29 Nisan 2010 Perşembe

Şövalyelik Üzerine


Yahu, böyle gerizekalı bir kurum olamaz. Geçmiş zamandan bahsetmiyorum, yoksa buraya Kluni tarikatını da yazarım, ama yararsız bilgilerle kafa ütülemenin anlamı yok.

Şövalyelik müessesinin boku çıktı arkadaş, Paul McCartney mesela, adam resmen Britanya'nın Kumandanlarından biri, keza David Gilmour da öyle, adını anmak istemesem de Bono the Tezgahgözlüğü. Ulan topçu Ryan Giggs bile şövalye, bu adamları nasıl cepheye süreceksin? Mesela Giggs subay'mış David Gilmour Kumandan, çünkü rütbeleri de var ayrı ayrı. Ulan ne geldiyse başınıza bu şövalyeler yüzünden geldi, hala peynir ekmek gibi şövalyelik dağıtıyorsunuz sayın gerizekalı Kraliçe ve arkasındaki yavşakları. (Adını tam hatırlamıyorum, ama İngiltere'de tam monarşinin geri dönmesi için kendini yırtan bir grup var, bunlar düzenli olarak dergilerini çıkarıyor. Belli yaşın üstündeki insanların bu tip şeylerle uğraşması yerine, işyerindeki arkadaşlarının yolladığı komik videoları izlemesini tercih ederim.)
Yemin ediyorum Fransa-İngiltere savaşı çıksa çılgın atacak ortam. Gérard Depardieu de Fransız şövalyesi, aha Leonard Cohen de Quebec şövalyesi çıktı. Üzgünüm dostlar ama bu şakayı artık yapmak durumundayım şu gördüğünüz isimlerden sonra: "Dördüncü Dünya Savaşı'nı bilmiyorum ama Üçüncüsü Fırça ve Gitarlarla olacak." Bir üst seviye rezillik kombosu yapıp kalem vs. kılıç muhabbeti de yapardım, ama bu kadarı yeterli. Zaten moralim bozuk. Bölüyorum bu arada ama Roger Moore'u 99'da Kumandan, 4 yıl sonra da Şövalye Kumandan yapıyorlar. Arada, bu işleri yapanlar James Bond serisini bir kere daha gözden geçirip karar vermiş olabilirler. Onlara kötü haberim var, Roger Moore en tırt James Bond'lardan biriydi :((( Fedon gibi yanık suratlı adamdan James Bond olmasın arkadaş.

Sean Connery de tabii ki James Bond olmadan önce vücut geliştirme şampiyonu, bu işi bıraktıktan sonra kasları biraz eritip James Bond oluyor. Onun yanık gibi görünmesinin sebebi o. Zaten James Bond dendiği zaman, bir Ursula gelir aklıma, bir de Seancığım Connery. Dikkatinizi çekerim öncelikle Ursula geldi aklıma. Yukarıda bir adet fotoğrafını ve, kendisine yazdığım 95 Model Ateş Kırmızısı LPG'li Şahin S'in arka cam yazısını bulabilirsiniz. Ayrıca, bu da yine çok önceden okuduğum bir şeydi, çünkü ablanın adını hatırlayamıyorum şu an ama Roger Moore'un Bond olduğu filmlerden bir tanesinde transeksüel Bond kızı var sürekli şehir efsanesi halinde filmde başroldeki bond kızı olduğundan bahsediliyor falan filan. O abla değil de, gerçekte öyle bir ablamız var, şimdi buldum. Tabii ki, ondan sonra ayrımcılık yapılıyor, kariyerini baltalıyorlar falan filan.

Diğer konuya dönersek, Wikipedia'da Gérard Depardieu'nün fotoğrafını gördükten sonra, Fransızlığımdan utandım yemin ederim. Koli koli Sensodyne Beyazlatıcı etkili diş macunu yollayacağım Jero'ya. Hurriyet.com'dan gördüğüm kadarıyla metamfetamin kullananların dişleri bu hale geliyor; resmen 10 yıl kullanılmayan dede/nine yazlığında bulunan hela taşlarına dönmüş lan dişler Portos!



Portos demişken buraya Leonardo DiCaprio'nun en beybifeys aka burakkut aka bebeto olduğu dönemlerden bir adet filminin afişini koymayı bir borç bilirim. Türkiye Ekranlarında ilk kez Cine5'te yayınlamıştı bu film. Sonra Leonardo DiCaprio'ya Leo diyen kızlar türedi, ama onlar ortadan kayboldular bir iki yıl içerisinde, ne oldu onlara bilmiyorum. Onlardan bir sonraki kuşak da Heath Ledger'a bağlar gibi oldu, ölünce iyice boku çıktı olayın komple herkes hastası oldu adamın. Ama Heath Ledger'ın adının doğru telaffuz edilememesinden ötürü sıralara "Hea" falan yazılamadı. Heth Leger, Hith ledgır gibi isimlerle anıldı kendisi.



P.S: Jeremy Irons'ı görmediğim sürece ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu hep unutuyorum. Aslında çok iyi oyuncu lan, sessiz kalıyor işte. Bayram ziyaretlerindeki anlatıcak bir şeyleri olmasına rağmen sessiz kalan gibi.(son cümlede bir şeye gönderme var. Bulana bir paket cips ve iki litrelik kola. Sonra bir ışıkevine gidip bunları abilerle beraber yiyeceğiz. Cips olmazsa çekirdek de olur."Çekirdek abiliğin şanındandır."Hadis/Tirmizi)

P.S2: Buradan Britanya'nın kumandanlarının listesine ulaşabilirsiniz. Rod Stewart var listede, o saç modeliyle nasıl şövalye oluyor anlamıyorum ki!

P.S3: Yan tarafa anket koydum, favori Bond'unuzu işaretleyebilirsiniz. Çekinmeyin.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Djarum Üzerine


"Sigara içiyormuşsunuz... İçirtmem! Ön bahçede top oynuyormuşsunuz... OYNATMAM!"
Mahmut Hoca aka Kel Mahmut, 1975, Özel Çamlıca Lisesi

Normalde sigara, içmeyen kişi için büyük eziyet, dumanı falan filan, buraları onlarla doldurduğumu varsayın. Ancak olay Djarum olunca benim ellerim tutuluyor, sürekli kusmuğumu yutkunmak durumunda kalıyorum. Bilirsiniz, damakta kalan safra tadı çok kötüdür ve su içilse de geçmez aynı onu yaşıyorum. Hali hazırda bundan bahsetmişken bir de bela okuyayım Djarum denen sigarayı icad eten kişi hala yaşıyorsa umarım kendi kusmuğunda boğulur.(ya da başka bir şey olsun, kusmuğunda boğulmak ya Bonzo'yu ya da Jimi Hendrix'i aklıma getiriyor. Rüyasında öldüğünü görsün. Öyle bir muhabbet vardı, "rüyanda öldüğünü görürsen gerçekten ölüyormuşsun." diye, bunu ilk elden deneyimleyen insanlarla tanışmak isterim.) Bir de çay içtikten sonra başkasının doğrudan yüzüne konuşan insanlar var, bu konuda elden bir şey gelmiyor, o da belki de başka bir yazının konusu, Danton'un da dediği gibi le vent nous portera.

Harbiden bu tip sigaraya alışmış insanı anlamıyorum ben, acaba diyorum havalı görünüyor diye mi yapıyorlar bunu, çünkü öyle yapıyorlarsa bildiğim kadarıyla normalde bu tip işler için Gitanes'i tercih ediyorlar. Djarum'u tüketen topluluk 14-26 yaş arası bir kitle olsa gerek. Bunun yanında 34 seneden beri aynı kıraathanede, aynı sandalyede ilkokul arkadaşlarıyla batak, okey benzeri oyunları oynayan dayıya Djarum versek tahminimce hiçbir şeyi beğenmeyen adam ifadesini takınıp bir kenara atacaktır. O hiçbir şeyi beğenmeyen adam ifadesini biliyorsunuz değil mi? Hani böyle, mesela iyilik yapmaya çalışıyorsun adama -tabii burada iyilikten kastım Djarum vermek değil, zaten sigara mekruh neyse- diyelim yeni bir şeyle tanıştırmaya çalışıyorsun. Surat ifadesi "ben bunu alıcağıma yeğenimde bunun benzerini yapanı var onu ucuza alırım"la "sana vereceğime çalı çırpıya sürterim." arasında gidip geliyor. İnsanın nasıl şevki kırılıyor, yemin ederim kendini milletini aydınlatmaya adayan ilk kuşaktan cumhuriyet aydının hayal kırıklığına uğramış gibi hissediyor insan. Ama o adam senden sonra gelen tüccardan radyolu ışıldak alıyor ya, işte o çok üzücü bir an. Çin'den ışıldağım gelmiş, evde bir bayram havası; ışıldak, radyo ve tecavüz sireni 5 lira. Onlarda tecavüz sireni de vardı, onun sebebini bilemiyorum artık, 100metrekarelik evde karanlıkta aile bireylerinden biri kaybolursa diye olabilir. Avcılar için gümede ideal kullanım cihazı, yaban hayvanlarını kaçırır.

Zaten güme dediğimiz olay kendi başına klostrofobi gelişmesine sebep olabilecek bir yer, bir de tecavüz sirenleri dönmeye başlasa, aha al sana Tarantino'yu yönetmen yapan b-filmlerinden birinin senaryosu.

O ışıldaklar da, yeryüzünde çokişlevlilik/çirkinlik oranı bakımından en tepe noktada olan cisimler olabilir, kompaktlıktan da nasibini alamıyor tabii ki. Ben yine ortaokuldayım iki tane volkmenim var, birinin radyosu var ama kasetçaları çalışmıyor, diğerinin de radyosu bozuk. İşte bunları birbirlerine bantlamıştım. Heyhat öyle çirkin bir görüntü ki, onun yerine doğrudan Fame filminin en gaz sahnelerinde omzunda müzik seti taşıyan arkadaşlardan birinin bile hali daha iyidir diyebilirim, ya da Rocksteady ve Bebop'tan biri de taşıyordu bunlardan!!!
Böyle çirkin şeyler yeryüzüne çok az geliyor, Eti'nin Markiz diye bir ürünü vardı kuruüzümlü hem pahalı hem de iğrençti bir o var bununla yarışabilecek; bir de yine başa dönecek olursak karpuzlu ritmix aka safra suyu. Böylece döngüsel bir eserin sonuna geldik. Yaa aslında o çocukluğundan beri rüyasında havalimanında vurulurken gördüğü adam Bruce Willis'in ta kendisiymiş.

P.S: Te allahım ya kutunun tasarımına bak, Alan Parsons Project albüm kapağı gibi.
P.S2: Mekruh kelimesi, daha çok böyle saçkurutma makinasıyla kurutulmuş kağıda verilecek bir isim gibi duruyor, ya da kuru kayısı gibi bir şey. Ama kelime kesinlikle bir şeyin özünün alındığını böyle kurutulduğu hissini veriyor, ya da mesela dipsos'la yenen baharatsız doritos'a da mekruh denilebilir, onun da ruhu yok.

22 Nisan 2010 Perşembe


Mesela geceleyin derin uykudayken, birinin gelip üstünüzü örtmesi, aslında sizin için hiç fark etmemiş gibi olması ama bir süre sonra vücuda sıcaklık dalgasının yayılması çok güzel bir his. Belki anneanne evinde kahvaltıda çay içmekle yarışabilir.
Duygusal blogger Monteyn, ilkbaharın bastığı hormonlardan bildirdi.

Evet sana dönüyoruz endokrin sistem!

P.S: Harbiden böyle bir durum da var. Mesela geceleyin bir olayın süper olduğunu düşünüyorum. Sonra sabah kalktığım an mantık ağır bastığı için, "nasıl gerizekalı düşünceler bunlar, kışkış cinler kışkış, yallah cinler yallah." diye Kemal Sunal filmindeki teyze gibi ritm aksatmadan söylüyorum.

Ayrıca buradan yeni blog'umun yakında devreye gireceğini söylemek istiyorum. Buraya devam ederken orası, önceden de bahsettiğim kütüphane mallarını afişe etmeli blog olacak. Elimde fotoğraflar var, ilk olarak jiletçi Oğuz Atay okuyucusu gençlikten başlamayı planlıyorum. Siteye isim bulun da yayına girelim.

P.S2: Hay allahım ya sinirlerim bozuldu. Yorgan örtme yazmışım resmen, evet dostlar bildiğiniz gibi değil hani, hani böyle avucunuza bir kelebek konar sonra aniden uçar gider, ya da böyle Amerikan Güzeli'ndeki poşet uçma sahnesi var ya biraz da onun gibi, biraz belki de 2 girls 1 cup. Ha böyle poşetten 2 girls 1 cup'a gelmişken. Geçenlerde funny games'i izledim. Ailecek musique classique dinlerken, röhöhöyy diye John Zorn giriyor ya, işte yazıda bu etkiyi yaratmaya çalıştım. Bir Haneke kolay yetişmiyor demem; Haneke dediğiniz adam zaten Count Douku'nun ta kendisi. Yok burjuvaziyi eleştiriyor, vay efendim über yönetmen. Ulan Anakin biçti herifi be!

13 Nisan 2010 Salı

Bordeaux'luluk Üzerine


"Babam sağolsun."
Franz Kafka, Skoda Favorit'in arka cam yazısı, Prag, 1915

Ayrıca, önde de hemen kaputun üstünde dev boyutlarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bayrağı var bunu da unutmayalım. Benzin doldurma dalgasının da hemen altında Kafka'nın kan grubu yazıyor. Ayrıca dikiz aynasında da taş plak asılı.

Size bir anımı anlatıp sonra Bordeaux'lu olmanın verdiği büyük haz için "Bordeaux'lu olmak ayrıcalıktır." isimli mottomu kullanarak koca şehri, kalitesiz özel okulların sefaletine düşmekten alıkoymamayı planlıyorum. Su testisi elinde. Kafka dalgasını anlatıyorum, aranızda bilenler var; onlar doğrudan Bordeaux'ya atalayabilir. Neyse efendim, ben bir akrabamla sürekli akademik yazışmalar içerisindeydim. Allah sizi inandırsın bir odanın yarısı mektup dolu -Kurt Vonnegut galiba, eski aşk mektuplarınızı atmayın diyordu "Sun Screen" konuşmasında- tamamen bu insanoğluyla konuşmalarımın kayıtlarını tutmak amaçlı aslında, akrabamla aşk ilişkisi yok aramda. İyice batırdım neyse. Birgün yine diyaloğa girdik, Prag'a gittiğini öğrendim. "Aaa" dedim, "Bana oradan Dava'nın orijinal metninde bir kopyasını alır mısın, bir de Kafka müzesinde fotoğraflar çek."dedim. Hoca durur mu yapıştırmış hemen cevabı "Franz Kafka, Fransız değil miydi ya?" Ulan Fransız olsa ben zaten giderim mekanına değil mi? Hadi bunu düşünemedin aniden edebiyat şovu yapmaktansa lütfen bir Gogol'da ara. Sonra zaten aramızda bir süre soğukluk oluştu.

Geçenlerde Bordeaux'ya geri döndüm, şatoda bahar hazırlıkları sebebiyle bir telaş almış başını gidiyor. Nisan'ın ortasında bahar hazırlığı mı olur? demeyin, bizim oralarda geç geliyor bahar. Yeni alınan işçiler konuya çok hakim olamadığından, hemen Çağdaş Ünite dergilerinin "Bahara Hazırlanıyoruz" ünitesini içeren fasikülün kalitesiz bir taşbaskısını verdim. Tabii ki hemen zımbalarından koptu. Ananızı sikiyim sizin o dergileri üretenler, bir neslin ömrünü çürüttünüz. Bir tane kapağa sahip olan dergim olmadı, kumandaların kaplandığı naylonla bile kapladım, ona rağmen koptu. Bir de Roll bu şekilde parçalanmaya müsaitti rahmetli. Raftan alıp yerine koyarken bile o zımbalarla beraber içine göçüyor, sonra elinizde Neil young'la odanın ortasında kalıyordunuz. Bir de az önce bahsettiğim ünitenin var olmadığını hatırladığınızı tahmin ediyorum, ancak sonbahar'a hazırlanıyoruz ünitesi var bunu unutmayalım. Turşu, reçel falan yapılır kürklerimizin altına yağ depolarız, bazı ayılar kış uykusuna yatar, yorganlar havalandırılır, imece yapılır olmadı salma yapılır vs vıs.

Neyse, benim Bordeaux'nun Paşası olmadığımı düşünenler olacağını tahmin ettiğim için evde bir adet fotoğrafımın, fotoğrafını çektim. Bir fotoğrafa böyle kötü muamele yapılacağına hüzünlü bir şekilde küllük içinde yakılsın daha iyi asında! Kapalı yerde yakmayın çok kötü kokuyor yalnız. Ha duygusal meselelerden ötürü avuç avuç fotoğraf yakmadım, çok kötü vesikalıklarım vardı hepsini telef ettim sinirimden. Asa belki naylon gibi duruyor olabilir ama normalde, tamamen incilerle donatılmış durumda ve tabii ki kaftanımın rengi Bordeaux. Ey okuma yazma bilip de şu cümleyi okumaz olaydım! diyen insanlar, çok haklısınız. Birinin böyle gerizekalı kelime esprileri yapması bir anda olacak bir şey değil. Yıllar boyunca süren bir emek ve çökmüş eğitim sistemi vesilesiyle bu noktaya varılabiliyor.

O yüzden de değil, deşarj olmam lazım, boşboğazlıkla başarılmaz böyle işler. YÜREK İSTER...!!!!

Son olarak Bordeaux'yla ilgili kadim dostum Baudelaire'in yazdığı bir maniyi aktarıyorum buraya:

Hiç sevmem ben Ülker Rondo
Melih Gökçek'le benzer sırıtışa sahiptir Arto
Sorsalar nedir arkadaşının kaftanının rengi deyu,
Baudelair'oğlan der Bordo.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Çok az French Pop Üzerine


Chanson ve French Pop alemlerinde albüm çıkaracak er kişilere genellikle sigaralı olmak üzere albüm kapağına hisli poz verme zorunluluğu getirmiş galiba Fransız Kültür Bakanlığı, ya da illaki çıplak abla olacak. Bandrol uygulaması gibi bir şey olsa gerek. Ya da sigaralı pozlar Fransa Tekel'i sponsorluğuyla gerçekleşiyor olabilir bilmiyorum. Bir müzik janrı'nın kapak pozlarının yaklaşık %70'inin hisli, objektife bakmayan pozlardan oluşması sonucu yurtdışında bilinmemesi ne kötü. 70'lerin ortalarından beri arabesk kapakları da aynı sorunu yaşıyor. Ama en azından 90'lardaki şişirilmiş kamyoncu yeleğini atlattılar. Malesef Arabesk de French Pop'la aynı kaderi paylaştığı için yurtdışına açılamıyor.


Az önce Teoman'ın yeni klibini izlerken buraya "Teoman gibi şarkı sözü yazma rehberi" hazırlamak geldi aklıma ama şimdilik sadece uygun meblağ karşılığı Teoman'a satabileceğim bir adet şarkı sözü yazdım. Rehberi de yayınlarım bir ara.

Bu Sabah

Güneş doğarken şarap şişelerinin üzerine
Uyandık, bacaklarımızı birbirine sürterken
Bordo kadife elbisenin renkleri
Dolgun kalçalardan yavaşça aşağı akarken
Benim hayallerim de renkler gibi dalgalanıyordu
Bu sabah....

"Yalnızsın" dedi kapıdan çıkarken
Dün gecenin yalnızlığını anlatabilirdi ruhsuz aşıklar bile
Sigaramı yaktım ve baktım ardından yürüyüşüne
Kalabalıktaki herhangi biri oluyordu yavaşça
"Kadınlar" dedim, "tenlerdeki yalnızlığım"
Bu sabah...

P.S: Teo! Sana sesleniyorum! 20 kağıda anlaşırız!

P.S2: Jacques Brel, Les Marquises albümünü tek akciğerle doldurmuş. Hey yavrum benim, Gönül Yazar gibi "Çile Bülbülüm"de en uzun "çile" çekme iddiasında bulunan insan olmadığı için takdir ediyoruz kendisini. Bildiğim kadarıyla gönül yazar da 35 saniye kadar çile çekebiliyormuş. Ben daha uzun süre çekebilirim diyebilirsiniz. Ama bir mikrofona söylerken kullandığınız hacimle, cep telefonun kronometresini tutarken söylediğiniz sesin hacmi aynı olmayacaktır.

6 Nisan 2010 Salı

Definitely Maybe Üzerine


Film olanı değil. onu evde insanlar sevgilileriyle izlesinler. Gerçi Rachel Weisz oynuyormuş, belki izlerim bir ara bilmiyorum. Aha Ryan Reynolds isimli firavun tipli adam da oynuyomuş. Asla izlemem.


Neyse, efendim biliyorsunuz, Manchester menşeili gruplara hafiften zaafım var. Hatta öyle zaafım var ki "menşei" kelimesini kullanmaktan da asla çekinmeyerek, Mareşal Fevzi Çakmak kelime haznesine sahip olduğumu belirtmekten de çekinmiyorum.
Tahminlerime göre, satın aldığım Iron Maiden vesaire kasetlerinden sonra satın aldığım ilk yabancı kaset de budur. Aslında Iron Maiden dinlemeye başlamam da ilginç. Dükkana aslen Kylie Minoque albümü almaya girip de Iron Maiden satın alıp çıkmıştım. Yalnız güneş şahitti bu duruma o yüzden kimseye kanıtlayabilecek delilim yok elimde. Güneş de şahit değildi aslında, Emrahsever okurların suratlarına ufacık da olsa bir gülümsemeye sebep olduysam ne mutlu bana. Hayattaki ufak mutluluklardan zevk almayı bilmek gerekiyor. Ayrıca "çeşit çeşit insan var" diyerek iyice klişe bataklığına saplanıp bu yazıya bir cümle daha eklememe konusunda ciddi düşünceler içerisindeyim. Sırf Liam Gallagher'ın, yırtılan kağıt ses tonu için devam edeceğim.
Öncelikle Britpop Wars'a girmiyorum. Blur vs. Oasis,ya da Pulp falan yapmayalım yani. Ha katı kurallar çerçevesinde Oasis'i tercih ederim herkesin hayatına kimse karışamaz, ben oasis dinlerim, şo bağyan Blur dinler, bo bağyan Pulp dinler o ayrı bir konu. Normalde İngiliz Aksanı hastası biri olmama ve Damon Albarn'ın müzik yeteneğine saygı duymama rağmen malesef "poaklayf" dediği an suratına permatik jilet atmak istiyorum, ama bu konuda ustalaşmış travestilere yerimi bırakmayı tercih ederim.

İlk dinlediğim Oasis şarkısının Live Forever olduğunu tahmin ediyorum. Of sıkıldım, şimdi buraya kadar okuyun, sonra devam ederim. Bu yüzden görsel olarak Muppet Show'da "mimimimimi" yapan arkadaşı koyuyorum sonra albüm kapağını koyarım. Ama favori(gözde karakter) karakterim, ya Animal ya da Sgt. Floyd Pepper olsa gerek. Hay allahım ya, zaten bikaç yıl sonra adımı Sgt. Floyd Pepper şeklinde değiştireceğim, Monteyn ne lan? İyi ki zengin, çevik ve ahlaksız yetiştirildik. Bir insanın tipi bu kadar havalı olamaz. Zaten öyle bir grup düşünün ki tek bir üyesi bile duruşundan ödün vermesin, istisnasız olarak herkes mi ağır abi olabilir bir müzik grubunda. İlla maymun eleman oluyor normalde, illa muhteşemliği dağıtan bir varlık oluyor.

Ya da keyfim geldi, boşverin Deifinitely Maybe'yi takılalım biz. Muppet Show'daki yaşlı amcalar, yaşlı amcalık stereotipinin tam anlamıdır. Stereotip'in Türkçe'sini bilmiyorum artistlik için yazmadım. Öyle bişey yapmaya kalkışsam Fransızca yazardım zaten biliyorsunuz. Bir de buna sabah başladım, bırakacağım dedim yayınlamadım. O da yalan oldu. Muppet Show meselesine gelince, Kermit pop star gibi bir şey olduğu için umrumda değil. Beaker, Swedish Chef ve Animal gibi insanlar aslen topluluğu ilerleten kardeşlerimiz.

Grubun saksofoncusu Zoot, Serpico'yu andırmıyor mu?

Neyse, Definitely Maybe dönersem. Ne Liam'ı ne de Noel'i sevdiğimi söyleyebilirim gereksiz egoları yüzünden. Çünkü Noel'in "İstesem bir tane daha Live Forever yazabilirim" demişliği var. Yeryüzünün en büyük yalanlarından biri bu doğal olarak. Sen kokaini bırak, temiz kafayla Live Forever yaz. Hemen şunu diyorum "hmmm tabi tabii, aynaya bak aynaya bak, sensin o asıl sensin." Zaten bunu kimsenin Oasis'i dinlemesi için yazmıyorum. Sadece belirtmek istedim, uzun süredir dinlemeyen varsa, aklına gelsin ve yasadışı yollardan empehdıray şpilerine yüklesin diye.

P.S: Roll with it'in başındaki öksürme efektinin esprisini çok geç fark etmiştim. Aynısını Black Sabbath'ın Sweet Leaf'i için de geçerli olduğunu belirtmekten çekinmem.
 
Copyright © 2010 MONTEYN