28 Mayıs 2010 Cuma

Çalışanlara Dayatma Üzerine

Normalde, "İrfan Abi" denen adama sırf dayatma yüzünden İrfan Bey demek ne soğuk, ne rahatsız edici.

Bunu duyduğu anda da saygı dalgasına kapılıp derya olan insan varsa, aklından şüphe ediyorum onun. Burada milyon dolarlar kazanan şirketlerden bahsetmiyorum, temizlik hizmeti veren şirketlerin bazıları da böyle bir zorunluluk getirmiş. Irkçı olmaktan kaçınıp, amblemine tamamen Japon, Çinli ve Zenci doldurup sıçıp batıran firmalardan farkı yok. Kalitesiz pragmatizm.

Özellikle lokantalarda ve süpermarket kasalarında çok dikkat çeken bir mevzuu. Yapılan işin ne kadar ciddi olduğunu kanıtlamak için bey, hanım kullanmak 30 yıllık kitabı, yırtılacağını bile bile gazete kağıdıyla kaplamak gibi. Yeni iş modeli diye bir yapı varsa, en büyük gerizekalılığı budur. Kasiyer "Sabahat Abla" diye bağırsa hiç sorun yaşamazdım.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Le roi et l'oiseau Üzerine


Bu film imdb'nin animasyon listesinde, Wall-e'den ve de Spirited Away'den sonra gelen filmdir. Rahatlıkla şimdiye kadar izlediğim animasyonlar arasında en iyi film müziğine sahip olduğunu söyleyebilirim. Hele bir atonal evlenme marşı aka Mendelssohn'un reöreöre(buraları merak eden varsa bulur. Uzun uzun ne olduğunu yazmaya gerek var mı karar veremedim.)var, Ekmek Teknesi'nde söylendiği şekliyle "arzular şelale" diyor insan. Paul Grimault, 1948 yılında iş arkadaşıyla beraber Andersen'in, Çoban Kızı ve Bacatemizleyicisi öyküsünü çizmeye başlıyor fakat 1952 yılında arkadaşı bunu erkenden yayınlayınca projeyi rafa kaldırıyor Grimault. 1967'de filmin haklarını tekrar alınca yavaş yavaş üzerinde çalışıp bunu 1980 yılında bitiriyor.

Bu filmi insanların izlemesi için elimden gelen tek şey şu an:"lütfen bu yazıyı listendeki 10 kişiye yolla!!!! sonunda msn adamının maviye döndüğünü göreceksin!!!!! ben denedim oldu!!!!!!" gibi bir şey demek. Miyazaki'nin Studio Ghibli'si var ya -ki amblemi Totoro olduğu için yeryüzündeki en güzel ambleme sahip aynı zamanda- bunu özel olarak yayınlandı. Miyazaki resmen "bu benim animasyon işine girmeme sebep olan filmlerden biridir" demiş.

Ayrıca Çoban Kız o kadar zarif ki, başka filmlerde Sindirella'yı ya da ne bileyim daha zarif birilerini oynamış olabilir eğer Disney'de film kariyerine atıldıysa. Ama bu Jean Seberg'in Terminatör'de oynaması gibi bir şey olurdu. Böyle dar betimlemeler yaparak konuşmak da Lovecraft'ın "öyle korkunçtu ki gözlerime inanamadım." demesi kadar kör. Ama bu görselliği sadece şu an beze yemeye benzetebiliyorum. Isırırken biraz sert sonra ağızda "köpürff şrpfff" haline geliyor.



Ha bir de şimdi aklıma geldi 1999 yılında Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz'iyle en iyi kısa animasyon film dalında oskar alan Aleksandr Petrov abimizin Ivan Shmelyov'un, Moya Lyubov öyküsüne çizdiği animasyon var ki adam üç yıl boyunca çalışıp yapmış. İzledikçe insanlığımdan utanmıştım, bir insan nasıl bu kadar güzel bir şey yapabilir deyu deyu. Aşağıda ilk parçası var;

P.S:Aleksandr Petrov, Ivan Shmelyov, Moya Lyubov diyince bütün cümle Rusça'ya boğulmuş. Ayrıca emekli olunca Bordeaux'daki derebeyliğimi satıp Kaliningrad'da yeşil ve mavinin birleştiği ufak bir sahil kasabasına yerleşmeyi planlıyorum. Sonra da ev yapımı şarap işine gireceğim muhtemelen. Emekli adamın kaderi bu, elden bir şey gelmez.

25 Mayıs 2010 Salı

Bir Hezeyanla Kafasına Kravat Bağlayan Adam Üzerine


Bunu en son yaptığımda bir basketbol maçında taraftardım diye hatırlıyorum. Zaten spor müsabakaları taraftarlar için olmadan olmak, hamken tamamen ham kalmak gibi şeylere sebep olduğu için kafama bağladığım kravatın anlamsızlığını fark bile etmedim, ve gözlerinin altına savaş boyasını süren Rüştü Reçber gibi, kafasına bant takan Rambo gibi moda girdim.

Zaten bu hareket, işlevini yitiren ve düşen organ gibi bir şey. Mesela Peder Bey'in kafasına kravat bağladığını hayal ettiğim zaman gözüm seğirmeye başlıyor. Sanmıyorum ki 30 yaşının üstünde bir insan bu zalım hareketi yapabilsin. Fotoğrafı da yok, bana belgelerle gelin zaten! Geçen gün de Uçankamon'la konuşurken "düğünde baba oynaması" gibi çok önemli bir konuya parmak bastık. Gogol'da "düğünde baba oynaması", "baba oynaması", "sigaralı alkış" gibi kelimelerle aratmama rağmen bir tane bile fotoğrafını bulamadım. Yazıklar olsun! Züvididi züvidit diye Pac-Man'i koymayı bilen koca firma, şu blogu host eyleyen firmanın arama motoru bir tane bile baba oynaması fotoğrafı bulamadı! Ayrıca "G" harfi de bug gibi bir şey olmuş, her oynadığımda sona bıraktım onu. İnşallah daha 4 nesil boyunca ipod killer vesaire diye çıkardığınız ürünler tutmaz!

Hemen tanımlayalım düğünde baba oynamasını: İzmarit ağızda, alkışlayarak ritm tutmak, ama düğünün sahibi olduğunu kanıtlarcasına mağrur bir gülümseme. Aslında Bizimkiler'deki biracı Cemil'i düşünürseniz daha kolay akla gelecek babanın o hali. Arada oyuna katılır gibi yapmak ama bacaklar oyuna dahil olsa bile alkışlamaktan vazgeçmemek de yine bu dansın çok önemli bir özelliği. Bunu bilmeyen vardır diye söylüyorum, çocuk sahibi olma hayalindeki çiftleri, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kontrol ediyor ve er kişiden bu oyunu oynamasını istiyor(sigara içmezse kore malı elektronik sigara veriyorlar rahat olun), kadına da doğrudan "x hanım şu eşyamızı kaybettik nerede olabilir acaba?" diye soruyor, eğer "En son nereye koyduysan oradadır." cevabını iki saniyeden kısa sürede verirse ve kocası da izmarit dansını başarıyla tamamladıysa çift, çocuk sahibi olabiliyor. Bu yüzdendir ki mesela bazı çiftlerin çok uzun süre çocuk istediğini ama yapamadığını görürseniz diye söylüyorum, kadın hamile kalsa bile eğer izmarit dansı olmuyorsa Yılanların Öcü'ndeki gibi sırtına kaya yükleyip bebeği düşürttüyorlar.

P.S: Gogol yine yaraklarda "kafaya kravat bağlamak" dedim ikinci sayfada Hodja Nasreddin'i verdi. Adeta bir Koska Kağıt Helva pakedi gibi fotoğraf. Nasreddin Hoca da biliyorsunuz, Azeriler bizden diyor, Akşehirliler bizden diyor, ve hatırladığım kadarıyla da İranlılar da bizden diyor. Onlara bir şey demiyorum, sözü Hodja Nasreddin'e bırakıyorum. Nasreddin Hoca bir gün eşeğiyle giderken, Abdurrahman Çelebi'den düşmüş. Çevrede bunu görenler gülmeye başlamışlar hemen. "Hoca Hoca ne oldu?" diye sormuşlar, Hoca durur mu yapıştırmış hemen cevabı(abdurrahman çelebi'nin tenasül uzvunu göstererek) "Eşeğin siki oldu, yardım edeceğinize gülüyorsunuz. Bu arada Cuma hutbelerini de 25 dakikaya çıkarıyorum, gelmeyenlere de düdük yok." falan demiş. Çevre sakinler toplanmışlar hemen hocanın başına, "vah vah yazık adam kafasını toprağa çarptı delirdi" demişler. Nasreddin Hodja'nın cüppeden içeri elini sokup her film ve fıkra delisinin yaptığı gibi Napolyon taklidi falan yapmaya başladığını da fark edince bunlar "müzikle tedavi eden en yakın şifahane de Edirne'de var, eğer biz Akşehir'deysek ne ala belki bir şekilde kurtarma ihtimalimiz vardır, ama ya İran'daysak ne olur halimiz." demişler. Hemen Timur gelmiş o sırada, "Oğlum işler iyice sarpa sardı, fıkra fıkralıktan çıktı resmen onuncu kalite Üniversite Mizah Dergisi yazısı haline geldi, ne yapmalı?" demiş, bakmış çözüm bulan kimse yok, çekmiş vurmuş Nasreddin Hoca'yı. Sonra Köroğlu gelmiş demiş ki "Delikli Demir çıktı mertlik bozuldu.", daha zaten bu lafın yarısındayken "kes lan sen de iki lafın var tatava yapma" demiş Timur ve onu da vurmuş. Tabii o zamanlar ateşli silahların dolum süresi uzun, yanındaki silahtar hemen yeni bir tane veriyor. Sonra bir vakanüvis gelip bir şeyler fısıldıyor Timur'un kulağına; bakıyorlar o zamanlar daha, doğrudüzgün tüfek keşfedilmemiş, Timur akıllı adam, hemen büyük bir anakronizm yaptığının farkına varıp fıkrayı iptal ediyor. Bu yüzden Timur İmparatorluğu'nun da ömrü kısa olmuştur.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Babaanne, Dede, Anneanne, Büyükbaba Evlerinin Garipliği Üzerine


Yukarıda saydığım arkadaşların evlerine bayramdan bayrama gidenler de çok iyi anlayacaklardır ama, biraz daha sık gidenlerin de saydığım garip eşyalarla karşılaşması daha kolay olduğu için onlar biraz daha iyi anlayacaklar. Bu evlerin tamamı siyah beyaz fotoğraftan başlayıp ilk dönem renkli fotoğrafa kadar uzanan renklerden ibaret. Bir de peder beyin simitçi bıyıklı hali, veya valide hanımın küt saç kesimli hali sürekli zaman kaymasıyla ortaya çıkıyor bu tip evlerde. Alice'in küçük kapıdan içeri girmesi için mantar yemesi gerektiği gibi bu insanlar da kapıdan girmek için küçülüyorlar resmen. Halamlar, ki kendilerini İsviçre, Avusturya, ve Danimarka'yla düzgün ilişkilere sahip olmak için gelin verdik. Çeyiz olarak, Alsace-Lorraine'i almayı planlıyorduk ki, malesef hepsini yanlış yere gelin vermişiz, komple Almanya'ya dadanmamız lazımmış. Neyse, bu insanların en küçüğü şu an 60 yaşında ve sigara içtikleri dönemde şatonun içinde oradan oraya saklanıyorlardı.

Asıl olay bu evlerin içlerindeki eşyaların değişiminin çok ağır olması. Çünkü belli bir yaştan sonra gelen yeni eşyalar da eskilere adapte olmak zorunda, uluslararası dedebabaanneanneannebüyükbaba evi standartlarına göre, elden bir şey gelmez. Şarjlı el süpürgesi bile ikinci ayından sonra evde en az 36 yıldan beri kullanılıyormuş gibi durmak zorunda. Mesela 60 yıllık singer dikişmakinasının(bu arada o kadar ağır ki, saf demir haliyle eskiciye verilse, antikacının vereceği miktardan daha yüksek bir meblağ eder) ahşap çekmecesinde kime ait olduğunu bilmediğiniz Deniz Subayı kol düğmesi, madeni 5 para(kuruş değil para!!! Paranın birimi para yani o kadar eski), üstünde Indianapolis amblemi olan ufak bir zil, muhtemelen hacı şakir'in kendi eliyle ürettiği ilk sabun, bir avuç boyutunda ufak ekoseli kumaş, küflenmiş terzi ruleti gibi şeyler bulunabiliyor. Gerçi hala oradalar mı bilmiyorum, ama 7 yaş civarında hastasıydım o eşyaların, nasıl bir kalsiyum sandoz kutusuyla çok şey yapabileceğimizi hissediyorsak o yaşlarda, tam olarak aynı şeyleri kuru sabun parçasına karşı hissediyordum. Evet, kuru sabuna bazı platonik duygular beslediğim oldu belli bir dönem.

Neyse, hele bir adet büyük fanus boyutlarında düğme kutusu görmüştüm bir tane, hala da vardır muhtemelen. Sanırım ona kadim düğme kutusu demek daha uygundur, şimdiye kadar yeryüzünde üretilmiş tüm düğmelerin blueprint'i onun içinde var çünkü. Bu kutsal kutunun birçok babaannenin evinde yedi kollu şamdan gibi değerli manevi bir simge olduğunu kabul etmemek mümkün değil. İstemsiz oluşan düğme koleksiyonu gibi dursa da, içinden çıkan abuk kol düğmeleri insana "bu düzen kendi kendine varolmuş olabilir mi ya ebu cehil?" diye sordurtuyor doğal olarak. Ya bu arada bazı insanlar peçete koleksiyonu yapıyordu ne acaip bir mevzuu, dolabın altında poşet poşet kağıt peçete var, "bak bunu da almanyadan halam getirdi." hesabı. Çok anlamsız demeyeceğim, çünkü az önce saydığım kuru hacı şakir sabuna duyduğum hisleri insanlar mendile hissediyor olabilir. Ayrıca hem sabun hem de kağıt peçetenin birbirine bu kadar yaklaşmasından ötürü bu konuyu kestirip atıyorum tam şu an.

Bari, bu 4 büyüklerin evlerinden bahsetmişken bayram ziyaretlerinden de bahsedeyim tam olsun. Biz mesela paskalya olsun, noel olsun toplanınca bir muhabbetler dönüyor, ancak buna katılmayan kişi ailenin soğuk insanı oluyor. Halbuki küçük bir matematik hesabı yapılsa, aslında yılda 3 kere gördüğün ve bunun dışında hiç muhabbetin olmayan biriyle gidip de günlük meselelerini anlatamayacağın çok kolay ortaya çıkar. Ama sırf bu olay yaşanmasın diye İŞ ve OKUL kavramları keşfedilmiş, böylece hayatınız boyunca zerre konuşmadığınız ama annenizin sizi doğurmadan önce genç kızken birkaç ay baktığı uzak akrabayla "okul nasıl gidiyor?", "işler nasıl?" sohbetlerine girilebiliyor. Eğer ki din olmazsa bayramlar falan olmayacağı için, kafadan okul ve iş kurumları bitecek zaten, ki o zaman dünyadaki tek Anarko Nihilist parti EHKP-C(ezilen halkın kurtuluşu partisi-cephesi, o kadar kofti ki, dilbilgisi kurallarını yok sayarak anarşizm anlayışını liseli ergen düzeyine çekiyor.) başa gelecek. Sonra da önce ülkeyi ardından da dünyayı kapatacağız zaten, anarko nihilizm hesabına. Ama ülkeyi kapatmadan önce, bayramlarda kafa siken akrabaların hepsini toplayıp hücrelere kapatıp bellli yaptırımlar uygulayacağız. Mesela sıkı dostlar ayarında olan akrabalara günde 9 saat durmadan anı anlatıp dedikodu yapmazlarsa malesef yemek vermiyoruz. Gelin-damat-kaynana aynı hücrelere kapatılıp oedipus'un sınırlarını zorlayıp delirecekler 3 hafta içinde. Eğer sağlıklı bir şekilde, önceden yaptıklarının saçmalık olduğunu kabul ederlerse iki tepsi mantı veya kapama yapmaları karşılığında salıverilecekler. Bunun yanında utanıp bir çikolata alan çocuklar bizim yanımızda! Onları avuç avuç çikolata almak için dağlarda yetiştireceğiz! Ellerden 3 gün çıkmayan ve migreni tetikleyen kötü kolonyaları üretenleri duvarlarına hacı yağı sürülmüş odalara 2 ay kapatıyoruz! Israrla baklava yedirmek isteyenlerin dilleri kesilecek! Propaganda posterleri olarak Baklava/Ayran kombinasyonunun güzelliği en iyi tasarımcılar tarafından yapılarak dev posterleri her yere asılacak. Sırf bayram olduğu için kaş göz işaretleri yapıp kızan ama o günün akşamında çocuklarına öfkeyle dalan anneler babalar yarraklardasınız! 1977'den beri bunu yapan ebeveynlerin kayıtlarını tutuyoruz, hepinize Simyacı'yı 6 kere okuma cezası veriyoruz! Güzel bulduğunuz kısımların altını çizip tartışıp, kitap bir bok anlatıyormuş da siz de aydınlanmış gibi gaza geleceksiniz, unutmayın ki en karanlık an şafak sökmeden önceki andır! Ve harçlık olarak bozuk para veren çok uzak akrabalar ya da yan apartmandaki komşu, siz içten pazarlıklısınız, siz kötüsünüz, siz içinizden "belki ben yaşlanıp hasta oluncaya kadar çok iyi iş sahibi olur ya da piyangodan parayı vurur da "sana yaptıklarımı unutma" der yararlanırım" gibi pragmatist düşünceye sahipsiniz, belki de saydıklarım arasında en kötüsüsünüz! Çok az kaldınız ama hepinizin adresi elimizde, bundan sonra kağıt parayla alışveriş yaptığınız zaman hiçbir şekilde üstü kağıt para olarak verilmeyecek. Eğer 50 lira verdiyseniz 46 liralık bir şeye, ilk iki bozukluk bir lira, diğer bozukluk iki 50'lik, kalan bir lira da on kuruşluk olacak şekilde üstünü alacaksınız. Bozuk para cüzdanı yasak, hepiniz büyük cepli keten pantolon giymek zorundasınız!

MUTLU GÜNLER EHKP-C'yle gelecek!

14 Mayıs 2010 Cuma

Bazı Müzikal Topluluk İnsanları Üzerine


Onlar, 3 kişiyi aştıkları zaman sokağın ortasında çok sesli müzik yapma olayının hastası insanlar.

Dün yine dururken, sabah kalkınca çoraba odaklanıp on dakika zamanımı harcarmış gibi boşluğa bakarken aniden, röhöy diye kulağıma bir basın "let the sunshine in"i çarptı. Tek bir melodi yeterli böyle bir felaketin tetiklenmesi için dostlar. İnancım odur ki müzikal toplulukların açık alanda spontane şarkı söylemeleri herhangi bir sınav esnasında burnunu temizlemek yerine çeken insandan daha az rahatsız edici değildir.

Doğal olarak artık mekanizma(aka polifonik bulşit) işlemeye başladığı için toplanan müzikal gruptan önce zenci gırtlaklı soprano namelerle, gırtlak hareketleriyle, Chris Cornell'in adem elmasını titretmesi numaralarıyla şarkıyı söylemeye başladı. Zaten bu tip olaylarla önceden karşılaşmış olanlar, basbaritonunun mevzuuya dahil olup herkesten yüksek sesle şarkıyı söylemeye başlayacağını tahmin edebileceklerdir. Kötü niyetlilik yapmayıp, bunu sadece keyif için yaptıklarını düşünmek istiyorum ancak bakıyorum da çevreden gelen ilgiye de kayıtsız kalmıyorlar! İnsanlar dinlemeye başladıkça coşuyorlar adeta tek yürek tek bilek Power Rangers'ın mega zortu, Voltran'ın Voltran'ı gibi dağıtılamaz bir topluluk haline geliyorlar.

İşin en kötü yanlarından biri, eğer topluluk çok sesli koroysa amenna aralarında hareket yapan çıkmıyor paşa paşa şarkılarıyla kafa sikiyorlar. Ancak önceki yazılarımda da tekrar tekrar lağvedilmesi gerektiğini belirttiğim müzikal topluluklarsa, aralarında bazıları kendilerini kaptırıp tdk sözlükte "let the sunshine in hareketi" olarak tanımlanan, kolları havaya kaldırıp sarsıla sarsıla indirme dansını icra ediyor. Tabii ki Napoleon Dynamite'tan daha kötü şekilde. Toplulukların tek beyni olur gibi bir laf vardı şimdi hatırlayamıyorum, ama o grubu dağıtmak için aklımdan hiçbir çözüm geçmiyor, ucuz numarlarla yanlarında bağıra çağıra şarkı söylemek tamamen ahlaksızlık olur. Çare Sarıgül desem kötü şaka olacak ve kimse bir cümle daha okumayacak, bu yüzden eğer topluluğa n değerini atarsak, en az n+1 sayıda ortak ülküye hizmet eden insan bulup şarkılarında harmandalı oynanacak, başka bir yolu yok. Bu isterse Chicago olsun, isterse Grease'in "şabalalalaladübidibapdiba, şubapdibaribaridibudibupbibu"su olsun utanmayacaksın. Onlar halkın huzurunu bozmaya yeltenirken utanmıyorlarsa siz de harmandalında utanmayacaksınız.

Ciddi anlamda bu gruplar böyle şeyler yaparken bilinçaltında "ah ulan şu an bir prodüktör şuradan geçse de bizi keşfetse" gibi bir şeyler geçirenleri varsa, ya da insanlardan ilgi bekliyorlarsa bizim oralarda bir laf vardır pathétique diye tam olarak durumlarına uyuyor. Bu konuda başarılı olmuş nadir insanlardan biri İbrahim Tatlıses, kendisi inşaatta keşfediliyor galiba ondan daha yetenekli değilsiniz, lütfen üç beş kişinin "hmm çok güzel söylüyorsunuz"una kanmayın.


P.S: Hah tam aradığım tarzda fotoğrafı buldum. Hem siyah beyaz, hem de tetiklenmeye,her an dans edip, şarkılar söyleymeye hazırlar ki, fotoğraf çekilirken bile sağ bacağını titretenler olmuş zaten. Benim de toyluğumdan kalma buna benzer birkaç adet fotoğrafım var, dijital alemden kaldırtmak için 2 hafta önce yasal işlemleri başlattım. Haklı buldular, şimdi tüm arşivlerden kaldırılıyor.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Paolo Conte




Yazıyı sonra da yazarım ama bunu dinlemeniz lazım. Bir de bazen dinlerken "ben bu şarkıyı nereden biliyorum" diye hissederseniz diye baştan söyleyeyim muhtemelen bir yerden bilmiyorsunuz. "Lemon Tree"nin bazı yerlerindeki melodisini andırdığı için bünye ona benzetmeye çalışıyor. Belki François Ozon'un 5 X 2 filminde duymuş olabilirsiniz; ben izlemedim internette gördüm o yüzden doğrudan geçiyorum. Zaten soyadı Ozon olan biriyle asla dalga geçmem. Ahlaksızlık ilkelerime aykırı. Hem şimdi Fransuayı falan boşverin şarkıyı dinleyin. Ayrıca Paolo'nun burnu, Nuovo Cinema Paradiso'daki Alfredo'yla aynı büyüklükte, onun için bile bu adamı sevebilirsiniz.

Fotoğrafını koyamıyorum, çünkü bütün fotoğraflarında kalın sesli, sigara bağımlısı, şair/müzisyen pozları vermiş, bir tane normal hali yok adamın. Onun yerine bu fotoğrafı koydum artık idare edin.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Denizler Üzerine




"God is death"
Banliyö yanındaki konsepti yanlış anlamış duvar yazısına göre Nietzsche, 2010 civarı

Denizler üzerine bilerek yazdım, aklınızdan Sunay Akın şiiri ayarında Deniz ismini şiire gömerek politik artistlik yapacağımı düşünen varsa çok kalbimi kırar.

Bugün, yine sosyolojik gözlem yapma maksadıyla şehrin banlieue mekanlarında gezerken rastladım tırnak içindeki yazıya, ancak baba yadigarı Leica fotoğraf makinamın filmi bittiği için bu yazının fotoğrafını çekemedim. Leica da isminden ötürü her zaman Rus markasıdır benim gözümde isterse Wilhelm yapsın isterse Conrad. Tabii şimdi Carl Zeiss olsun, efendime söyleyeyim Schneider Kreuznach olsun bir Rodenstock olsun bunlar hep Alman. Kuyumcuların ve çiçekçilerin, bulundukları yerin çevresinde en az 5 tane daha kuyumcu ve çiçekçi var olması ya da; bir köyde, şehre göçüp bir alanda tutunan adamın-diyelim midye dolmacılık- ardından bütün köyü sürükleyerek hepsini midye dolmacı yapması olaylarının benzeri, yani "hemşehricilik" olayı Alman'larda da var. Neyse, Leica doğal olarak uzaya fırlatılan ve malesef ölen köpek arkadaşımız Laika'yı akla getirdiği için asla Alman'la Bundesliga'yla bağdaştıramıyorum.

Bu arada Laika'nın çok hüzünlü bir öyküsü var size bunu anlatmak istiyorum.(yavaş çekimle New York'taki bir apartmanın penceresine yaklaşan kamera)(New york değil tabii Moskova) Aslen kütükte Kudryavka yani googletranslate çevirisiyle küçük kıvırcık, mantıklı bir çeviriyle Çomar diyebileceğimiz isimle kayıtlı olan Laika, soğuk bir Moskova gecesinde 7 kardeşiyle beraber buz gibi bir Sovyet apartmanında karton kutuya doğuyor. Diğer yedi kardeşinden ikisi daha doğum anında ölüyor malesef, bu yüzden Laika günlüklerinde bazen "Bilinmez! Ölen kardeşlerimi düşünüyorum, belki şimdi onlar olsaydı çok farklı bir yerdeydim. Belki de şu an vatani görevimi uzay köpeği olarak değil, bir k-9 olarak yapıyor olurdum. Ama Sibirya soğuğu çetindir derler, Sibirya Kurtlarının bile donmuş vücudunu tundranın ortasında bulduklarına dair konuşuyor koğuştaki diğer iki köpek." diye yazar. Bu diğer iki köpek Laika'nın hem koğuş arkadaşı hem de düşmanıdır. Ne kadar dost olsalar da, Amerikan lise filmlerinde gördüğümüz tatlı rekabetten ziyade, Rus disipliniyle yetiştikleri için, ÖSS kasan azimli gençler gibi birbirlerinden içten içe nefret etmekte, ara sıra laf sokma, hırlaşma, itişip kakışma ve hatta kuyruğa basmaya kadar giden sertlikler yaşanmaktadır.

Eğitim bittikten sonra, mülakatların açıklandığı gün kulübesine bir mektup gelir Laika'nın, "tebrikler bu mektubu okuyan 100.000 kişisiniz ikinci sayfayı okuyun kazanın" diyen, Laika "ben emekli olduktan sonra poker oynayan köpekler gibi davranmayacağım" der ve mektubu bir kenara atar, ama gece uyku tutmaz ve ikinci sayfayı da okur. Evet, bu şerefli görev ona verilmiştir! Uzaydaki ilk memeli hayvan olacaktır.


Ama dostlarım Laika'nın Sovyet Uzay Ajansı'nın hain planlarından haberi yoktur malesef. Şu anda adını anamayacağım hem Mossad'ın hem MI5'ınn ismini açıklamama izin vermediği bir grup bilimadamı, yollanacak hayvanın zaten harcanacağını bilerek yolluyorlardır. Tabii ki Laika'ya bunu söylemezler, önüne en iyi mamaları koyarlar, geceleri en güzel erkek Golden Retrieverları, en çakmak çakmak bakan Sibirya Kurtlarını, en dik kulaklı dobermanları gizlice kulubesine sokarak adeta sefahat alemi içinde yaşatarak gerçekleri görmesine engel olurlar. Bir nevi Haşhaşî gibi bir şey olur aslında Laika ama bunun bilincinde değildir. Görev günü geldiğinde, daha varlıklarından haberdar olmadığı ama korunmasız seks sonucu karnında dört tane yavru taşıyan Laika'yı, Sputnik 2'ye koyup uzayın derinliklerine yollarlar. Ancak Amerika'nın uzayda yazan tükenmez kalem yapmaya çalışması yüzünden geri kaldığı uzay görevlerinde, kurşun kalem kullanarak posta koyan Sovyet insanı, siktiğim uydusunun ısınacağını hesap edememiş ve Laika'nın uydu içerisinde sıcaktan pişerek can vermesine sebep olmuştur.

Bugün eğer, telefonla konuşabiliyorsak, binaların hepsi leş gibi çanak antenlerle donanmışsa bu biraz da Laika sayesindedir.

Laika 1954-???

4 patinle gezerdin,
Kuyruğunu dikerdin,
Bazen güler geçerdin,
Ne güzel köpektin sen Laika.


8 Mayıs 2010 Cumartesi

Death in June Üzerine

Dün akşam Constantinople'da Anathema konseri varmış. Türkçe kaynaklarda sürekli, "yihieaa Polonya ve Türkiye'den başka hiçbir yerde dinleyen yok bu adamları" gibi akla hayale sığmayan eleştiriler okuyorum. Şu birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda bu tip yorumlar duymak beni üzüyor. Bazı ülkelerde, bazı gruplar beklenmedik şekilde çok popüler oluyor. Mesela Yunanistan'da Death in June ve Madrugada çok popüler, rateyourmusic'i ne zaman açsam sürekli yunan alfabesiyle yazılmış yorumlara denk geliyorum bu iki grup hakkında.

İşte diğerinden zaten sürekli bahsediyordum bir ara, şimdi sıra Death in June'a geldi. Aslında Douglas Pearce abimizin grup olarak başladığı sonradan tamamen yalnız olarak devam ettiği bir proje Death in June. Yaptığı müziğe insanlar Neofolk diyorlar. Ben bir şey demiyorum, niye durduk yere genre uydurayım vallahi de çatır çatır neofolk yapıyor bu adam.

Abimiz faşist simgelerin hastası yalnız. Gamalı haç olsun,(az kalsın swastika yazıyordum hiç hoş değil.), SS subaylarının şapkasındaki kemikli kurukafalar olsun, ya da "Roseclouds of Holocaust" gibi albüm isimleri olsun sürekli konserlerinde görüyoruz.

Zaten birçok iyi müzik insanı gibi delirdiği için, kafasına paspas gibi şeyler takıyor, bir de sürekli maskeyle dolaşıyor vesaire vesaire.(Yani bu paspas meselesinden Lady Gaga'nın Death in June dinlediğini varsayıyorum.) Birçok kez faşizmle alakasının olmadığını söylemiş bir insan, ya da beni bağlamaz arkadaş, lisedeyken "obüü System of a Down konsörlörünö Türklör ve Köpöklör gürömöz yozuyomuş."(evet ergen konuşması taklidim bu, bir insanın yazı dili, ergen konuşması taklidi sırasında çok keskin bir şekilde sekteye uğruyor.)diyen adam gibi. Ya neyse, dinleyecekseniz gidin bu adamın But, What Ends When The Symbols Shatter?(albümün adını yazmak çok zor geldiği için wikipedia'dan kopyaladım.) dinleyin.

Ya o değil de, David Gilmour ne biçim yaşlandı lan! Yemin ederim Delicate Sound of Thunder'daki hali adeta bir Titanken, Pulse'taki hali Prometyus gibi diyecektim ki şu an Prometheus'un da Titan olduğunu öğrendim. Ne saçma, hani ateşi tanrılardan çalmıştı? Ne ayak, adam titan çıktı zaten. Ben normal bir insanevladı zannediyordum kendisini. Normal derken yine ahlaksızlık dolu Yunan Mitolojisi'nde zaten bir tane normal insan yok o ayrı bir konu, ensest, zina, çocuk pornosu, torbacılık her türlü pislik Yunan Mitolojisi'nde zaten. Torbacılık var mı bilmiyorum, zira filmlerden gördüğüm kadarıyla söylüyorum siyah pardesü ve uzun marlboro muhtemelen icat üretilmiyordu.(cümleyi böyle unutmuşum. Derhal bugün TDK'ya gidip onaylatıyorum bunu. Hemen bir örnek içinde kullanalım: "Geçen gün yine türlü çeşit icatlar ürettim.") Neyse, "Alexis abi mal nasıl?", "Zehir gibi kardeşim." olmuyor gördüğünüz gibi. Demek ki o zaman yoktu öyle şeyler. Zaten bütün pisliği Roma'daki alemlerde de görüyoruz medyaya yansıdı bunlar dizisi yapıldı geçenlerde gördüm, önce Rome'da vardı bunlar, şimdi Spartacus, insanı memeye yabancılaştırıyor bu tip diziler. Yazıklar olsun!

Bir de Rome demişken, HBO dizisini çeken eller dert görmesin, emeğe saygı +rep. Adamların çektiği dizilere bakalım hemen: Oz, The Sopranos, ccc FoRza Six FeEt UnDer ccc(Bordeaux ovası, ülkücü Yuvası!), Carnivale(bu çok ziyan oldu. Freaks gibi bir şeydi diye hatırlıyorum. Freaks'de çok acaip film bunu yasaklamışlar bazı yerlerde. Bir de tabii o zamanlar political correctness yok sen git ayı gibi filmin adını Freaks koy.) şimdilerde True Blood var o pek beni bağlamıyor.

Ya dinleyin lütfen dinleyin Death in June'u. Ya da dinlemeyin, Cengiz Baba'dan Hain Geceler'i dinleyin, o da çok güzel. Girişi "Zeynel Abidin Cümbüş'ün, o cümbüşü bulan elleri dert görmesin, nur içinde yatsın." diye düşündürtebilir sizi belki, ancak asıl Cengiz Baba girdiği zaman olay kopuyor. Yalnız videoda yanıp sönen yazıyı uzun süre izlemek sara krizini tetikleyebilecek etkiye sahip, sara hastası olanları baştan uyarayım.


p.s: ayrıca bir kere olsun "geceler" demiyor, istisnasız olarak "gejeler". Şimdi, blog'a tamam, damara devammmm!

4 Mayıs 2010 Salı

Genç Padawanlar Rahatsız Üzerine

Öncelikle şunu söyleyeyim hemen, Dünya üzerinde Jedi Akademisi yok. Ama güçte bazı dalgalanmalar seziyor ben! İnsanların zeka seviyesini kolayca ortaya çıkaran yeni bir moda akımı var, Padawan kuyruğu diyebiliriz buna.

Bildiğim kadarıyla, force meselesine en yakın olan adam bir ara anahaber bültenlerine çıkmıştı, avucunda tohum çimlendirebiliyor ve çay kaşığı bükebiliyordu, bir de biyoenerji muhabbetine vücuduna ütü, çatal, gelin teli vb yapıştıran bir adam vardı. Gelin teli demişken, onunla alakası yok ama magnezyum yanarken çıkan parlak ışığın hastasıyım onu da belirteyim. Bir de insanların gözlerini yalayarak içinden cam çıkaran bir teyze vardı ama onun konumuzla hiç alakası yok. Demem o ki, Star Wars hayranları hariç padawan'lık meselesi kimseyi bağlamıyor. Ama nereden çıktı bu moda arkadaş? Uzun kısa saç meselesi değil, mesela size uzun saçlı zeki bir adam söyleyeyim Newton! Ama düşünüyorum ve azıcık aklı başında bir tane Padawan göremiyorum. Hele gün içinde denk geldiklerim bu gereksiz kısma çaput sarıyorlar ya, yemin ederim Yılan Hikayesi'ndeki dilek ağacı aklıma geliyor o kafayı gördüğüm zaman. "E be köylü kızı, e be köylü kızı" diyesim geliyor, erkekse de çok afedersiniz ama "senin zihniyetini sikeyim" demek istiyorum. Ulan en düzgün olanı kendi karısının ölümüne sebep oldu üstüne Mustafar dikkatinizi çekerim(rte lafı)(bir de "süreç" ve "bakınız" var)(konuşmalarının yaklaşık %30u süreç ve bakınız kelimelerini ihtiva ediyor) "Mustafar" isimli bir gezegende kendini yaktı. Sen bu insanın yaptığı saçmalığı takip ediyorsun.

Valide Hanım ve Peder Bey'in 80lerdeki fotoğraflarını görüp "haleluya!!" diye bağırıyorum, işte bir sonraki kuşaktan bir çok insan da kendi anne babalarının böyle gerizekalı bir moda akımına dahil olabildiklerini gördükleri için aynı şeyi yapacaklar. Yok insanların tercihine saygı falan, bir saniye durup şu videodaki basçının saçlarına bakabilir misiniz?








Ensesinde kunduz besleyen bir insan bu adam. Muhtemelen çocukları bu halini görmesin diye ailesiyle beraber Türkiye'ye göçtü ve YouTube'u aslen o kapattırdı.(Ayrıca David Gilmour'un gitarı da inanılmaz çirkin ama guitar hero'nun plastik gitarını çalsa bile, hiçbir zaman kaleci saçıyla görülmediği ve hatta Wot's... Uh the Deal?ı yazmasından ötürü bile sonsuz kredisi var.) Demek ki, Darth Maul'a özense insanlar, kafalarına plastik boynuz da takacaklar. Dur bir aynaya bak kardeşim. Hatta şu andan tezi yok Darth Maul boynuzu modasını başlatıyorum, bir adet fotoğraf koydum aşağı. Amerika'da dövmeciler, kafatası derisinin altına ufak boynuz yerleştirebiliyorlar, haydi gerizekalılar Amerika'ya!




P.S: İnceburun'un, isminde burun geçmesine rağmen "ilçe" demişim diğer yazıda, uyarı geldi. Arama yapmadan akılda kalan bilgiyle ayı gibi yazdım doğrudan. Onun için buradan tüm Sinoplulardan ve Sinop'a gönül vermişlerden özür diliyorum. Telafi amaçlı olarak aşağı "Anne Beni Yavere Versene" isimli Sinop Türküsü'nü koyuyorum. ccc Forza 57 ccc



3 Mayıs 2010 Pazartesi

Karayolu Yolculukları Üzerine


Efendim, geçenlerde iki yazı yazdım, onları kopyalayıp buraya yapıştırıp birleştirme çakallığı yapıp, zerre efor harcamadan yeni bir yazı yaratacaktım. Ancak kopyalayamadığım için delirdim ve gidip yüzüme şöyle soğuk bir su çarpıp sabah namazına uyanmış müslüman dinçliği yaşadım.

Hayır bir tanesi de taşaklı yani, tombak'tan falan bahsediyor. Resmen tarihin karanlık dehlizlerinde okuru yolculuğa çıkartıp, en sonunda sürpriz sona ulaşıyor falan filan. Neyse Peder Bey'in de dediği gibi "kısmet"

Bugün, uzun yolculuklardaki algı sorunundan bahsetmeyi planlıyorum, zaten bunun yaklaşık 4 cümle kadar ondan bahsedip sonra başka bir yere varacağı çok belli, o yüzden "aman sen de hep aynı şeyi yapıyorsun" diyen olursa, elimden başka bir şey gelmediğini ama isterse gidip şiir yayınlayanların bloglarını okuyabileceğini söyleyebilirim. Zira az önce Muazzez İlmiye Çığ'ın kendi facebook hesabından ulaştığım sitesinde gördüğüm kadarıyla o da şiir yazmış, tabii ki kötü şiirlerde kullanılması gerekli olan soru kalıplı dizeyi, zamanla birleştirerek Mortal Kombat'ta "finish him" sesinden sonra "fatality"(Sonja'nın ki yalnız "babality'ydi)i çekerek "nesin sen ey zaman?" diye bir dize yazmıştır. Şu siteden Bülent Özcan'ın vecizelerini okumasını tavsiye ediyorum, bunların beş para etmediğini fark edip sonra diğer şairlerin dediklerini okuyabilir.

Diyelim ki 12 saatlik gideceğimiz yol var, normalde bize 3 saat olan mesafedeki sıklıkla gidip geldiğimiz yerden de geçeceğiz bu yolu alırken. İşte 12 saatlik yolda aniden geçen 3 saat olayına çok sinir oluyorum arkadaş. Böyle orta uzunluktaki yollarda hep kendimi şartlandırıyorum "hmm evet Edirne'den Ardahan'a, Sinop'un İnceburun ilçesinden Hatay'ın Beysun köyüne gidiyorum" diyorum. Ama hiçbir işe yaramıyor, boşu boşuna beynimi yormuş oluyorum. Aynı şeyi yatarken "şu an x'de değil evimdeyim." falan diye düşünüp, sonra gözleri açıp kendini x'de bulmanın rahatsızlığına benzetebilirim. Bir de 9da kalkmak gerekirken, 6.30da uyanıp "ooh ikibuçuk saatim var, ayılar gibi uyurum" demenin antitezi.

Bir insanoğlu otobüste nasıl uyur? Ne yaptıysam olmadı, boyna takılan şişman emekli kadın türkçe öğretmeni yastıklarından aldım da olmadı. Yolculuktan bir gece önce uyumadım başaramadım. Ayrıca bunu kıvançla söylebilirim, eziyet çekmeden geçirdiğim bir tane bile otobüs yolculuğum yok. Geçen gün Zulusoy seyahat'e bindim. Bu da ne kadar ilginçtir ki, televizyonlardaki gerzekliği bir kez daha gözler önüne süren bir şey. Firma isimlerini harfle değiştirmek, Kemal Sunal'ın Yüz Numaralı Adam Filmi'nde vardı bu kalebodur yerine kulekudur, aeg yerine öiğ, beymen yerine seymen, ülker yerine üfler kullanılıyordu. Neyse devam ediyorum, önümdeki dayı yola çıktığımız andan itibaren(servisler dahil) koltuğu mümkün olduğunca geriye yasladı. Ancak iki saat kadar otobüs koltuklarının 180derece yaslanıp yaslanmayacağı üzerine deneyler yapıp, sürekli o tuşa basıp itmeye çalıştı. Eğer o dayı burayı okuyorsa söylüyorum: "malesef yaslanmıyor:(((" ayrıca art arda gösterilen Wanted ve Mumya'nın üçüncü filmlerini çok sevdiğinden ötürü olabilir, iki kere izledi. Ben kendi ekranımı göremediğim için onunkinden ben de izledim.

Peki "sen niye arkaya yaslamadın?" diye soran olursa, onu sonsuz bahtsızlığımla başbaşa bırakarak arkamdakinin yaklaşık 450 kiloluk bir vatandaş olduğu, ve koltuğu indirme tuşuna bastığım an dik pozisyondan da ileri iterek hemen hemen yarı katlanmış bir moda soktuğunu gönül rahatlığıyla söylerim. Yani aslında pratik olarak kafamın kendi koltuğumla önümdeki koltuk arasında sıkıştığını söyleyebiliriz.

Diğer bir mevzuu Çizi'yi birbuçuk liraya satan orospu çocuğu dinlenme tesisleri. Şimdiye kadar bildiğim çoğu dinlenme tesisinin(bunu doğru yazmak için yaklaşık 12 dakikamı harcadım, beyin ikinci "si"yi atlıyor) ismi; Akabe, Rabia, Ashab-ı Kehf, Asakir-i Mansure-i Muhammediye ayarındaydı. Bu arada eğer İkinci Mahmoud döneminde yaşasam kesinlikle Asakir-i Mansure-i Muhammediye'ye katılmak için mülakatlara girerdim, ama paşa tanıdığım olmadığı için muhtemelen klasik, askeri okula alınmama bahanesi olan renk körü damgası yerdim. Hem zaten mülakatta bir şehir efsanesinin o zamanki versiyonu "Denize İkinci Mahmut mu düşse kurtarırsın yoksa Hz.Muhammed mi?" sorusunu sorarlarsa kendi içlerinde çelişeceklerini bildikleri için bu ordu pek uzun ömürlü olmamıştır.

Neyse, karayolu yolculuğu mevzuundan uzaklaşıyorum, ve müzikal filmlerin West Side Story'yi izlediğimden beri bana komik geldiğinden bahsetmek istiyorum. Sebebini tam olarak açıklayamıyorum ama, rahatsız edici bir samimiyetsizlikleri var bana kalırsa müzikal filmlerin. Özellikle sahneden sinemaya uyarlananları izlerken şarkı söyleyip dans edenleri ciddi ciddi tekmelemek istiyorum. Bundan önce film-noir nefretimden bahsetmiştim, ikinci bir örnek de müzikaller. Bütün müzikal filmlere "death of a disco dancer"ın "love, peace and harmony" kısmını yolluyorum. Düğüm kısmında bile bu kadar tat vermeyen başka bir şey olamaz. Resmen, "artık müzikal film çekilmesin" kampanyamı başlatıyorum bugün itibariyle. Müzikal filmler ezikler ve "dans&müzik bir nefestir benim için" diyenlere çekiliyor. Daniel Day-Lewis(s.a.v)'ın, Nine'da da dalga geçmek için oynadığını söyleyebilirim. Beyni olan her insan Daniel Day-Lewis(s.a.v) ve Fergie(aka ay krateri surat)'nin normalde aynı filmde oynayamayacağını rahatlıkla söyleyebilir. Üniversitelerin de müzikal hazırlayan topluluklarının derhal lağvedilmesi gerekiyor, adeta bir Mavr-i Mira veya Wilson Prensipleri Cemiyeti kadar insanlığa ve beyin gelişimine zararlılar.


P.S: Dev anket devam ediyor!

P.S2: Chris Cunningham'ı yeni keşfettim, hatta bu işlerin arkasında Warp Films, Warp Records olduğunu da yeni öğrendim. Kendisi Judge Dredd'den sorumluyken Kubrick tarafından A.I'nin görsel efektleri için çağırılmış, sonra müzik videosu çekmek için Kubrick'in yanında ayrılmış bir insanoğlu. Aphex Twin olsun, Squarepusher olsun her şekil videoyu yapmış. Ayrıca Michel Gondry ve Spike Jonze'a yakın olduğundan şüpheleniyorum. Aşağı Aphex Twin'e yaptığı kendisinin nasıl bir ruh hastası olduğunu ortaya çıkaran Rubber Johnny videosunu gömüyorum.

 
Copyright © 2010 MONTEYN