", "Hayır anlamıyorum Hitler'in o döne.. Neyse artık", "Aga bir kere Graduate Cyclinder haaaa doğruu" işte bu cümleleri kuranlar şüphesiz ki, yanmadan yanacaklardır, tasavvufi anlamda değil gerçek anlamda.

Electronic Üzerine


Pardon, Electronic elemanları Johnny Marr'ı ve Bernard Sumner'ı koyacaktım yukarı ama yanlış fotoğrafı seçtim, bu da çok "bilirdim gözlerin gülmezdi" tipi bloglara yakışan bir fotoğraf ama önemli değil. Belki de, belki de içimizdeki spirallerdir beni bu hale getiren, ya da değil miydi aslında kusursuz güzellik ve fibonnaci sayıları. HAYIR DEĞİLDİ! YETER ARTIK RETORİK SORULAR YÜZÜNDEN ŞİİR ÖLDÜ BE! 2004 civarı Fibonacci sayılarını övme hastalığı başlamıştı, ben hiç matematikten anlamadığım ve popüler olandan uzak kalmayı büyük marifet sanıp Da Vinci Şifresini okumadığım için Fibonacci sayıları yerine bana popülermiş gibi gelmeyen Iron Maiden ve Metallica'yı övüyordum, öyle yani.

Neyse, bu adamları geçen sene dinliyordum, bir tanesi biliyorsunuz zaten The Smiths'in ve şimdilerde Modest Mouse'un elemanı, aynı zamanda Christopher Nolan sevenler için söylüyorum, Inception'ın müziklerine de katkıda bulunmuş biri; diğeri de Joy Division ve New Order elemanı. Zaten Bernard Sumner denen sikişmişin çocuğunu hiç sevmediğimi belirtmiştim belki de önceden "Aga adam o sözleri sanatsal amaçla yazıyor sandık biz, valla bunalımda değil sanıyorduk" tipi yorumlarından ötürü. İkinci albümlerinde Karl Bartos da katılıyor, bir insanın adı Karl Bartos ise bana kalırsa doğrudan orduya girip hemen yükselip general mertebesine varmalı ve başarıdan başarıya koşmalıdır, fakat kendisi Kraftwerk elemanı olup başarıdan başarıya koşmuş.

Bu insanevlatlarının müzikleri, daha çok New Order ayarında olmasına rağmen, Johnny Marr'ın gitarının öne çıktığı bir çok parça da var, garip bir şey böyle grubun oluşması hep şaşırtmıştı beni aslında. Dinlemeden önce, "aha her an kulaklarım zevkten patlayabilir" diye heyecanla başlamıştım, ancak ortalama erken dönem gitarlı elektronik müzik yapan grupla, yine başlangıç dönemi Madchster müziği gibi bir şeyle karşılaşıp heyecanımı yitirmiştim, ama iyi şarkıları var yani. Sabah sabah aklıma geldi, söyleyeyim dedim.



P.S: Bu Manchester gruplarında şarkı söylerken elleri arkaya bağlama hastalığı var galiba, Happy Mondays de böyleydi, Liam Gallagher'da da böyle, bir afralar tafralar. Sanırım bu elemanların çoğunluğu uzun dönem askerlik yapınca elleri arkaya bağlamaya alışmış, bütün Manchester kökenli elemanlara bir adet Casio F91 yollayacağım. Şol gruplar rivayet olunur ki Bristol Sound, sallanmayan mikrofon sehpası hediye edilecek.

12 Kasım 2010 Cuma

Scarlett Johansonn'ı Güzel Bulan Beni Güzel Bulmasın


İçki masasındaki kişisel ızdıraplarımı açıklayacağım yazıdır.
Bir arkadaş çevrem var, ne zaman otursak İrlanda'yı övüyoruz, İrlanda'nın bana tek yararı Oral-B diş iplerini üretmesi olmasına rağmen, vay efendim, Joyce, Beckett(kendisinin Paris'e gelmesini sağlayan benim), Oscar Wilde, Danyal Day-Lewis derken kendimizi kaptırıp "abi ben İrlandalı'nın taşağını yiyeyim, şurada bir İrlandalı olsa da bizi sıradan geçirse"ye vardırıyoruz, tabii ki bu noktaya vardığımızda anlıyoruz ki fazla içmişiz o yüzden derhal İrlanda'yı övmeyi bırakıyoruz, fakat ben "Pollitika ve Din tartışmamaya yemin ettim!" dediğim için içki muhabbeti sona eriyor.

Trollük müessesine karşı kendimi geliştirmek için sarhoşken din ve politika tartışmama kararı aldım(!) Bunu başardığım gün zaten erermişim gibi geliyor. Hayır işin kötü yanı, diyelim ki karşıdaki daha donanımlı(muhtemelen politika alanındadır yediğim ayar sayın dostlarım, Noel'in yaklaşmasıyla yavaştan Türkiye'ye hacca gitme kararı aldım, Aya Nikola kilisesini tavaf edeceğim. Gerçi genel olarak hiçbir şey bilmiyorum iki konuda da İlhan İrem gibi biriyim aslında.Işık ve Sevgiyle) insandan ayarı yedikten 46 dakika sonra cevap aklıma geliyor ve onu söylemek istiyorum ama artık iş işten geçmiş olduğu için bir 16 dakika falan konuyu tekrar oraya çekmeye çalışıyorum, ama bakıyorum söyleyeceğim saçmalığa, daha ağır ayar gelecek bu yüzden öyle gecenin içine ediliyor. Geceleyin uyumadan önce de vicdan azabı içerisinde "allah kahretsin keşke deseydim, harf devrimi reöreöreöröe"dir diye falan diye çıldırıyorum.

Diğer bir mesele, masanın çok erken sarhoş olanını çekmek, ki kabir azabı denilen şey bence budur. Tamam salaklıkları komik olabilir ama fikir belirtirken "bakhhh, bakhhh, bi saniyye Sarkozy şimdi yanlış yaptı yani, çok şey olunca, hiç olmadı" cümleleri kurması gerçekten de çekilir gibi değil. Fakat hepimiz herhangi bir masanın erken sarhoş olanı olabiliriz, vücut her an kelek atmaya hazırdır, bu yüzden en azından sarhoş olmaya başladığımı anlarsam derhal masaya deklare ediyorum bunu ki, sonrasına günah çıkartabilmek kolay olsun. Fakat, bu erken sarhoş olanın bir de sevdalısından ayrıldığını düşününüz, işte masayı tetikleyen derhal themeyhane.com'un açılmasına sebep olan ve masanın sızana kadar dertlenip "çok aşığın var diyorlar"dan girip, "kış güneşi"yle hafiften popa kayması(kış güneşi'ne sözüm yok on numara şarkı, hatta her mp3 çalar gibi kendi mp3 çalarımda da bulunan "KARIŞIK" isimli klasörümde bulunmaktadır bu şarkı, benim, müzik dosyasını "oynax" diye isimlendiren arkadaşlarım da var) ve EĞER RAKI İÇİLİYORSA KAHIR MEKTUBU AÇILACAK! Progresifderbederlik genre'ına ait olan bu eseri ezbere bilen tabii ki de birçok müdavim vardır. Hepsine saygılarımı iletiyorum, ardından gelen Sorma'yla bünyeye zehir zerkedilip o civarlarda gezilir işte, ne gerek vardı böyle şarkı listesi oluşturmaya. Derseniz, tabii ki bu masanın ambiyansı aklınıza gelsin diye söylediğim bir oyundur, Kurt Vonnegut'un mezar taşında Tanrı'nın varlığını kanıtı için gerekli olan tek şey müziktir yazınız demiş olduğu için yazıyorum. Ha bak var mı yok mu tartışmaya girmiyorum, yeminliyim çünkü. Zaten bilmiyorum, konu hakkında yorum yapmayı uygun bulmuyorum. Neyse, az çok herkesin bir yarası olduğu için herkesin aşka gelmesi işten bile değil, ben böyle durumlarda derhal cep telefonumu bir arkadaşıma veriyorum mesela, çünkü hem mesajın bir boka benzememesi hem de atıyorum Ayla'ya gieceğine Ayhan'a gitmesi ihtimali olduğu için yormuyorum kendimi, bütün dertlerden kurtuluyorum.

Bir de, sadece o anda akıldan geçen düşünceyi arkadaşa mesaj atmak var ki bence o da çok saçma "altın madalyon olmayacaktı işte o, pembe giyilecekti" gibi mesajlar. Bunlar bir gece önce olanları hatırlatacak kilit cümleler işlevi de görmektedir aynı zamanda. Bu arkadaşlara atılanları silmiyorum ama o kafayla gönül mevzuulu mesajları sarhoşken derhal siliyorum ki, sabah kalktığımda hem gelen garip cevaplardan bir şey anlamayayım hem de rezil olayım diye. Sarhoşken ayıklığıma adeta komplo kuruyorum.

Meze sikicilerden, sevdiği müziği dinletmeye çalışanlardan(rakı sofrasında Blind Guardian açmak mesela, ya da ne bileyim Burzum falan), art arda 53 tane Ahmet Kaya şarkısı dinlemeye kasanlardan(bu da garip bir sosyolojik olgu aslında), bahsetmek dahi istemiyorum.

Saygılar

Monteyn
Fransız Aydını
Chateau de Montaigne
Bordeaux, France
Tel: +33 (0)9 69 36 39 00

6 Kasım 2010 Cumartesi

Ebeveyn Sansüründen Mağduriyet Üzerine

Şimdi bu olay, ben daha 5-6 yaş civarlarındayken yaşanıyor. O zamanlar ilk ereksiyon dönemlerimdi konuyu anneme sormuş, bunun sıcaktan olduğu gibi kısa sürede atılabilecek en kaliteli yalandan bir cevap almıştım. Sonradan bunun sıcaktan mıcaktan olmadığını uydu yayını ve çanak antenin(venus tv) ülke sınırlarına bir kanser gibi yayılmasıyla anlayacaktım, ama iki üç yıl daha vardı.( Bundan üç dört yıl sonrasında evdeki cinsel sağlık ansiklopedisine dadanıp vajinismus olsun, döl yolu iltihaplanması olsun öğrenmiştim. Bu da Fransız Aydınlığının bir parçası sayın dostlarım, eğer Fransız Öpücüğü varsa, erken cinsel bilinçlenen insanlar vesilesiyle var.) Bu arada şu an bunu yazarken Omar Souleyman dinliyorum, siz de dinleyin acaip kafası var.

(adam ağır düğün orgcusu!!)

Neyse, olaya geri dönüyorum, tabii artık o yaşlarda insanda karşı cinsin de var olduğuna dair bilinç oluşuyor. Anasınıfında Merve'yle falan takılmaya çalışıyorum yani, takılmaktan kastım peluş oyuncakla oynamaktır saygısever okurlar. Şimdi kızlarda mevzunun farklı olduğunu biliyorum fakat tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. İşte bir gün cesaretimi toplayıp Valide Hanım'a bunu sordum. "Erkeklerin pipisi, kızların kutusu olur" dedi, ve o an kafamda canlanmış olan kadın cinsel organı resmini yukarı aynen koydum.(hayır bush ya da saddam değil!) Validenin bana yelek örmessi için gittiğimiz tuhafiyecilerdeki Ören Bayan iplik kutusu aklıma geldi, altın rengi falan, ama delirmek üzereyim o yaşta "nasıl ören bayan kutusu ulan sığmaz ki!" diye düşüne düşüne filmlerdeki çamaşır makinasını izleyen çocuklara döneceğim artık, hayır çamaşır makinasında da merdaneliden otomatiğe henüz geçmişiz, birkaç yaş büyük olsam o merdanenin kaynar suyu içerisinde haşlanacağım demek ki. Ne zaman pazara çıksak düğmecilerin, iplikçilerin önünde donup kalıyorum, altıma kaçırmamın üzerinden 4-5 yıl geçmiş olsun, küçükken baba dayağı yemiş rastalı gençler gibi psikolojim bozulacak o yaşta yine gerileyip altıma işemeye başlayacağım, o derece. Bir insan organı nasıl bu kadar enigmatik olabilir, kutuna koyayım falan diye düşünüyorum. Artık çileden çıktım, gezmelere gidiyoruz, kız bebeklerin bezleri değiştiriliyor, humber humbert damgası yememek için bakamıyorum. Gel zaman git zaman, bir gün konu hakkındaki malumatımı anneme belirttim, bir ara bir düğmecide "anne kutu buna mı benziyor diye" sormuşluğum da var. Neyse, işte o da anladı artık zihnen ve bedenen normal gelişmem mümkün değil gerçeğini göstermezse, böyle yine bir altın günündeyiz, paşa çayımla hafiften demleniyorum, odaya annemle beraber birkaç insan geldi, işte bez değişirken o anda gördüm. Beynimden vurulmuşa döndüm! Nasıl olmaz lan! dedim, ellerim titriyordu, tom ve jerry'yi bir kenara bırakıp misafir terliklerimi çıkardım ve halıda secdeye varıp dünya üzerine işte o an ciddi ciddi düşünmeye başladım. Zaten çok uzun bir süre benden gerçek mevzunun saklandığına inandım o sağlık ansiklopedilerini bulana kadar. Hele bir de biliyorsunuz Alien'ın ağzından yarusu çıkıyor ya, bir de Alien'ı izlemiştim o dönem ona göre yani durumun vahametini anlayın. Demem o ki bu durumu küçükken ebeveyn sansüründen mağdur olduğum için önümüzdeki hafta, valide hanıma dava açıyorum, şatoların hepsini elinden alacağım onun.

P.S: Sonradan Valide Hanım, deer hunter amblemi olan ve bir geyiğin arkasındaki adamlı esprili genç tişörtümdeki adamın pipisine ütü basacaktı.

3 Kasım 2010 Çarşamba

von wegen von wegen von wegen


Bu arada, Kretek yazıyor ya, bazı karanfilli sigaraların üstünde. Boşnakça bir kelime olduğundan şüpheleniyordum ki, hiç alakası yokmuş onomatopoetic kelimeymiş. Nasıl biz korkunca bünyeden "yusuf yusuf" diye ses geliyorsa, bu sigaralar da yanarken "kretek kretek" diye yandığı için öyle isim koymuşlar. Mesela, Fransızcası da "les kreteque". Neyse, bir bu bir de az önce, I Ching'e benzeyen bir şeye denk geldim Vikikaynak'ta, adı "Irk Bitig". Birbirlerini andırıyorlar sanırım. Cemil Meriç gibi, Hinde vereceğim, Çine vereceğim kendimi yemin ederim.

Politik Sanat Üzerine


Öncelikle şunu belirteyim, devam eden yazıyı yaklaşık 12 saniye içerisinde çürütebilecek insanlar var olabilir, ama onlara "hmm haklısın" dedikten sonra, sığ fikirlerimin zerre değişmeyeceğini tahmin ediyorum.

Vladimir Nabokov, Lolita'nın sonunda (sonunda falan değil aslında, sonradan sonuna eklenmiş) "Lolita Adlı bir Kitap Üzerine" deyu deyu bir makale yazıyor çok önceden tabii, o zamanlar Solgun Ateş yoktu, ay yeter şu şakadan da. Neyse efendim, o makalede şöyle bir cümle geçiyor:" Benim için bir sanat eseri, kabaca "estetik mutluluk" diyebileceğim şeyi sağladığı sürece varolur." Çok da iyi çok da güzel söylemiş, işte bu yazının devamında karmaşık şekilde anlatmaya çalışıp muhtemelen başaramayacağım şey, politize olmuş sanatın genellikle bu estetik zevki mahvettiğidir.

Mesela bir gün biri gelip bana şöyle dese, "Marcel Duchamp'ın günlükleri bulunmuş! Aslında Fountain için açık açık "Ulan Dünya'nın içine sıçtınız be!" demek istiyormuş adam!" dese hiç düşünmeden bu dalganın bulunduğu yerlere bilet alır ve hatırladığım kadarıyla 8 tane reprodüksiyonu olan bu eseri balyozla kırarım. İşi çok dengeli bir şekilde ortaya koymak çok zor bir durum, Benim Üniversitelerim'i okurken, resmen Gorki'nin göz kırpıp dil çıkardığını "yaaaani anlarsın yaaa" dediğini hissedebiliyordum, ama buna rağmen yapıtın akışını mahvedecek düzeye varmıyor bu olay. Bu da tabii ki Gorki'nin ustalığından kaynaklanıyor sanırım, zaten otobiyografik eseri ben olsam bokunu çıkarırdım: "Rusluk'tan aldığım tadı başka hiçbir şeyden alamadım, belki bilardo, ama yok lan Rusluk daha iyi"(umut sarıkaya'ya +rep, emeğe saygı) yazardım. Roman boyunca, bazen Sovyet Dönemi propaganda filmleri kadar neşeli şekilde çalışmayı tasvir ettiği bölümler hariç, gerçekten de bu dengeyi sağlayabiliyor, estetiği dağıtmıyor. Ya da The Road'da, yazarın kurgu kalitesine, edebi gücüne bakmayıp, aslında "Bakın işte, Dünya'ya böyle davranmaya devam edersek sonunda olacak budur diyor Cormac McCarthy:/" diye yorumlamak, Şevval Sam'ın çektiği komik Nükleer karşıtı videoluktur. Peki yaptıkları, sanatının önüne geçen ne vardır? Bandista vardır efendim, zaten uzun süredir taallukatlarına sövdüğüm ve tamamen vasat altına hitap eden bu topluluktan tekrar bahsetmek istemiyorum. İsteyen her kişiye "3 dakika içerisinde bandista şarkı sözü yazma kılavuzu"nu 12 kupona veriyorum zaten. Müzikleri herhangi bir ska, veya balkan, klezmer karışımı gruplardan birini alıp üstüne söyleyin. Hiç yormanıza gerek yok beste için.

Özellikle tiyatroda şuursuzca yapılınca, oyun tamamen Levent Kırca havasına bürünüyor tüm estetik değerini yitiriyor, işte ona üzülüyorum. Geçen gün Kafkas Tebeşir Dairesi'ni izliyorum, tam kızın hasta numarası yapan oğlanla evlendiği, ufak düğünün gerçekleştiği yerde baştan Çav Bella(aslala bislas beybi) çalınarak oyundaki yabancılaştırma öğesi olan Kaymakam rahatsız ediliyor sonra "öhöm" diye ses gelince düğün şarkısına geçiliyor falan filan. İşte bu olurken kanım çekildi, resmen akış bu kadar sekteye uğratılabilir, oyundan bu kadar tiksindirilebilir, az kalsın yarısında çıkmak üzereydim, ki sinirli bir ekşisözlük yazarı olmadığımı fark edip izlemeye devam ettim. Belki de Bono 'yu bile bu yüzden sevimsiz buluyor olabilirim, şimdi fark ettim. Peki bunu müzikte kim kaliteli yapıyor derseniz, artık dilimde tüy bittiği için artık kendisinden bahsetmeyeceğim. Ki o da zaten bu tip şeylerin, bir süre sonra kuraklaştığını fark edip tamamen o kökü reddedip "Another Side.."la beraber 16 kilo taşaklı dönemine geçmiştir. Ha, mesela bu taraklarda bezi olmayan Leonard Cohen 92 yılında gidip "I've seen the future, its murder"(mükemmel bir şarkı bu arada, ayrıca Cohen resmen şarkıyla dilli milli sevişiyor yorumlarken, o ayrı bir konu) diyor, fakat bakın Cohen'in sesinden değil bir de kendiniz söyleyin, sözün pek bir değeri olmadığını fark edeceksiniz. Ha şarkının kendisi güzel zaten, ama ah o sözler, ah. Aga senin işin o değil, bu mesela gelip benim hiç ilgilenmediğim bu konu hakkında halâ kasıp yazmaya devam etmeme benziyor. Ha bu arada "ama niye öyle diyorsun adama, aşk da aslında politika değil midir?" falan diyen olursa, önce kendimi sonra da onu vururum, bir kere soru kalbına bakar mısınız? "x de aslında y değil midir?" Bunu diyenin e-mail adresini hiç düşünmeden ifşa ederim sessizligin_sesi@hotmail.com, kesin budur. Ay içim bulandı.

Neyse, işte öyle lütfen sanatçılar politik olayım derken maymun olmasınlar, şeker de yiyebilsinler. Estetik değeri göz ardı edip sonunda, üniversite öğrencisi politik dergisi kıvamında kelime oyunlarının mahkumu olmasınlar.

P.S: Bob Dylan ilk altı albümünü mono yayınladı. Bunun çok tatlı reklamını aşağı koyuyorum. Özellikle, sondaki o orijinal columbia reklamı mükemmel.

Bir de "buuuut" diyince ballad of a thinman'in başlaması

29 Ekim 2010 Cuma

Keytar Üzerine

Bu aletin adını henüz öğrenebildim, peymacun gibi ismi var. Keytar ismi, Babil Kulesi'nde tuğla yerleştirenlere kap kap su taşıyan bir adam gibi bir şey. Keytar vesilesiyle Gülpembe'yi de tekrar dinlemiş oluyorum. O klipte de dağda bayırda keytarla gezen Barış Manço, sanırım Do the Right Thing'deki Radio Raheem gibi bu aletin pil emeceğini tahmin edememiş olsa gerek. En az 12 adet büyük pillerden gerekiyordur mutlaka, onun yerine, git motosiklet aküsü bağla daha iyi. Şatoda bembeyaz bir org var bizim, o da öyle çünkü. Öyle çirkin bir beyaz ki, sanki Spandau Ballet son provasını yapıp evden çıkıp gitmiş kimse bir daha dokunmamış gibi. Bizi Miller sessiz. Ahanda buldum keytar pil sokamacını, tahmin ettiğim gibi 12 pil gerekiyor, hayır Sony yapsa belki az giderdi de, Yamaha'ya bu konuda güvenmem. Hem motoksiklet hem de piyano yapan bir firma sonuç olarak.
Neyse, efendim az önce klibi izleyip moda girerken aklıma şu geldi. Sağda gördüğünüz resim bana kalırsa Rocky IV'ten sonra dünyanın en güzel filmi olan Baba Bizi Eversene'ye ait. Şu Creedence Clearwater Revival, albüm kapağına denk geldikçe, filmin bu kısmını açıp Dere Boyu Kavakları izliyorum. Soldaki, İngiliz muadiliyle aynı stüdyoda kaydedilmiş gibiler. Tipler birebir aynı zaten. 70'ler salaş rock'çısı. O dönem fotoğraflarında sanırım, kültür bakanlığının bütün fotoğraf stüdyolarına dağıttığı ortak bir kimyasal kullanılıyor; ne zaman bir evde eski fotoğraflar çıksa, zamanın herhangi bir siyahbeyaz fotoğrafına şüpheyle yaklaşıp "aha şu çimlerin arkasındaki sakallı peder manuel mi!", ya da "abaovv şu geniş şapka takan suratı belli olmayan valide josephine değil mi, şu en arkada soldan üçüncü" deyu şüpheleniyorum.Pek değerli arkadaşım Coleridge, geçenlerde Mosfilm ve Toho'dan bahsederek artistlik yaptığımı, halktan koptuğumu ima etti, işte ona tokat gibi cevabım. Ulan tabii halktan kopacağım, açıp bakıyor musun bi bakalım Denemeler'i adam nerede yazmış diye, bir kulenin ikinci katında duvara çatır çatır Heraclitus, Seneca ve Tutunamayanlar'dan sevdiğim sözleri işledikten sonra(hmm böyle olunca unforgiven klibi gibi oldu çok özür dilerim siz pek değerli okurlar) tuğla gibi kitap yazdım. Sonra gitti Sabahattin Eyüboğlu seçmece yapıp kesti biçti. Aferin Sabo, tümünün yayınlanması için yıllar geçti Türkçe'de, halbuki bir sayfayla belki bir kişiyi daha kurtarabilirdim(oscar schindler kafası)! Bu yüzüğü de alın, bu monokl'u da alın, lütfen dünyanın tüm çiçekleri diyorum.



P.S: Ayrıca, "lalalala" diyerek gelen abi cidden sinir bozucu hiç düşünmeden bacaklarını kırarım onun. SUS KIRARIM BOYNUZUNU İBLİS! Lala çeken, klibin başında Burhan Çaçan'ın ezan okuması gibi elini kulağına götürüyor!

P.S2: Sanırım bir Muz Cumhuriyeti'nde içki fiyatları zamlanmış, vay be, torbacılar lobi mi yapıyor ne yapıyorsa artık. Ha bunu yapanın taallukatını sikeyim o ayrı bir konu. Devlet eliyle uyuşturucuya yöneltiliyor insanlar. Ne garip.

P.S3: Birileri Gogol'da "bülent ersoy'un götten yiyişi" diye arayarak siteye ulaşmış. "ismail türüt'e doğuda yapılan şaka"dan daha kötüsü ne olabilir diye merak ederken bununla karşılaşmam hevesimi kırdı.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Metal Yorgunluğu Üzerine


Dün akşam şu yazıyı yayınladım: "Umarım bu yazı böyle rezil kalmaz ama Blondie'yi Sarı Çıyan olarak çevirme kararı aldım. Kendi kendime de gülüyorum hala. Neyse, yazarım yazı diye umuyorum. Niye utanmadan buraya yazdığımın bile farkında değilim. Ama görsem "seni sarı çıyan seniii" diye kızar küfür bile ederim belki. yazıklar olsun." Bunu yazarken sarhoş değildim, çok garip, hala da neden yazdığımı anlayamıyorum. Halbuki her şey Atomic'i(Harika Pazar soundtrack vol.1 - track 01) dinlememle başladı. Kendimi devcileyin bir, küçük şeylerden mutlu olmasını bilen insan olarak buldum, hatta bir an en sevdiğim filme Amelie yazmayı düşündüm, derhal gidip ellerimi bulaşık deterjanıyla yıkamak için lavabo başına gidip, tam şişesini elime alınca "ptpffff" diye her yeri köpük saçışıyla neşelenip el çırptım, sonra şatonun önüne bağladığım midillileri rengarenk boyayıp doğaya bıraktım. Doğada o renkle hayatta kalmaları mümkün olmadığı için, çoğu şatodan ayrılışının 12nci dakikasında, etoburlara kurban oldu.

Evet, dünün saçmalığını aştıktan sonra bugün, metal yorgunluğundan bahsedeceğim. Bu olay, bir adet atacın,ya da yeni çorapları birlikte tutmaya yarayan metal zımbırtı da olabilir, bızıklana bızıklana bir süre sonra kırılması olayıdır. Hani önce rengi değişir, siz içinizden "aha kafası yarıldı" dersiniz ve ataç veya metal zımbırtı kırılır. O metal zımbırtı da bana, her zaman çok daha önemli işler için kullanabilecek bir şey gibi gelmişti. Belki MacGyver için hala öyledir bilmiyorum ya da David Hasselhoff için, kim bilebilir ki? Kimbilir nasıl da şaşıracak çarıklılar!!!
-Bana bak çarıklı sensin!
-Bana mı dedin?
-Evet, sana, sana, sana, hepinize be. Rezil iğrenç yaratıklar. Hiç mi ,insanlık yok sizde ha? Nedir bunlar ha, nedir!!! Nasıl yollarsınız bu pislikleri o tertemiz insanlara? Onlar kitap istiyor, okul istiyor, okumak istiyor. Onlara yardım elinizi uzatacağınıza bir de utanmadan, sıkılmadan alay ediyor, küçük görüyorsunuz!!! Aslında alay edilecek küçük görülecek birileri varsa o da sizlersiniz. Hiçbir işe yaramayan asalak gibi yaşayan sizler!!!! Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki siz!!!!

Efendim, sinirlendim ve Çalışkan Ahmet cinneti geçirdim. Hala David Hasselhoff'la dalga geçen insanlar var. Zizek diyor ki, gidip de Stephen King'le dalga geçen insanın Freud'u anlaması mümkün değildir. İşte bu şekilde, bir MacGyver, bir David Hasselhoff ve 80lerde kuzeni(sonradan değil, benzerlikleri -aynı zamanda göğüs kılları da- azalıyor) olduğu bariz olduğu belli olan George Michael'la dalga geçenlerin de, 80ler partisi düzenleyenlerin de, bu insanlarla adeta alttan alta dalga geçenlerin de careless whisper'ı anlaması mümkün değildir. Part-time lover, ve easy lover'dan sonra yeryüzündeki en iyi şarkı Careless Whisper değilse nedir? Sorarım size? Ayrıca, başındaki şu klasik gitar girişli olanı asıl yüreğimizi parçalayan yeri ban... tonight the music seems so louud..... but now who's gonna dance with meeee!!! Şarkı devam ederken en gaz yeri geldiği anda Faulkner olsam, yine de gelip o kısmını yazmam lazım. Neyse, işte metal yorgunluğu bunun gibi bir şey, içten içe dalga geçilen 80lerle bir sorunu olan varsa konuşabiliriz . Ha modası yarak gibiydi onu herkes biliyor, ama bir dönemin de bu kadar üstüne gidilmez ki! Neyse, zaten Blondie'de çok az da olsa 80ler sayılır. Böylece konuyu bağlamış olduk. Abuşların 80ler partilerine de kafam girsin.

P.S: Fotoğraf açılacak mı bilmiyorum, ancak bu insan bitirdiği okulu "Hogwarts School of Witchcraft and Wizardy" - Gryffindor olarak yazmış, ve 12 yaşından çok daha büyük, sadece haber vermek istedim. Bunu ironik olarak yapmıyor, ciddi ciddi yazmış. Ha benim facebook hesabım yok, ama geçen hafta kapadım, baktım duvarımda kedili video, uyuyakalan bebek videosu ve eski filmlerden sahneler paylaşılmıyor, vurdum kilidi hesaba.

P.S2: Meursault diye bir topluluk var. Arcade Fire sevenlerin, bu grubu seveceğinden şüpheleniyorum. En azından adı için bir şans verebilirsiniz. Ama çok da yüksek bir beklentiniz olmasın. Gerçi banane ya, blog'a koyduğum dalga 12 kere indirilmiş. Meursault'yu da siktiredin anasını satıyım.

24 Ekim 2010 Pazar

Oasis Üzerine



"İstesem bir tane daha Live Forever yazabilirim." Noel Gallagher

"He benim Noel'im, he benim gözüm" Monteyn

"İnan sana değil kastım cahille sohbeti kestim." Hüseyin Karakuş

"Abi biraz ayıp olmuyor mu sence?" Monteyn

Oasis gibi, unuttuğum ve sinirlenmemem gereken bir grup hakkında neden yazıyorum? Çünkü Oasis'in Grooveshark'ta şarkısı yok. The Beatles'ın itunes'da bulunmaması gibi bir şey. "Bizim şarkılarımız 1 dolardan daha değerlidir" gibi bir mantık var. Vay canına! Bir saniye hemen Amazon'dan Sgt.Peppers'ın normal fiyatına bakıyorum....(yine birkaç yazı önceki laylalaayay diye marketten cips çalan martı gif'ini burada kafanızda oynatabilirsiniz.) 12 dolar. Yani şarkı başına 0.92 sent düşüyor! Gerizekalı götü kalkıklık prensibi deniliyor sanırım buna. Az çok Grup Beatles'la ilgilenmiş biri olarak, böyle bir kararı alan insanın ekonomik zekasının Family guy'da Peter'ın şirketinde çalışan Opie abimiz kadar olduğuna inanıyorum. Oasis ya, bildiğiniz Wonderwall'u yapan insanlar. Şu aşağıdaki videonun varlığına sebep olan insanlar!



Bildiğim kadarıyla Grup Beatles'ın telif hakları Jikael Mackson(Persepolis)daydı, artık Thriller'ı kaydederken P.Y.T'nin kayıtları sırasında Paul McCartney'yi apladı mı, kokainledi mi ne yaptı bilmiyorum. Neyse, şimdi ölünce kime geçti o haklar? Şurada 54 kişilik dev bir topluluğuz, herkes 1,000'er avro atsa, kafadan Strawberry Fields Forever'ı satın alırız, gerekirse Tuzla'da yayın yapan garip radyolarda çaldırtırız. Düşünsenize ya, nerede çalınsa doğrudan hakları elimizde, istersek çaldırmayabiliriz. Çalan olursa "Olm seni enişteme siktirticem" diye gözdağı verebiliriz. 54 kişi bir odada toplanıp "Strawberryfieldsforeverperverler Derneği" olarak Strawberry Fields Forever dinleyip Sek Pamukşekerli Süt içebiliriz! Ve, son zamanlarda halam sayın Jacqueline Monteyn'e giderek benzeyen Paul McCartney gelse, ona bile dinletmeyebiliriz. Belki Ringo Starr'a olabilir. Grup Beatles'ın en kötü şaka yapan adamına üzülüyorum. Tam bu British Invasion dönemindeki röportajlarını izledikçe şaka anlayışlarının çok afedersiniz ama yarak gibi olduğunu görüyorum. Aynı dönemden Bob Dylan'ı bunun tam tersi olarak örnek vermeme bile gerek yok gerçekten. Bu yazıda adı geçsin diye sadece Bob Dylan'ın adını yazdım. Belki birkaç kere daha yazarım, yakınlarda yeni bir bootleg çıkardı zaten, iki gözüm.

P.S: Bu yukarıdaki videoyu bana ilk gösteren kadim dostum Adam Smith'e teşekkür ederim.

22 Ekim 2010 Cuma

Mosfilm ve Toho Üzerine

Bu iki logoyu buraya, içinizden "Ulan 3 saat 17 dakika nasıl geçer şimdi", "Adam resmen dikkatle filmi izliyor, ben de izleyeyim bari", ve sonunda dışınızdan "Boşver ya, uyuyalım artık, yarın devam ederiz filme" deyişleriniz gelsin diye koyuyorum. Sonradan Toho Godzilla'yı falan çekti ama, Mosfilm asla taviz vermedi. Bana kalırsa, özellikle Mosfilm'de çalışan, yapımcısından ışıkçısına, çaycısından kostüm sorumlusuna kadar herkesin günlük konuşmalarının sadece "Hmm evet Heidegger konusunda haklısın, ama bir de şöyle düşün istersen.", ya da "Bilmiyorum Shichinin no Samurai biraz kısa olmuş sanırım, bence en az 1 saat daha uzun olmalı, daha derin açıklamalıydı ilişkilerini." şeklinde geçtiğine inanıyorum.
P.S: Uzun film olarak da yeryüzünde içimi bayan tek film Apocalypse Now galiba. Redux'ını izlemiştim filmin, ve insanlara Wagner sevgisi aşılaması dışında pek bir numarası olmadığına inanıyorum "Çok çirkinsin keşke ölsen" diyorum Apocalypse Now'a. Bir de Martin Sheen'in, en çok Charlie Sheen'e benzediği filmi olabilir bilmiyorum. Zaten Charlie Sheen evlat olsa sevilmeyecek bir insan benim gözümde. Ha bir de ineği kesme olayı vardı, aklımda kalmış, bir de Laurence Fishburne'ün sübyan hali. Büyük bütçeli Vietnam filmlerinde şu sıralamayı tercih ederim Platoon(cCc Willem Dafoe cCc) > Full Metal Jacket > The Deer Hunter > Apocalypse Now(allah belasını versin, filmin bütün kopyalarının yeryüzünden kaybolması için her gece buda heykelinin önünde mum yakıyorum.)

Size, kaset çeker gibi, kendi elcağızlarımla karışık albüm hazırladım. Gerçi kasede heavy metal çekmişliğim de var, fakat bunlar heavy metal değil. Son zamanlarda dinlediğim bazı insanlar falan var. Bugün sanırım yazı da yazarım. Ayrıca albümdeki şarkıları birbirlerine uyumlu olacak şekilde sıraladım, tamamını tersten dinleyince "satan is my lord" diye bilinçaltına mesaj veriyor.

http://www.mediafire.com/?bgz9aot0583wm7k

20 Ekim 2010 Çarşamba

Paris Komünü, Lenin ve Lady Gaga Üzerine


O zamanlar daha Stalin yoktu. Aaaa olur mu efendimiz...

Hasss, pardon şeyi karıştırdım, evet ne diyordum bugün Paris Komünü'nden, o grup seksin şişelerden çılgınca aktığı, ahlaksızlık dolu gecelerimizden bahsedeceğim. Ahlaksızlık olan tabii ki grup seks değil çok sevgili okur, ahlaksızlık olan grup seksin bade olup şişelerden akması, aklıma youtube'da izlediğim pseudo-lsd triplerini getiriyor böyle saçmasapan imgeler simgeler. Adeta bir Hunter S.Thompson kafası, bir gonzo habercilik tirpleri, ne oluyor böyle.

O zamanlar komün bir şekilde yaşıyoruz biz, Ursula K. LeGuin bir yandan not tutuyor, biz de diyoruz ki ona, yazar olamazsın demedim, bak yine olursun ama hobi olarak olursun. Aslında dedim ki gelin iki ay değil de, bu Komün'ü üç aylar kafasında yaşayalım, fakat bir allahın kulu dinlemedi, o zamanlar ağır allahsız olduğumuz için bunu önceden hesap edemedim.(Bu şakayı şu anda Muş Bulanık'ta vatani görevini yapmakta olan bacanağıma yolluyorum) Bir yandan da bir yüzyıl kadar önce Bastille'e insanlar akın ettiğinde içerisinde Leonardo DiCaprio'nun maske takan versiyonundan başka kimseyi bulamamışlardı deyu deyu ağlıyorum. Eğer iki hafta önce gitselerdi Rabelais oradaymış ancak onu da salıvermişler iyi huydan. Bu iki ay içerisinde şunu diyebilirim ki, çok bol yeşil erik yemiştim diye hatırlıyorum. Haşır huşur, şöyle tuza bana bana ağızdan suları aka aka. Evet, şu iki paragraflık anlamsız girizgah'tan sonra mevzuuya giriyorum.

Derler ki, Ekim Devrimi'nin altmışikinci veyahut altmışüçüncü günü, Lenin, Bergama'dan çalgıcı grubu çağırtıp "benim agam yanlış yapmaz" diye diye oynamış. Ey sevgili okur bu eğer gerçekten olduysa, şu andan itibaren hayatımdaki tek amacım Moskova'ya gidip Lenin'in mumyalanmış kel alnına "htp pükh" diye 10 avro yapıştırmak olacak. Ya hu böyle saçma bir şeye asla inanamıyorum ve dahi inanmak istemiyorum. Hayır kendisi hakkında pek bilgim yok, iyi giyiniyor, sanırım biraz solculuk durumları var asla converse giymiyor falan ama adam devrim yapmış ya hu! Çıkıp da "Ohh be Paris Komününe nasıl da geçirdik ama!" diye kutlama yapar mı sizce? Halk yapar, o ayrı, şimdi burada kitlenin nasıl kendi aklı olduğundan falan bahsedip ortama bir Birikim kokusu yaymak istemiyorum, ne güzel eyleniyoruz şurada.(evet eyleniyoruz, ne oldu yalnış mı? bence deyil çünkü)

Bu konuyu burada bitirirken ikinci çok önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. Aylardır zor tutuyorum kendimi, ama artık Lady Gaga'dan bahsetmemin zamanı geldi. Hepiniz biliyorsunuz ki, gerizekalı tanımına tam anlamıyla oturan davranışlara sahip. O da ekmeğini kazanmak için kendi çapında her klibinde softcore porno çekiyor ne yapsın. Fakat, kendisine kıyafet önerim var, "lady gagacığım lütfen ölü köpek yavrusu ve kayıp ruhlardan dikilmiş bir kıyafet giy lütfen" çünkü, dikkat çekmemek için yapmadığı bir bu kaldı sanırım.

P.S: Bu yazının tamamını Dark City soundtrack'inde Anita Kelsey'nin söylediği "The Night has a Thousand Eyes"ı dinleyerek yazdım. Peki bundan bana ne? diyecek olan okurlara şunu demek isterim ki, filmin directors cut'ında Jennifer Connelly'nin kendi sesinden dinliyoruz, ve sanmıyorum ki bir insan Anita Kelsey'nin sesinden tercih etsin o şarkıyı Jennifercığımdan dinledikten sonra. Mal yönetmenin neden filmi sinemalara o şekilde yolladığını anlamak mümkün değil. Ayrıca Matrix'le beraber çıktığı için yalan olmuş güzelim film. Halbuki Kiefer Sutherland yine dünyayı kurtarıyor anasını satıyım. 24 hala devam ediyor mu ya? Kurtlar Vadisi oldu o da iyice.

P.S2: Az önce istatistiklerden gördüğüm kadarıyla bloga iki kişi Gogol'dan, "ismail türüte doğuda yapılan kamera şakası" kelimelerini aratıp girmiş. Onlar bana bir mail atarlarsa, çıkışta bir şey konuşacağım onlarla. Sinirim bozuldu şimdi demek "bülent ersoy'un galatasaray'ın yeni stadına vinçlerini kiralaması" yazılsa da gelecek blog. Bu arada gerçekten vinçlerini kiralamış o ayrı konu tabii. Ben isterim ki, mesela korelasyon, ya da entropi kelimeleri aratılınca gelsin blog, ama malesef sonuç olarak aldığım şey "ismail türüte doğuda yapılan kamera şakası" oluyor.

P.S3: Moskova falan demişken, bir iki kişi mail atsın trans-siberian ekspres yapacağız onlarla. Bilet ücretlerini herkes kendisi ödüyor, bende tarhana çorbası falan var. 3 hafta boyunca 60 yıllık tren koltuğunda basur olacağız, Dersu Uzala'nın torunlarına Kapitaaaağınn Kapitağııın uyursan ölürsün diye camdan bağıracağız ve çişimiz gelince yarım litrelik şişenin içine işeyip camdan sallayacağız. Öyle, "Vay ben Interrail yaptım, Roma çok güzel, gittim ispanyada Manu Chao'yla haplanıp ev soydum. Yok efendim Cypress Hill elemanlarıyla esrar içip güldüm, vay efendim Prag'da Bally çekip Kafka'nın evini yaktım" muhabbetleri bitsin. Maçası yiyen, transsiberian ekspres yapacak.
 
Copyright © 2010 MONTEYN