tag:blogger.com,1999:blog-79985597224197907332024-02-21T19:01:31.035+01:00MONTEYNMasalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum.
Bazen, suratıma garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum. (Cin Ali ve Berber Fil, 370.sayfa)monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.comBlogger261125tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-61725254706538176162015-03-05T23:06:00.000+01:002015-03-05T23:59:21.028+01:00Sara Krizi ve Çöküş Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-tk2V4udTWV6Aet0f045SZiA7ihTY2wLPaXiJ3mvVybOzLqf-Ozl4Z4SjTOHF98UNXIo9I1xinMhmYIB89xo0JH7UjZPx4g-qp9XHI-V07wviEkqPvTRfy6qb5dflt26rgVs73Gr0hLw/s1600/face+of+another3.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-tk2V4udTWV6Aet0f045SZiA7ihTY2wLPaXiJ3mvVybOzLqf-Ozl4Z4SjTOHF98UNXIo9I1xinMhmYIB89xo0JH7UjZPx4g-qp9XHI-V07wviEkqPvTRfy6qb5dflt26rgVs73Gr0hLw/s1600/face+of+another3.png" height="250" width="400" /></a></div>
Hayatımda birinin sara krizi geçirdiğini ilk gördüğümde 11 yaşındaydım ve bir düğünde halay çekiliyordu. Bu esnada dondurma için annemden para dileniyordum ya da henüz saçmasapan plastik bir oyuncakla salona girmiştim, düğün için Türkiye'ye gelmiştik ve Salonun bulunduğu yerin adresinde Bağlar Caddesi ismi geçiyordu. O esnada şatomdan çıkmamış olduğumdan Fransız kentlerini dahi tanımıyordum. Bildiğiniz gibi Fransa'da Paris dışında tüm ülke kapitalizmin gelişiminin ardından dahi kırsaldır. Size Robert Brenner'la geliyorum, Merchants and Revolution'la geliyorum, çitlemeyle, agrarian origins of capitalismle geliyorum size canlarım, "görüntüleri izledim, ne yazık ki doğru :/". Neyse, bu esnada İstanbul'un Anadolu Yakası'ndaki meşhur caddeyle karıştırmış olduğumu bilmediğim için "Demek insanların övdüğü cadde buymuş, e bu bildiğin varoş sokağı" diye düşünmüştüm. Tam olarak düşünmemiştim tabii ki bunu 11 yaşında bir çocuk nasıl düşünürse öyle düşünmüştüm, yani sığır gibi. İçeri girdim. İnsanlar son düzlüğe girmiş yarışatı terliliğinde nefes nefese havasız düğün salonunda halay çekiyordu. Berbat, Brüt erkek parfümü kokusu havayı karbondioksitten beter zehirlemişti.<br />
<br />
Halaydaki gençlerden biri aniden, sanıyorum ki düğün salonundaki ışıkların ve ritmik hareket neticesinde yere düşüp titremeye ve titreyerek salya saçmaya başladı. Olayın içeriği kapsamında halay esnasında sara krizi geçiren kişi karşısındaki çaresizlik bir anda insanın nasıl anlamsız bir hayat sürdüğünü anlamasına yol açıyor. Simlerin, topuzların, disko topunun, limonatanın ve damat halayının ortasında titreyerek salyalar saçan bir insan. Hemen yapılan müdahale esnasında evlatlarının çaresizliğinden ötürü kendileri de utanıp bir yandan da azap çeken anne babası ve hemen havalandırılan düğün salonu. Evlat kalktı ve düğünün geri kalanında tecrit edildiği köşesine kapatıldı. Nörobilimden anlamayan bir insanım, yazılımdan da anlamayan biriyim, ama beynin normal işlerken bir anda "çalışmayı durdurdu" uyarısı vermişçesine bir hali vardı. Bu osurukta gözlemleri tabii ki erişkin halimle yapıyorum, o esnada tüm salonun donukluğundan başka bir şey yok kafamda. Bir de çok ucuz salon ışıkları. Bu durumu aslında, Karl Ove Knausgard'ın Min Kamp'ının ilk cildindeki ölüleri ve hastaları hemen gözönünden kaldırma saplantımıza dair bir mevzuyu anlatmak için yazdım.<br />
<br />
Geçen yaz bir caddede arkadaşımla beraber yürüyorduk. Adamın biri yerde yatıyor ve ağzından köpük saçarak belli aralıklarla titriyordu. İnsanlar bu kişinin yanından kendisi o esnada performans sanatı icra ediyormuşcasına gelip geçiyorlardı. İbn Haldun'un toplumların ömürlerine dair tespitlerine uzun uzadıya girmeyeceğim. Ancak anladım ki, bu esnada gördüğüm toplum artık ölmekte olan bir toplumdur. Ahlâki en alt seviyede bir buluşma noktası kalmamış,kriz geçiren bir insanı kaldırıp duvara dayamak dahi "ya cüzdanımı çalarsa", "ya gasp ederse" kaygısıyla silinivermiş bir toplum. Başka bir beyefendiyle beraber kaldırıp duvara dayadık ve yüzünü yıkadıktan sonra biraz kendine geldi, o esnada ambulansa haber verdiğimizden o da gelmişti. Böyle bir toplum yerin dibine batsın ve batıyor da. Kusura bakmayın böyle ayetvari oldu, Ebu Leheb'in elleri kurusun, kurudu da gibisinden. Ancak, biraz gündem takip edildiğinde fark ediyoruz ki, bir insan nasıl akıl sağlığını yitiriveriyorsa şok eden bir olay üzerine örneğin, bu bahsedilen toplum da benzer şekilde akıl sağlığını yitiriyor yavaş yavaş. Suratlardan akan mutsuzluk, gerginlik, ahlâkçılık kaynaklı had bildirme güdüsüyle dolu ahlâksız insanların dolduğu bir ülke, ekşisözlükteki tabirle "küçük kasabalardaki kokuşmuş merkez sağ atmosferi"nin bir ülkeye yayılmış hali. Had bildirmek tam bir uzmanlık haline gelmiş durumda, herkes aynı zamanda "kusura bakılmaması" kaydıyla, had bilmek durumunda. Zira hadler belirli bir ekip tarafından çizilmktedir. Herkes, imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle olarak ortak hudutta bulunmalı, aksini yapan nıçnıçlanmalı, belerterek bakılmalı, "neyse ya o da iyi" denmeli. Alman dostlarımınbu tip toplumları tam 12'den vuran bir kelimeleri vardır ki, o toplulukların iliklerine kadar işlemiştir:"schadenfreude"<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/6DU6lDPs-AQ" width="560"></iframe><br />
<br />
<br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-31704444580659199152015-03-03T23:40:00.001+01:002015-03-05T20:27:31.343+01:00Ouroboros Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6PCsAaLPwTY1DHOIUvDEqp_VdKEq_w4R82-RVNOfx_kkW6AwC2DBXWMXWhYy_6OQ7wzxNqD7zSwhRUclETjZjEZuYNVrJcJfvpUiJ56QCc796rBJjK8eypw3bNrQyG8HrN3Ygg25a2FI/s1600/ouroboros-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6PCsAaLPwTY1DHOIUvDEqp_VdKEq_w4R82-RVNOfx_kkW6AwC2DBXWMXWhYy_6OQ7wzxNqD7zSwhRUclETjZjEZuYNVrJcJfvpUiJ56QCc796rBJjK8eypw3bNrQyG8HrN3Ygg25a2FI/s1600/ouroboros-1.jpg" height="320" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: right;">
"My beloved is a sergeant in the military police."</div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
Mahmut Tuncer</div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
Öncelikle, birbirimizi kandırmayalım bu yazı Ouroborosla ilgili falan olmayacak siz değerli dostlarımın da bildiği gibi. Ama ayıp olmasın kısaca bahsedip geçeyim, Ouroboros yukarıdaki fotoğraftaki arkadaş, ya da annelerimizin dediği gibi "çalışmazsan çalışma, kendi başını yersin.", ya da devam filmi olan "Şermin'in kızı tıp kazanmış -_-" isimli bir çalışma. Çok eski bir şey zaten, yok kendine dönüklük, kendini yiyip sıçma yeniden üretme,yapısöküm, Derrida'nın tütün kolonyası kokan taşakları falan gibi anlamlara geliyor beni şimdi açıklamak durumunda bırakmayın. Aşağıdaki arkadaş ise Enso:<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoT0UQ2ioVhkrvLa7-WuN1kB1Lag4VTEM_R6b8D4JcdwNZDswVSW3lnpgIzoHk_op2ZM-TsKh5VCo9vttSkJrapPc2z5qL6uym6cQICO96l5xUIkQ5Rx2GQ-P-f1BFNzproxasBqYAg7w/s1600/enso_zen1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"> <img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoT0UQ2ioVhkrvLa7-WuN1kB1Lag4VTEM_R6b8D4JcdwNZDswVSW3lnpgIzoHk_op2ZM-TsKh5VCo9vttSkJrapPc2z5qL6uym6cQICO96l5xUIkQ5Rx2GQ-P-f1BFNzproxasBqYAg7w/s1600/enso_zen1.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
Enso, yapımı oldukça zor bir olay, bazı insanlar bu hususta kendi üsluplarını mükemmelleştirmek için yıllarını enso yapmaya harcıyorlar. Şekillerin benzerliğinden de sezilebileceği gibi hayatın döngüsü, mükemmeleşme, zen ve motosiklet bakımı ya da bayramın ilk günü el öpmeye gidilen az tanıdık orta uzaklıktaki akrabanın evindeki zigon üzerinde kalan çay lekesi gibi anlamları var. Tahminime göre birbirini andırıyor anlatmak istedikleri meseleler. Ben ensonun adını unutmuştum, japanese circle symbol diye aradım tekrar aklıma geldi. Neyse konumuz bu değil. Buraya yazmaya başladığım esnada 2008 mi 2009 mu neydi o esnada bir öfke bir yerlere tükürmem gereken ve tahminen az kişinin bildiği bir şeye ihtiyacım vardı. Bunu gösterebileceğim elimde sadece yazmak vardı. Yazı yazmak da bisiklet sürmek gibi bir mesele değil, düşe kalka öğreniyorsun tabii, ama insanın içinden gelmesi gerekiyor. Bu blog'da o dönemi gayet iyi temsil edebir iki yıllık bir dönüş var. Geri dönüp okuduğumda çok komik ya da çok zekice olduğunu sandığım şeylerin hatırısayılır bir kısmının aslında en iyi tabirle vasat olduğunu görüyorum.<br />
<br />
Fakat mesele bence bunun üzerine çıkan bir şey, blog yazmak bilhassa google'ın servisi, artık atalarımın da dediği gibi passé bir olay. Ben en son birinin blogger'ını ne zaman okuduğumu açıkçası hatırlamıyorum. Daha yazmaya başladığım esnada tumblr çoktan kullanım rahatlığı ve amcıkağızlılara sunduğu şekil yapma imkânı vesilesiyle çoktan bu tip siteleri alt eder nitelikteydi. Bir diğer yandan uzun metin okumak internette artık anlamsız bulduğum bir şey. Milyonlarca insanın düşünüp tartmaya fırsatı dahi olmadan fikir kustuğu bir yerde herhangi bir fikrin pek bir değeri olduğunu düşünmüyorum. Porno izlemenin bile bu tip uğraşlardan değerli olduğunu düşünüyorum,(yanlış anlaşılmasın önceden de internette pornoya herhangi bir fikre ayırdığım zamandan daha fazlasını ayırıyordum. ancak daha yapısal bir meseleden bahsediyorum burada.) Hele twitter özelinde ve sosyal medya uzmanlığı gibi çuval tartma müdürü dandikliğinde bir iş kolu dahi çıkmışken insanların halâ umursandığını düşünmesi ilginç bir durum olurdu. Tabii bunu, "Gelecek kuşaklar azizim" ezikliğinde yakınarak anlatmıyorum. Zaten yüzlerce yıldır hemen kimsenin fikri bir önem teşkil etmiyordu, insanların yeni bir ortama uyum sağlaması sonucu böyle yanlış garip bir algı oluşmuş gibi. Bu vasatlığın hükümranlığından Aldous Huxley de yakınıyordu ve bu sebeple iyi üretimin vasatlığın arasından sıyrılmasının oldukça zor olduğunu söylüyordu. Şimdi ise, vasatın biraz üstünde bir şeye denk gelmek bile bir dehayla karşılaşılmış hissiyatı yaratıyor. Bunu tabii ki kendisini ve fikirlerini çok fazla ciddiye alan insanlar üzerinden söylüyorum, blog yazmak, twitter'da bir şeyler yazmak, blog yazarlığı gibi berbat bir alandan yola çıkarak kitaplarının basılmasını istemek ve hatta basılması, insanların nasıl olup da birkaç ay içerisinde sıkılmadığı şeyler aklım havsalam almıyor. Şu noktadaki zihnimle blog yazmaya başlar mıydım diye düşündüğüm oluyor. Bana burasının yararı bazı zamanlar yazarken gerçekten yazan insanların yaşadıkları hazzı bir anlığına yaşatabilmesi oldu. Anlatacak şeylerin anlatılanlara en kolay ulaştığı yer internet tabii ki günümüzde, ancak bu sadece havada uçuşan değersiz laflardan ibaretmiş gibi geliyor. Yani, bu ortalamaya çekilme örneği, bir bakanın twitter hesabı açması, ya da bir belediye başkanının hesabı olması gibi bir mesele. Hayatımda fikirlerini en merak etmediğim insanların sürekli çevresine laf yetiştiriyor olması, saçmalaması, garip bir sırnaşıklık halinde bulunması sevdiğim bir şey değil. Eline kağıt alıp sayfalarca yazı doldurmak yerine, buraya gelip bir şeyler saçmalamak; aslında bir enstrüman çalmayı öğrenmek yerine guitar hero oynamak kadar saçma bir şeymiş gibi geliyor. Neyse öyle. Siz benim gibi değilseniz fikirlerinizi merak ediyorum. Bunca saçmalığa karşı nasıl bir süzgeç kullandığınıza dair. Sadece birini takip etmemek gibi bir şey değil çünkü, vasatlık internetten löplöp taşan ve uzak durulması oldukça zor olan bir şey. Bu yazının da tabii ki öyle olmadığını söylemiyorum, bu da o hale dahildir.<br />
<br />
Yazım hatalarım bozuk klavyeden kaynaklıdır.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/Ko6J9v1C9zE" width="560"></iframe><br />
<br />
Burada anlatn global village ve solidarite halini aksine mobil internetin kırmış ve televizyonun toplayıcı yönünün aksine kişileri yalnızlaştırmış olduğunu düşünüyorum. Hiçkimse hiçbir zama istediği kişinin yanında değilmiş gibi uzun zaman planlanan buluşmalarda dahi herkes yine başka birisiyle telefon aracılığıyla sürekli iletişimde kalıyor. Bu da geçmişteki örneğin, SMS'in aksine o esnada kişinin sosyal algısında gerçekliğe dair bir kırılmaya neden oluyor. Burada Stuart Hall parçalayacak değilim uzun uzadıya. Kısacası, neredeyse hiçbir zaman sevdiklerimizle tam anlamıyla biricik bir sosyal ilişki yaşamamızın bu noktada artık mümkün olmadığını düşünüyorum.monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-48233569759164622882014-06-02T21:24:00.001+02:002014-06-03T11:42:49.168+02:00Babaannemin Astığı Donmuş Çamaşırlar Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjy-UBYIX7ZZNYwwP6m4-FjQl2Ji6aEeINa5X9aWIhu3n-qzQAoNsczLdjfe4wF1TGCL9gBhZRdg_k-CNUMUbYpp-8PU0AShBzPl2569eUDcw6EVnyQL6hP0HD3XLx6xSn-vzsacOaQR9k/s1600/tumblr_m51wxxUEGd1rv1ckao1_1280.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjy-UBYIX7ZZNYwwP6m4-FjQl2Ji6aEeINa5X9aWIhu3n-qzQAoNsczLdjfe4wF1TGCL9gBhZRdg_k-CNUMUbYpp-8PU0AShBzPl2569eUDcw6EVnyQL6hP0HD3XLx6xSn-vzsacOaQR9k/s1600/tumblr_m51wxxUEGd1rv1ckao1_1280.jpg" height="640" width="492" /></a></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Death is a release from the impressions of the senses, </span></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">and from desires
that make us their puppets, </span></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">and from the vagaries of the mind, and from the
hard service of the flesh.<o:p></o:p></span></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Marcus Aurelius<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çevrede, emaresini gördüğümüz, kokladığımız, sezdiğimiz zaman,
bir anlığına o saniyenin temsil ettiklerine dönmemizi sağlayan bazı serbest
uyarıcılar var. Örneğin karşıdan karşıya geçerken bir an yavaşlayıp yolun
çizgilerine bakınca beş yaşında atlattığımız kazayı veya sokakta yanından
geçtiğimiz birinin parfümünün eski bir gönül meselesini hatırlatması gibi. Bu
serbest uyarıcıların yoksunluğu da, zihnin meditasyonuna odaklandığı, örneğin gece
uyur uyanık haldeki hipnagoji safhası gibi kendiliğinden ortaya çıkabiliyor.
Hatta şimdi neden Marcus Aurelius’un meditasyonlarının böyle aydınlatıcı olduğunu
daha iyi anlıyorum:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1.bunları birileri okusun
diye değil kendine not düşer gibi yazmış olması.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">2.bu sayede bir yapı
ortaya çıkarmanın fikrini düşünmeyerek her şeyi dürüst ve dolandırmadan o esnada kendiliğinden oluşarak yaratması, olabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Şimdi bu emarelerin
yoksunluğunda, tıpkı Altered States’de William Hurt’ün dış etkenlerden tamamen
soyutlanıp, medidatif bir zihne girebilmek için su dolu bir tanka girmesi gibi,
bu uyur uyanık halin de gün içerisinde dalıp gitmelerimizde var olmasını
andırıyor. Geçenlerde tamamen duvara bakan bir kedi gibi dalmış, boşluğu
izlerken babaannemin kışın yıkadığı buz tutmuş çamaşırlar aklıma geldi. Bunları
zemheri zamanı, neredeyse gün aşırı kar yağdığı günler dahi yıkadıktan sonra
evinin bahçesine asardı. Hâlbuki hatırladığım kadarıyla, ısı ve rüzgâr
buharlaşmayı artıran etkenlerdir. Babaannem bu çamaşırları bir gün ya da her ne
kadar süreyse, bahçede kurumaları için bırakırdı. Bu ıslak çamaşırlar buz
tutmuş, kaskatı kesilmiş ölü bedeni gibi toplanırlardı sepete. Peki, bu birçok
kez mi oldu, yoksa bir kere gördüm ve taş kesilmiş bir fanila ya da kumaş
pantolon dokusu zihnime mi işlendi bilmiyorum. Beyaz fanilaların donup
ağırlaşmaları sebebiyle iplerin yorulup sarktıklarını hatırlıyorum. Neden evin
bir odasına serilmiyordu ki, sanırım bunları yaptığı esnada makinalar yarı
otomatikti ve sıkmak için merdaneden geçiriliyordu. Bu sebeple içeri almak
istemiyor olabilir. Fakat bu örneğin sadece benim bildiğim ve aklıma o donmuş
fanilanın görüntüsü geldiğinde gülümsediğim bir an olarak kaldı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu olaydan yıllar sonra
dedemin cenazesinin her safhasında ben vardım. Mezarlığa götürmeden önce öldüğü
şehirden gömüleceği yere kadar iki saat kadar bir cenaze aracında taşıdılar.
Böyle kederli zamanlarda, son bir kez yüzünü görmek için açtıklarında,
kadınların bulunduğu ortamda bulunmak istemiyorum. Bir mahallenin toplu
histerisi esnasında(ki herkesin kederini kendi bildiği şekilde yaşaması için sonuna
kadar hakkı var. Sadece, ben öyle yaşamadığım için orada bulunmak istemiyorum.
Six Feet Under’daki tabun tırmanıcılarını gözlerinden kestirebildikleri gibi.)
feryat, figân içerisinde hüznümü yaşamıyorum. Daha müstakil, daha Depresif İbne
İngiliz müziği bir hüzün yaşamak istiyorum. O sebeple dedemi de yalnız
olduğumuz bir zaman uğurlamak istedim. Cesedi yıkanıp bir gece morgda kaldıktan
sonra, yerel cenaze aracı görevlilerine teslim edilmeden önce birlikte yalnız
kaldığımız bir an oldu. Yüzünü açtım. Bu tip durumları insan pek kavrayamıyor
zaten. Yani, günlük hayatta sık sık ölü yıkasan daha belirgin bir kavrayışı
olur insanın, ancak ikinci kez bir ceset gördüğümden pek bir şey hissedemedim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ardından yüzünü kapadım,
ayakları açıktaydı sarıldığı bezin içerisinde. Ayakucunda işlerin birileri
tarafından halledilmesini beklerken, neredeyse farkında olmadan ayak
parmaklarını kavradım bu esnada. Buz gibi ve kaskatıydı. Babaanemin kışları
yıkadığı, dedemin ve kendinin buz tutmuş ve ağırlaşmış çamaşırlarının anısı bir
de o zaman aklıma geldi. Yıllar önce çocukken de bu çamaşırlarda beni büyüleyen
şeyin aslında hayatta olan insanların ölü eşyalarının donukluğu olduğunu
anladım. Dedemin öldüğünden o zaman emin oldum.</span><o:p></o:p><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/3gtqcaL7d6g" width="560"></iframe></span></div>
monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-77532141889995375642014-05-30T01:23:00.001+02:002014-05-30T01:37:56.253+02:00Angelopoulos Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF1C2CzeDTqCnSFgcc-EtEbUbg0gTrGSNWvxmyOjzkbjiK-tFzmuD4eEwoimQztdkIEfRVB07SaDU8oTFeZ6YxnVhQfChcADH4jPyifp-TLZcyGkF7kxKL4PdNVCezpKLxIx_azDQ6ZZE/s1600/tumblr_mqalhbtfLO1ry8fwso1_500.png" imageanchor="1" style="background-color: #f3f3f3; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF1C2CzeDTqCnSFgcc-EtEbUbg0gTrGSNWvxmyOjzkbjiK-tFzmuD4eEwoimQztdkIEfRVB07SaDU8oTFeZ6YxnVhQfChcADH4jPyifp-TLZcyGkF7kxKL4PdNVCezpKLxIx_azDQ6ZZE/s1600/tumblr_mqalhbtfLO1ry8fwso1_500.png" height="223" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">"Why mother nothing happens as we wish? Why?Why does one have to rot in silence... torn between pain and desire? Why did I live my life in exile? Why, when I felt at home, only when I could speak my own language? My language, when I could find the lost words or bring the forgotten words out ıf the silence. Why only at that very moment could I heat the echo of my own footsteps in the house? Tell me mother, why can't one learn to love"</span></div>
<div style="text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3; color: #666666; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 23.100000381469727px; text-align: start;">Mia aioniotita kai mia mera</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Andrew Largeman: You know that point in your life when you realize the house you grew up in isn't really your home anymore? All of a sudden even though you have some place where you put your shit, that idea of home is gone.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Sam: I still feel at home in my house.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Andrew Largeman: You'll see one day when you move out it just sort of happens one day and it's gone. You feel like you can never get it back. It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist. Maybe it's like this rite of passage, you know. You won't ever have this feeling again until you create a new idea of home for yourself, you know, for your kids, for the family you start, it's like a cycle or something. I don't know, but I miss the idea of it, you know. Maybe that's all family really is. A group of people that miss the same imaginary place.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Sam: [<span class="fine">cuddles up to Andrew</span>] Maybe.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3; color: #999999;">Garden State</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: right;">
<span style="background-color: #f3f3f3;"><br /></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Bir şeyler diyecektim. Kafamdaki iki filmin mevzusunu kopyalarken unutuverdim. Ama aşağı yukarı şöyle bir şeydi. Ulis'in Bakışı'nda Harvey Keitel'in aşık olduğu fakat aşık olmadığı kadına sarılıp "seni sevemediğim için ağlıyorum" dediği yeri izleyenler hatırlayacaktır; onu hüzünle değil, tutkuyla söyleyerek sırtını okşayarak ağlıyor.(Lenin simgesi beklenmeyecek kabalıktaydı. Angelopoulos'un zihni adına utanıyorum. En fazla emir kusturika seviyesinde bir balkan göndermesiydi. Midem bulandı.) Bir yerde yuvadan falan da bahsedecektim onu küçük yaşta evinden ayrılan çocuklarla bağdaştıracaktım falan onu da unuttum. Halihazırda yatağımda yatmaktaydım, işemek için kalktım ve yazmak istedim.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;"><br /></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Ama şöyle bir şeydi. Angelopoulos'un hemen hiçbirimizin ulaşamayacağı mutlak mutluluk anını her zaman bilmesi sanırım kendisinin külliyatını oluşturuyor. Burada merak ettiğim mesele, şimdi Fransızım diye demiyorum ama objet petit a'nın bir külliyatı nasıl oluşturduğudur.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;"><br /></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Neyse, hatırısayılır bir topluluğun aşağıdaki taraflardan biri veya diğeri olarak yaşadığını düşünüyorum. Proust dostum bu konuda 5000 sayfalık kitap yazarak en azından üzerimden bir yükü çekip almış oldu. Yani normalde düşünmezdim ama gerçekten de bazı insanlar demek böyle düşünüyor ki hakkında kallavi kitap yazılmış.</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;">Ya Allasen o kadar her türlü ezikliği gözlemiş ki şunu dahi demiş:</span></div>
<div style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px; margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="background-color: #f3f3f3;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px;">"Saint-loup'nun bana beslediği dostluk ve hayranlık, benim gözümde hak ettiğim şeyler değildi ve bunlara ilgisiz kalmıştım. Birden gözümde değer kazandılar; bunları Mme de Guermantes'a bildirmesini isterdim; hattâ kendisinden böyle ricade bulunabilirdim, çünkü âşık olduğumuz anda, sahip olduğumuz anda, sahip olduğumuz bütün bilinmeyen küçük ayrıcalıklarımızı sevdiğimiz kadına duyurabilmeyi isteriz; hayatta zavallıların ve can sıkıcı insanların yaptığı gibi. Sevdiğimiz kadının bunlardan habersiz olması bize ıstırap verir; kendimizi teselli etmeye çalışır, bunlar hiçbir zaman görünür olmadığı için, belki de sevdiğimiz kadının, bizimle ilgili fikrine, bu bilinmeyen meziyetler ihtimalini eklediğini düşünürüz." (le côté de guermantes)</span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px;">Ayyyy düşünmez olaydın Marcel de böyle durduk yere kahrolmayaydın. Albertine de böyle senin sonra götünden kanı alır işte. Bat Proust, bat!</span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18.200000762939453px;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="background-color: #f3f3f3; line-height: 18.200000762939453px;">Filmin dediğim sahnesi:</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: left;">
<span style="background-color: #f3f3f3; font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small; line-height: 18.200000762939453px;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/1GfbzSF3M1U" width="560"></iframe></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="background-color: white; line-height: 18.200000762939453px;">Bir de ertelenmiş haz gibi bir şeyden bahsedecektim ama blogun okur sayısının 150 civarında olduğunu gördüm. Bunun 50'sini zaten ben sayfanın düzenini ayarlarken toparlıyorum. Geri kalan yüz kişinin de yanaklarından öpüyorum. Umarım hiçbiriniz bu yazıda sırtı sıvazlanan taraf ya da sırtı sıvazlayan taraf değilsinizdir. Şaka şaka tamam biliyorum, onun da tadı başka. Yanaklarınızdan öperim. Yani siz de en aktif olduğum dönemde artmadınız, sonra baktım yazmıyorum yine aynı sayfa görünme sayısı var. Ben ne yapabilirim?</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="background-color: white; line-height: 18.200000762939453px;"><br /></span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="background-color: white; line-height: 18.200000762939453px;">Şarkıyı da şöyle yapalım:</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="line-height: 18.200000762939453px;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/M0WGdEYc88o" width="420"></iframe></span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="line-height: 18.200000762939453px;"><br /></span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.3em; padding: 0px; text-align: justify;">
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="line-height: 18.200000762939453px;">Ya bu filmde Venus'ü mü Vermeer'in avradını mı ne oynayan hatunun inanılmaz bir çekiciliği vardı ama 1982-1996 arası siyah çorap giymiş hemen tüm kadınların garip bir çekiciliği var zaten. Her zaman var zaten de, o hissiyatı o dönem arası için çaktığınızı varsayıyorum. Olaydan alakasız olarak aklıma Şebnem Paker geliyor, elektro bağlama geliyor. Oryantalizm geliyor. Dostum rahmetli Edward Said'in şu sözleri kulağımda yankılanıyor: "Verse sikmez misin?"</span></span><br />
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif; font-size: x-small;"><span style="line-height: 18.200000762939453px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Verdana, Arial, sans-serif;"><span style="line-height: 18.200000762939453px;"><span style="font-size: x-small;">P.S: </span><span style="font-size: x-large;">Ben bu yeni bûlokçuluğu kullanmayı öğrenemedim her paragraf ayrı renk ve boyutta oluyor:(</span></span></span></div>
monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-45152019350890412802014-05-27T22:03:00.001+02:002014-05-27T22:56:35.210+02:00L’Inconnue de la Seine Üzerine<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNBRu58T5H8tOVByIM3hNs8m9qYFgaPBsn0iCqNC9b8RZHqWrw0iy4D86pmUpKGCdF_5LhBxfYxJt4rYjYZO9LXQmpj85vEjuRDC7ZsQDbKSkLttlnBzh1iUo4e0qg2_z_v-POzMdeyxY/s1600/Inconnue.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNBRu58T5H8tOVByIM3hNs8m9qYFgaPBsn0iCqNC9b8RZHqWrw0iy4D86pmUpKGCdF_5LhBxfYxJt4rYjYZO9LXQmpj85vEjuRDC7ZsQDbKSkLttlnBzh1iUo4e0qg2_z_v-POzMdeyxY/s1600/Inconnue.jpg" height="220" width="320" /></a></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="margin-left: 35.4pt; text-align: right;">
<span style="color: #595959; font-size: 10pt; line-height: 115%;"><br /></span>
<span style="color: #595959; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt; line-height: 115%;">Gravedigger: Is she to be buried in Christian burial when she wilfully seeks her own salvation?</span></div>
<div align="right" class="MsoNormal" style="margin-left: 35.4pt; text-align: right;">
<span style="color: #595959; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 166;">Hamlet</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Ölüm
maskeleri, nev-i şahsına münhasır büyüleyicilikleriyle ölümün kendisini
donduruvermiş vücuda bürümüş yapılar. Burada verilen örnek Seine Nehri’nde
bulunmuş bir hanımefendiye ait az sonra rahmetlinin dev bir kedi oluşundan ve
benzer bir kaderi paylaşmış başka bir şahıstan daha doğrusu Tamam Shud olarak
bilinen bir davadan bahsedeceğim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Dünya
Tarihi’nde Tutankhamun’un altından maskesi zihinde Varyemez Amca’nın havuzu
misali sarışın parlaklığıyla canlanmaya pek yatkın. Altından maske ve kemik
yapısını kullanarak National Geographic zamanında yüzünün bir yeniden
canlandırmasını yapmıştı da adamın Anelka’ya benzediği ortaya çıkmıştı. Ölüm
maskesi olayı sonradan heykel şeklinde değil de, Orta Çağ civarı yüze alçı
kalıbı dökülerek yapılmaya başlanıyor. Bu sebeple örneğin Blaise Pascal, Oliver
Cromwell, Keats, Dante gibi tiplerin yanı sıra İngiltere Kralı, Rahmetli Başkan
Kennedy, Taçsız Kral Pele, Backenbauer, Kaleci Mayer, Nadya Komanaçi, Brigitte
Bardot ve Fenerbahçeli Cemil gibi insanların ölüm maskelerine ulaşabilmek
mümkün. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #404040; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span>
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiN3GA1BXuBK6jAAkZd-fm2fvdyVSWGVtueI4U8CnvGJ1KU_7Kyh9AlaxjE8f6h7tlZ6e0GLyns-RAE12qajJxhgkj7sZf1DAWJWY5Vj-z4OEwYyxco6wkVl6wlUpom2TwhR6mvCozAYj8/s1600/18ki0wn6lslcijpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiN3GA1BXuBK6jAAkZd-fm2fvdyVSWGVtueI4U8CnvGJ1KU_7Kyh9AlaxjE8f6h7tlZ6e0GLyns-RAE12qajJxhgkj7sZf1DAWJWY5Vj-z4OEwYyxco6wkVl6wlUpom2TwhR6mvCozAYj8/s1600/18ki0wn6lslcijpg.jpg" height="219" width="320" /></span></a></div>
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; line-height: 115%;">Bunun
gelişmiş teknolojisini kullananı ise Viktoryen Çağın maşallahlık çılgınlığı post
mortem fotoğrafçılık. Hayatımda da en çok korktuğum olaylardan biridir süslenip
püslenmiş bebek cesedini kucağına almış ya da elini tutan annenin siyah beyaz
fotoğrafları. O dönemde bilhassa büyük çoğunlukta hastalıktan ve bazen de
uykuda çocuk ölümleri gerçekleştiğinden ekseriyetle bebek cesetlerini görmek
geceleri emektar Donald Duck’lı(fotosellidir) gece lambamı takmama sebep oluyor. Aslında bunun biraz da, yeni teknoloji hakkında neler yapılacağından emin olunamamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Fotoğraf çıktığı zaman yaşasam bana da garip gelirdi. "Abi resim gibi ama tam değil yani resim. Eski Dutch Üstatların resimleri hani böyle gerçek gibi ya, onun gibi düşün ama onun siyah beyaz olanı." Ne diyorsun ammmına koyyim, NE DİYORSUN??? Resimli radyo dalgasından bile berbat. Bunu da bulunca erken dönemde böyle kültürel bir olay ortaya çıkıyor.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #404040; line-height: 115%;"><br /></span>
<span style="color: #404040;"><span style="line-height: 18.399999618530273px;">Kafada oluşmuş olan çeşitli betonlar öyle sertleşmiş ki horasan harcı gibi. Geçenlerde kurtarılmış ve elde kalan bilgilerle yeniden üretilmiş Roma ve Mısır müziklerini dinliyorum. Roma Müzikleri denince hiç dinlememiş insanın aklına yine bir şekilde antik de olsa yıllarca izlediği filmlerden ilişkilendirdiği batı müziğivari bir yapı geliyor. Fotoğraf mevzusu da bizim için böyle bir şey. Bir önceki yazıda da bahsetmiştim ama süreç içerisinde günümüzün örneğin kendi fotoğrafını angıl dingil pozlar vererek çekmek de, çağrı atmak gibi bir şey olacak. "Ulan diyeceğiz, amma malmışız lan." Belki de olmayacak, götümden sıkıyordum. Herhalde insanoğlunun narsisizmini doyurabilen en muhterem teknik olabilir günümüzün selfie metodu. Bir süre böyle devam eder. Ha neyse Roma Müziği diyordum. Hiç de batı değil yani. Dinleyin ve altınıza sıçın, medeniyetini siktiğim yavşakları ya:</span></span></span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #404040;"><span style="line-height: 18.399999618530273px;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/uJLXyBzMci0" width="420"></iframe></span></span><br /></span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #404040; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span>
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6FBLtU5oSwglbEZnCJTHsE5XJJf4YVH-l4OgDrC5x3CttovFEKOgbnJiossEzfAi78Q20UebJej4y6EKthyphenhyphenLkOYHZquJYQ44DAMJbMav6-5-e1P5MW1aBEb_GGTtJqZuQol2jxSqECK8/s1600/postmortem+photo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6FBLtU5oSwglbEZnCJTHsE5XJJf4YVH-l4OgDrC5x3CttovFEKOgbnJiossEzfAi78Q20UebJej4y6EKthyphenhyphenLkOYHZquJYQ44DAMJbMav6-5-e1P5MW1aBEb_GGTtJqZuQol2jxSqECK8/s1600/postmortem+photo.jpg" height="320" width="251" /></span></a></div>
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Ölüm
maskesi denen mevzunun gelenekselleşmesinde en yatkın yönün Latince “memento
mori” denen nane olduğu şüphesiz. Belki de şüphelidir. Bu tip mevzular hakkında
engin bilgiye sahipmişim numarasını yapmaya çok alıştığımdan okuduğumda inanır
hale geldim. Örneğin mevzunun Latince oluşu sebebiyle -tabii şimdi
St.Augustine’i falan geçiyorum rahmetlinin cevşenleriyle büyüdük benim Latince
yazan arkadaşlarım da var- fakat Roma’ya dayandığını daha da düşündüm ve hemen
sığ zihnimle kullanabildiğim tek bilgi kaynağı olan wikipedia’ya dadandım.
Bulduğum şok edici gerçekleri hemen sizinle paylaşmak isterim organik
entelektüel görevi edinip. Efenm, bu olay zafer kazanmış Roma Komutanı’nın
ardına bir köle yerleştirip şunu dedirtme şeklinde gerçekleşiyormuş: “ Arkana
bak ve tıpkı onun gibi bir fani olduğunu hatırla! Öleceğini hatırla!” şeklinde,
bunu doğrudan Latince’den çevirdim bu arada. Neyse, peki bu olay neyle
benzeşmektedir değerli dostlarım? “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah
var.” Aynı yapıda değil midir? Ne kadar eklektik kültür, ne kadar embracing
cultures, ne kadar global warming değil mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Maskelere
baktıkça, ölümü hatırlamaya dair hediyelik eşya tutkusuyla dökülmüş bu
gelenekle arama semavi bir mesafe koymaya çalışıyorum. Koyamayanlar olmuş, zira
Peder Beyin iki yalısının da bulunduğu Seine nehri kıyısında 1900 yılında
bulunmuş bir hanımefendinin cesedinin ölüm maskesinin büyüleyici etkisi bu
dönemde hatırı sayılır miktarda yazarı etkilemiş olacak ki, başuçlarına
yerleştirdikleri bu maskenin kopyasıyla kendilerinden geçip Sabah Ezanı’nın da
saba makamıyla beraber gazladığı ürpertici etkiyle 06.00 sularında yazmaya başladıkları
birçok hacimli kitap ortaya koymuşlar. Örneğin, Rilke’nin tek romanı bu maske
ve yaylı tambura eşliğinde yazılmıştır. Max Frisch’in yine oyunlarından biri de
aynı isimli karakter içermektedir. Nabokov’un doğrudan aynı isimli bir şiiri
var zaten, burada ismini dahi önümü ilikleyerek anıyorum kendisinin. Yine
Aragon falan da bu işlerle uğraşmış vesaire vesaire. Ne yazık ki bu büyüleyici
hanımefendinin kimliği hiçbir zaman ortaya çıkmamış. Yüzünden yola çıkarak
yaşının aşağı yukarı 16 civarında olduğu tahmin ediliyor öldüğü esnada.
Açıkçası bu ölüm maskesini Walter Benjamin’in elinde bulunan Klee’nin Angelus
Novus’uyla etkileyicilik ve semavilik açısından bir tutarım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">II.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">İkinci
mesele Tamam Shud vakası. Zamanında medya tarafından “Taman Shud” şeklinde
yanlış aktarıldığından ötürü internette ararsanız yanlış bir şekilde ona
yönlendirecektir ismini. Fakat bu “Tamam Şâd” hikâyesi Ömer Hayyam’ın bir
Rubai’sinin bitişinden alınma, taman da tamam işte, yani şişkebabçokguzel
dingilliği. Öncelikle burada kendisinin ismini andığım için kusuruma bakmayın
ama davayla ilgili olduğundan bahsettim, yoksa 2018 yılında bir metinde hâlâ
Ömer Hayyam’ın ekmeğinin yenmesi en kaba tabiriyle ayıptır. Sizin de çevrenizde
geçmişte Ömer Hayyam’ı övmüş bir arkadaşınızın olduğunu tahmin ediyorum, bu
tipler genelde otlanmaya yatkın olmasına rağmen paket alırsa Winston Box
içerler, bu dönemlerde en sevdikleri yönetmen Kubrick’tir falan filan. Benim
için Hayyam’ın matematikçi yönü yeterli.<o:p></o:p></span><br />
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Neyse
Tamam Şâd vakası şöyle bir şey. Avustralya’da 1 Aralık 1938’de sabah 06.30’da
Somerton sahilinde bir ceset bulunuyor, fakat cesedin herhangi bir ipucuna
kaynaklık edebilecek niteliği yok. Polis bunu bulduğunda bir tane kulak arkası
sigarası var, bir tane de sönmüş sigarası ceketinin sağ yakasının üzerine
düşmüş vaziyette. Ne bir diş izi, parmak izi hiçbir şey bir ipucu niteliği
taşımıyor. İki tane bilet çıkıyor, biri hemen bir kilometre ötedeki otobüs
durağından kalkacak, diğeri de bir tren bileti. Otobüs bileti bir kilometredeki
istasyonda inildiğini gösteriyor, tren bileti ise kullanılmamış. Bir gün önce
birkaç kişi şahsa benzer birini gördüklerinden bahsediyor. Adamın otopsisinde
ortalamanın üstünde bir vücut yapısına benzerlikten hatta uzun mesafe
koşucularına benzediğinden ciğerlerinin de bu şekilde gelişmiş olduğundan
bahsediliyor. Otopside muhtemelen zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerinden
düşünülüyor ancak bilinen bir zehir tespiti yapılamıyor. Kimse hakkında hiçbir
şey bilmediği ve üst sınıftan bir karaktere benzediğinden ne yapacağını
bilemeyen Polis sonunda davanın ilerleyebilme ihtimaline karşı adamı
mumyalıyor. Bu arada kendisinin bir de ölüm maskesi alınmış durumda, o yüzden
aklıma bu vaka geldi. Gazetelere adamın resmi dağıtılıyor ve kimse tarafından
tanınıp tanınmadığı soruluyor. Burada birçok insan gelip kendisine benzer
birini tanıdığından bahsediyor ama ipuçları hiçbir sonuca varmıyor. Hatta
olaydan 10 yıl sonra polis 251 tane bu tip çözüm geldiğinden bahsediyor.
Olaylar adamın ölümünden bir buçuk ay sonra iyice kızışıyor ve Adelaide Tren
İstasyonu’ndaki emanette şahsın ölümünden bir gün önce 30 Kasım öğleninde
bırakılmış bir valiz bulunuyor. Valizin içinde Avustralya’da hiçbir örneği
bulunmayan Barbour marka mini bir dikiş takımı bulunuyor, şahsın cebindeki
söküğün dikimi için kullanılan ipin aynısını içeren. Terlik, pijama, iç
çamaşırı, pantolon, matkap ve sofra bıçağı bulunuyor. Ürünlerde ismin ortaya
çıkabileceği her şey kazınmış vaziyettedir. Bunların yanı sıra bütün gün
şehirde gezmiş olmasına rağmen yeni parlatılmış ayakkabılarla sahilde ölmüş
olduğu gibi şüpheler sebebiyle şehirde bir soruşturma başlatılıyor. Soruşturma
esnasında adamın pantolonun çakmak cebinde üzerinde “Tamam Shud” yazan ve bir kitaptan
koparılıp kıvrılmış ufak kâğıt bulunuyor. Tüm Avustralya’ya son sayfasının son
dizesindeki “Tamam Shud” kısmı yırtılmış
Rubailer arama emri yollanıyor. Adamın ölümünden iki hafta önce, öldüğü
kasabadaki bir arabanın arka koltuğunda başka birisi Tamam Shud kısmı yırtılmış
ilk basım Rubailer kitabı buluyor. Kitabın arkasında şunlar yazılıdır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.4pt; margin-bottom: 1.2pt; margin-left: 36.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 10pt;"><br /></span>
<span style="font-size: 10pt;">WRGOABABD<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.4pt; margin-bottom: 1.2pt; margin-left: 36.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><s><span style="font-size: 10pt;">MLIAOI</span></s><span style="font-size: 10pt;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.4pt; margin-bottom: 1.2pt; margin-left: 36.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt;">WTBIMPANETP<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.4pt; margin-bottom: 1.2pt; margin-left: 36.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt;">MLIABOAIAQC<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.4pt; margin-bottom: 1.2pt; margin-left: 36.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt;">ITTMTSAMSTGAB<o:p></o:p></span></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="color: #404040; font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;">Hayatı
Goodwill Hunting tadında yaşamak istiyorsanız deneyebilirsiniz fakat
çözülememesinin açıklaması yapılmıştır çeşitli kaynaklarda. Bu meselenin
çözülmemesiyle kalmasının üzerine daha bir ton olay yaşanıyor falan daha
anlatamayacağım, adam ölünce mezarında çiçekler çıkıyor vesaire vesaire.
Bunları aptal bir komplo teorisyeni edasıyla anlatmadım. Sadece gerçekleşmiş ve
çözülemeyen adli bir vakadan bahsettim. Burada delillerin yavaş yavaş ortaya
çıkarken olayın daha da karmaşıklaşması gibi durumlar beni çok etkilemişti.
Avustralya yapımı Wake in Fright isimli bir film var tüm kopyaları kaybolup
5-10 yıl önce ortaya çıktı. Bu şahsın mevzusu ne kadar X-files dalgası ise o
filmdeki daralmışlık hissi de bir o kadar benzer ve Tamam Shud Vakası’na benzer
duruma insanların nasıl yöneltildiğine dair müthiş Kafkaesk bir yapıt bana
kalırsa. Söyleyeceklerim bu kadar.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="color: #404040; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span>
<span style="color: #404040; font-size: 12pt; line-height: 115%;">P.S: Swans'ın geçen albümünü de birkaç yıl önce övmüşrüm. To be kind o kadar fazla ilkel ki, evde üzerimi çıkarıp sadece iç çamaşırlarımla göğsüme vura vura sol yanımı çürütüyorum bir yandan da evin ortasına ateş yakıp çevresinde deli gibi pagan dansları yapmamak için zor tutuyorum kendimi. Geçen gün sokakta, A Little God in my Hands'i dinleyip göğsümü yumruklarken kendimi yakaladım. Testosteron seviyesinin artmasından ötürü, sakallarım iki haftada orman gibi oldu. Artık kedi yavrularının videolarını izledikten sonra toparlanabilmek için She Loves Us'ı, Toussaint L'ouverture'ü dinleyerek toparlanıyorum. The Seer gibi yine Swans'e başlanabilecek bir albüm olmuş.</span></span><br />
<span style="color: #404040; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-themecolor: text1; mso-themetint: 191;"><br /></span>
<span style="color: #404040;"><span style="line-height: 18.399999618530273px;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/I2bMsYb9P-k" width="420"></iframe></span></span><br />
<span style="color: #404040;"><span style="line-height: 18.399999618530273px;"><br /></span></span>
<span style="color: #404040;"><span style="line-height: 18.399999618530273px;"><br /></span></span></div>
monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-59472408759402488322014-01-11T17:48:00.000+01:002014-01-11T18:20:45.777+01:00Eugéne Atget ve Instagram Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0r2bfseJTAiytwnwyIsYgqTwIgAyu75wwphy04Vet2aoXFVHDQSHwNP29M4TMC0XwoQpXxj7427KDIuPQxLK1dZvlpHG58qisV9lTv7Ppn2czuLgd8nbMBYyLmhhj7evmq26UBII7gJo/s1600/atget-bastille-eclipse.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0r2bfseJTAiytwnwyIsYgqTwIgAyu75wwphy04Vet2aoXFVHDQSHwNP29M4TMC0XwoQpXxj7427KDIuPQxLK1dZvlpHG58qisV9lTv7Ppn2czuLgd8nbMBYyLmhhj7evmq26UBII7gJo/s1600/atget-bastille-eclipse.jpg" height="335" title="soaatgetwow" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
İzin verirseniz ben bir tespit yapmak istiyorum sayın değerli Kırcalar.<br />
<br />
Eugene Atget, Karl Bloßfeldt gibi adamlar Walter Benjamin'in de pek hoşlandığı insanlardan.(Bu arada Benjamin kültürel ziyonistim muhabbeti yapıyor gençliğinde ama kendisi için Küçük Mücahit Bünyamin demenin daha uygun olduğunu düşünüyorum.) Örneğin Bloßfeld doğa fotoğraflarında şimdiye kadar doğayla sahip olmadığımız nev-i şahsına münhasır bir ilişkinin yakından kapısını aralıyor. Çünkü Benjamin'e göre fotoğraf teknikle başlar.Burada kendi tekniğini ayıran Man Ray'in de ismini analım. Biz fotoğraf sayesinde bu yıllardır fark etmediğimiz optik şuursuzluğumuzun farkına varıyoruz, hadi beni siktiredin Dadaloğlu diyor. Dünyayı fark etmediğimiz yeni bir filtreden kavramamızı sağlayarak -çok özür dileyerek kullanacağım bu kelimeyi ama- farkındalık yaratıyor. O yüzden instagram'da eski sevgilimizin yeni sevgilisinin eski sevgilisinin yeni sevgilisinin fotoğrafını görmek gibi durumlar bizi daha çok yaralamaktadır, açın Pasajlar'ın 78'inci sayfasına bakın Benjamin aynen böyle söylüyor. "Abi çok kötü ya hiç sorma o meseleleri:/" diye bitiriyor.<br />
<br />
Bilhassa Atget için "wow, such aura, so nostalgic, much sepia, such art" tepkileri veriyor, hatta Atget için "fotoğrafta yeni bir kademe" demişliği var. Bilhassa Atget için bunu demesinin sebebi objeyi sanatın haresinden ayırıp yeniden üretim koşullarında dönüştürebilmesi olayı. Bu baştan beri yazdığım bilgi mastürbasyonu kısmını zaten herhangi bir teorik metinde okuyabilirsiniz, o yüzden bunu geçiyor ve birkaç Atget fotoğrafı paylaşıp, ardından meramımı paylaşıyorum<br />
<br />
<a href="http://sientateyobserva.files.wordpress.com/2011/05/atget1.jpg">http://sientateyobserva.files.wordpress.com/2011/05/atget1.jpg</a><br />
<a href="http://citysobriquet.files.wordpress.com/2012/07/rue-de-la-montagne-sainte-genevieve.jpg">http://citysobriquet.files.wordpress.com/2012/07/rue-de-la-montagne-sainte-genevieve.jpg</a><br />
<a href="http://pixntxt.files.wordpress.com/2012/07/atget-albumen-9.jpg">http://pixntxt.files.wordpress.com/2012/07/atget-albumen-9.jpg</a><br />
<br />
Gördüğümüz resimler aşağı yukarı 90-100 yıl önce çekilmişler. fakat muhtemelen bir kısmımızın hiç gitmemiş olduğu Paris'e dair unuttuğumuz anılarımızı hatırlatır gibiler değil mi?(Ben bu birçoğunuza dahil değilim çünkü Kayıp Zamanın İzinde 2'yi yazmak için birkaç yılımı Paris'te geçirdim.) Biraz uğraşılsa sanki iki yan sokaktaki fırından baget ekmek alınabilirmiş gibi geliyor bunlara bakarken. Fotoğrafın bu gücünü fark ettiğimde anladım ki, instagram'da eklenen bu filtreler aslında olmayan bir hayata/geçmişe sahip olmamızı sağlayabilen kılıflar. Bir nevi gerçek fotoğraf çekmek, teknik bilmek yerine, yani 100% dana sucuğu yemek yerine paramız olmadığı/teknik bilmediğimiz için içinde patates nişastası olan sucuk yemek gibi.<br />
<br />
10 yıl önceki kameralı cep telefonlarını hatırlıyorsunuzdur cıf düzeyinde fotoğraf çeken. Hemen silip atsak hiçbir anlamı olmayacak, bir şeyi kaydetmeye bile yaramayan bulanık renkler silsilesi. Ama tekniğin tıpkı Benjamin'in de bahsettiği gibi gelişimiyle herbirimiz kendi tarihimizi instagram gibi araçlar üzerinden değer vererek kurgulamaya başladık. Böylece başka birinin daha 1 hafta önce gittiğimiz lokantada yediği yemeği görünce, "Adamın yaşadığı hayata bak be" dedirtecek noktaya geldi. toparlarsam şunun için anlattım, tekniğin gelişmesiyle beraber, Benjamin'in bahsettiği sanatın demokratikleşmesi olayına bana kalırsa instagram darbe vurmuş bir gereçtir. Geçmişi kendine has özelliğinden sıyırıp, naylon poşet bir aura ve Frankfurt Okulu şarlatanlarının pek sevdiği "false consciousness" denen olayı yaratmasına sebep olan bir şeydir. O yüzden instagramın anasını bacısını sikeyim.monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-68079567542146839492013-12-27T01:19:00.000+01:002013-12-27T16:28:00.798+01:00Adolesan Cinsel Röhahı Üzerine<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/rlTT2mPA5BA" width="420"></iframe><br />
<br />
Neler yapmadık ki şu seks için<br />
Kimimiz ailemizin seksini duyup primal fear'dan darbe aldık<br />
Kimimiz şarkı söyledik.<br />
<div style="text-align: right;">
Orhan Bey</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Epigrafın sonu için diyorum, ortadan başlayıp alt düzey ekonomi seviyesi restoran personeli seslenişiyle açmak istedim. Günlük hayatta birbirine, Muzo, Yarrağım, Aga diyen insanlar son 8-10 yıldır birbirlerine Muzaffer Bey, Yarrağım Hanım ya da Tarık Akan'ın Aga Tişörtü şeklinde sesleniyor. Köylü burjuva değil, aileden burjuva olduğumdan ötürü gitmedim ama Paper Moon'da bu tip durumlara dikkat ediliyormuş ve sanıyorum ki personel birbirini isimleriyle çağırıyor, samimiyet gösterisinde bulunuyormuş. Açıkçası bir yerde onurlu çalışmanın ön koşullarından biri bu olabilir, bir süre sonra içselleştiriliyor bu rezalet ve bunu dışarıdan sizin dediklerinizin saçmasapan sıfatlar olduğunu anlamaz hale geliyorlar. Bu arada tabii ki, "aman diğerlerinden ayrı görünelim, personele değer veriyormuşuz hesabı" yaklaşım normal "x bey" diye seslenenlerden katmerli bir varoşluğa delalet etmekte. Pisuvara işerken yan pisuvara gelen şahıs yüzünden sidiğin kesilmesi gibi bir şey bu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bugün konum ergenlik öncesindeki cinsel uyanışlarımın bir kısmı. Birçok var olsa gerek mutlaka. Fakat The Squid and the Whale hasebiyle net bir örnekten bahsedeceğim. Normalde Jesse Eisenberg'in oynadığı filmleri izlemiyorum. Bunun öncelikli sebebi Michael Cera'yla aynı oyunculuk kabiliyetine sahip olmaları. Yani bir şeyi anlamazmış gibi şaşkınca bakmak, kararsız kalmak ve ağzın gerizekalı gibi açık olması durumu. Oyunculukta böyle kemikleşmiş aptal metotlar bulunabiliyor. Yakından işin içine girmişliğim yok fakat zamanında bir tiyatro oyunu oynarken(ki tiyatro zaten öldü bu konuda tartışmayı dahi abes buluyorum) vurgularımı birisinden aldığımı fark ettiğimde utanarak kabullenmiştim bunu. Ne acı. Bu arada yanlış anlaşılmasın Jesse Eisenberg, Michael Cera gibi oyuncular ya da benim gibi Ecole Normale Superieur'ün Süper kısmında oynama şansı bulmuş insanlar doğal olarak oyuncu, aktör vs. sayılmıyorlar tabii ki. Neyse The Squid and the Whale'in soundtrack'inde Tom Cruise'un oynadığı "Risky Business"de kullanılan bir müzik bulunmaktadır. Bu en başta dinleyebileceğiniz Love on a Real Train'dir. İsteyen filmde ne denmek istediğinden yola çıkar, bir şeyler anlatır vesaire vesaire. Bunları anlamsız buluyorum, fakat bir sonraki paragrafta başka bir şeyi anlatacağım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Love on a Real Train, bu 1995-2015 arası Amerikan Dysfunctional Ailesi Bağımsız Filmleri standardı içinde kendi başına ayrılmış bir müzik seçimi şaheseri. Bir ergenin şehir şebekesinin voltajının azalıp artarcasına oynayışlarıymışcasına cinsel uyanışına ideal tren pistonlarının seslerini birebir yansıtıyor. Tangerine Dream'i tabii ki övecek değilim. Zamanında müzik hakkında yeteri kadar konuştum diye düşünüyorum. Dinleyenlerin tümüyle aynı hissi paylaşmayı beklemiyorum fakat nasıl bir şey olduğunu anlatacağım. Tarihsel süreçte kendimi 0 olarak alırsam -3 ve +1 yaşlarında erkek kuzenlerim bulunmaktaydı. Biz cinselliği toplu keşfettik. Hani ortaokulda evinize çağırıp pornoyla beraber olan otuzbir çekme ayinleri hesabı. Gerek uydu yayınları, gerek sinsice çaldığımız vhs kasetler olsun böyle hastalıklı bir yapıydı. Bunun tabii ceremesi çekiliyor falan sonradan fakat o anda ayı gibi yün kazağa kerkinen ergen kedi yavrusuymuşcasına yastığa yüklendiği oluyor insanın. Biz de bunu yaptık. İki yastık arasındaki boşluğa kerkindik hiçbirimiz hiçbir şeyi bilmiyoruz. Venus Tv, 69 X tv falan filan derken hasbelkader bu tip olaylara toplu bir sidik yarışıymışcasına girişmiş bulunduk. Bu yaşlar, ortaokul ve lisedeki aptal ve zorunlu erkek muhabbetini yapan herkes biliyordur "seninki renkli mi aga", "yok benimki şeffaf" hikayesinden de önceki aptal adolesan uyanış dönemine denk geliyor neredeyse.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/_iIVOt8Vwa0" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu dönemin genelini düşündüğüm zaman o zaman hissettiğim heyecan ve ne yapacağını bilemezlik duygusu tam da bu şarkının o yeknesak ritmine uygun geliyor bana. Bu noktada olayı kendimle ve filmdeki ergen arkadaşla bağdaştırdığım zaman çok da anlamsız eşleşmeler bulmuyorum. Film zaten sik gibi o yüzden spoiler falan vermiyorum. Filmdeki bu 12-14 yaşları arasındaki arkadaş bu şarkının çaldığı anlarda ya kızlara bakıp öc alırcasına otuzbir çekip oraya buraya menisini sürüyor ya da gerçekten o yaşlarda bira/viski olaylarıyla pre-alkolik konumda yine cinsel uyanış yaşayıp hayvandan farksızcasına çoğalmanın yokluğu içinde tamamen boşluğa yolluyor spermleri. Bu dönemi düşündüğüm zaman aile yönünden boşanmanın eşiğinde olmayı bırakın bu konudaki gelişimimi bozabilecek bir problemim dahi yoktu, sanıyorum ki bu konudaki en şanslı ve mutlu bireylerden biriyim. Fakat bunun dışındaki çarpıcı bir anıyı net şekilde hatırlıyorum. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Biz yine bahsettiğim bu iki kuzenimle hiçbir şey bilmez erken ergen deneyimlerimizden birini yastığa kerkinerek yaşamışız. Gecenin ikisi civarı uyandım. Bu esnada 10-12 yaşlarında olduğuma eminim. Beyaz külot giyiyorum ve mayoz bölünmenin tek hücreden başladığına dair bir bilgim var. Bu esnada elimi beyaz küloduma götürüyor ve spermden habersiz, zihnimle külottaki bir pamuk parçasının elime gelmesiyle gözyaşlarına boğuluyorum. Bu küçük pamuk parçasına "evladım, oğlum" diyerek ağlamaya başlıyorum. Yani zihnimde o andan itibaren bir daha çocuk sahibi olamayacağıma dair absürt katastrofik bir an işleniyor. Ne anlamsız ve ne komik. Ayrıca neden "oğlum" olduğunu şimdilerde sık sık düşünüyorum.<br />
<br />
Aslında bu komik olarak da anlataılabilirdi, fakat anlatmadım çünkü mizah zaten bu saçmasapan işler üzerinden çok sık faydalanıyor. Böyle bayat bir konuyu kullanmak istemedim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu da benim böyle bir otuzbirim.</div>
monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-10003443051420344542013-12-06T23:32:00.001+01:002013-12-06T23:32:24.693+01:00Üstte Görünsün Diye 1 Yıldız Vermek Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm2E6zUINv1bROIAjKZRJ3_htiZDj9mdvGbbGDUPSBoZniX1Aa8GHnYLK5mLelxJYF9P5NsHh44k0Tun6Kqi7oJhK4rzcfDLZSzPWGUBWrDB_18bjYZYgjqwek_0PJi2T8ho6WCG6sdwA/s1600/sztuka-krotkiego-dwaj-ludzie-z-szafa-2010-03-09-530x397.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="298" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm2E6zUINv1bROIAjKZRJ3_htiZDj9mdvGbbGDUPSBoZniX1Aa8GHnYLK5mLelxJYF9P5NsHh44k0Tun6Kqi7oJhK4rzcfDLZSzPWGUBWrDB_18bjYZYgjqwek_0PJi2T8ho6WCG6sdwA/s400/sztuka-krotkiego-dwaj-ludzie-z-szafa-2010-03-09-530x397.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berakatahü yani kısaca Şalom değerli okurlar. Bir nevi, dinlerin kucaklaşması hesabı aynı anda hem kilise, hem sinagog, hem cami olan bina gibi cümle kurmak istedim. Şu gerginlik dolu günlerde bütün sosyal sıkışmayı almış bulundum üzerinizden ne mutlu bana. Zamanında bunun bina halini rahmetli madalyalı müntehir İhsan Doğramacı'nın yaptırtmışlığı var sanırım okuluna. Hiç gitmedim, ama açıldıktan 1 ay sonra ne hale geldiğine dair kalıbımı basarım. Rutubetli anneanne evinde sobasız olan oda soğukluğuna mahkum kalmıştır. İki Pazar Ayîni yapılmaz, bazı kiliseler var öyle değil rükûya varınca yerden ısıtmalı. Yapmış adamlar sonuçta, neyse. Konuya gelmeden önce açıklamam gereken bir şey var.<br />
<br />
Geçenlerde bu bûloğu tuttuğum hesaba gireyim istedim belki yeni bûlok yazısı yazasım gelir gün olanda! Davullar dövülende diye. Giremedim. 40 gün önce hesabımın şifresini değiştirdiğime dair uyarı aldım. Bir de yani aşağı yukarı 6 yıldır kullandığım 3-4 tane şifre kombinasyonu var, mutlaka bir tanesi tutmak zorunda. ZO-RUN-DA! Tutmadı. Şaşırıyorum, yani insan o anda şaşırıyor. Sonra kafama dank etti, bûlok yazdığım hesapla bir gece sarhoşken birisi de mi vardı ne vardı bir porno siteye üye olmuştum ve kullanmasın diye şifremi o paranoya esnasında değiştirmiştim sanırım. Yani aşağı yukarı böyle bir şeydi ama işin içinde porno site vardı, zaten kimseye herhangi bir şifre verecek kadar dingil değilim ama detayları hatırlayamıyorum. Son zamanlarda tor browser kullanarak pornonun keyfini sürüyorum, kendisini bunun için kullanacağımı hiç sanmazdım. Normalde silah kaçakçılığı, kokain ve beyaz kadın ticareti amacıyla kullanıyorum çünkü, silkroad falan da kapandı biliyorsunuz işler kesat. Velhasılkelam şifreyi hatırlayabilmek çok uzun zamanımı aldı, şöyle bir şey yapmışım Monti*.1789 hem küçük hem büyük harf hem sembol hem de sayı kullanmışım. Normalde böyle şeyler yapmıyorum, ama sarhoşken demek ki pornonun ehemmiyeti limbik beyinde öne çıkıyor olsa gerek. Yoksa analitik zekam çok kötüdür yani. Ne alakası varsa analitik zekayla artık. Ama hoşuma gidiyor, analitik, diskur, hegemoni gibi kelimeler insanı zeki gösteriyor. George Orwell'in bu tip yavşakları aşağıladığı mmuazzam bir yazısı vardır. Durun size bulayım onu. Buldum keyfiniz olursa okursunuz <a href="https://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/orwell46.htm">https://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/orwell46.htm</a><br />
<br />
Kısaca şunu diyor. İngilizce'yi bu tip entelektüel mastürbasyon kelimelerine mahkûm ederek dilin anasını siktiniz. Genel olarak da böyle bana kalırsa, günümüzde bir sosyal bilimcinin(bu arada yanlış anlaşılmasın sosyal bilim denilen bir şeyin varlığını kabul etmiyorum. öyle ismi tutulduğu için yazıyorum şimdilik. Keyfim olursa bir gün size neden böyle bir alanı kabul etmediğimi ve spekülatif bir safsata alanı olduğundan bahsetmek isterim. Ama iyidir yani, insan kendini bir şeyler biliyormuş gibi hissediyor.) makalesini okumak bir dirhem bal için bir çeki keçi boynuzu çiğnemeye benziyor. Şahsın yazdığı 65 sayfayı okumak yerine ya sonucu ya en baştaki özeti okumak ya da ikisini birden yapmak aslında yeterlidir. Neyse bu tip insanlarla uğraşamayacağım, herkes oyuncu olabilir ama hayatımın yönetmeni benim. İstediğime rol veririm, istediğime YOL veririm!<br />
<br />
Konumuza gelelim. Hasbelkader 1,5 yıl civarı bir tablet kullanıyorum. Ayı gibi faydalandım kendisinden 400 civarı film izlemişim mesela sadece üzerinden, zaten hesabımı da öyle yaptım 1200 franka almıştım sanırım o esnada. 1200/5=240 film hesabı yaptım. Her filme 5 frank değer biçip hemen amortisman hesabımı yaptım. Böyle küçük hesaplar sayesinde hayata tutunuyorum. 240 filmi izlediğim gün aleti kaşağıladım, brppüff aferin yavrum prpssss dedim küp şeker yedirdim. Yani bunun dışında da boş işler için kullanıyorum genelde, zaten bilgisayarı kimsenin başka bir amaçla kullandığını sanmıyorum. İşteki kullanımı da sayılmıyor bu arada, excel'de kutucuk doldurmak, autocad'le dişli hazırlamak, program yazmak gibi şeyler dünyaya faydalı eylemler değil birbirimizi kandırmayalım. Olmasa da olurdu. Belki, parçacık fiziği alanında kullanılırsa kabul edebilirim işte. O tip şeyler yani.<br />
<br />
Neyse, bunun bir marketi var. Bir ülkeye dair ümitlerinizi yitirmek istiyorsanız buraya bakmanızı rica ederim. Eğitim sistemi nasıl bir çöküntü içindedir en net ortaya koyan sistem bu marketteki uygulamalara yapılan yorumlarda ortaya çıkıyor. Şöyle şeyler var(şaka değil şimdi bakarak yazıyorum bunları<br />
"Program sikim gibi oynayanında yükliyeninde götünü sikim.",<br />
"gözüksün diye 1 puan verdim Zonguldaktan halalarıma selamlar."<br />
"buneya aminakoyim seni icatedenin sabahtanaksamakadarinmedi amkodum oyunu"<br />
"emeğe saygı"(diyip bir yıldız vermiş)<br />
"o.ç ne lan bu yaram siktir git bunu anana sok... Yavsak"<br />
"oç koyduğunuz reklamların anasını skm indirmeyin"<br />
"amcıklar sikim ebenin ami amina koyuyum yarragi orospu cocugu piçi"<br />
<br />
Böyle bir ortam oluşmuş. Açıkçası bu konuda bir aşağılama çabası içerisine girmeyeceğim, fakat en büyük dingillik "çok güzel üstte görünsün diye 1 yıldız verdim. mutlaka indirin" diyenler. Ya hu, böyle bir ilgi orospuluğu olabilir mi? Sen hayatında ufacık bir ilgiye sanal bir mekanın yorum kısmında duyuyorsun ne oluyor? Zonguldak'taki halalarına selam yollamış bir de. Ya hu gözlerimle görmemiş olsam komiklik olsun diye yazdım diyeceğim ama resmen gördüm bunu. Yazık ya hu, internet insanları nasıl bu kadar ilgiye muhtaç hale getirmiş, bir de yani bu mikro düzeyde bir şey. Bunun bu arada nörobilimsel açıklamasını Dan Ariely'nin Predictably Irrational'ında bulabilirsiniz, şu mail'leri sürekli kontrol etme ve ödüllendirilmeyle ilgili olan bölümde bahsediyordu. Aminkoyim anasnı sktim orosbu çocugu piçi düzgün kitab yazamamış ebenin amına atlıyım.<br />
<br />
2013'ün en iyi hip-hop albümünü paylaşıyorum<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/mGmhAUKDNjI" width="560"></iframe><br />
<br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-60105575243078201902013-09-27T13:19:00.002+02:002013-09-27T13:21:54.405+02:0090'lar Pop'u New York Klipleri ÜzerineEvet değerli dostlar, bugün karşılaştırmalı edebiyat tarzında, karşılaştırmalı klip olayına giriyorum. Bunlar, Tarkan'ın Ölürüm Sana'sı, Rafet El Roman'ın Macera Dolu Amerika'sı ve Burak Kut'un Yaşandı Bitti'si.<br />
<br />
Fakat ondan önce bir süredir aklımda olan ve bûloğa aktarmak istediğim bir bilgiyi sizinle paylaşacağım. İddia ediyorum ki bu çıkarımı başka bir yerde şimdiye kadar okumuş olmanız mümkün değildir. Efenm, "troubadour" geleneğini bilenleriniz vardır. Evropa'da bir cevelan olan bu dostlarımız 11'inci yüzyılın başından itibaren bir yandan gezmiş, şiirlerini şarkılarını da söylemiş, hafif alkolik takılmış, kumarbazlık, oyunbazlık, dengbejlik yapmıştır. Aslında bu isimleri genel olarak Roll vs. gibi dergilerde sürekli Bob Dylan, Cohen vs. gibi tipler övülürken denk geliyor ancak siklemiyordum. Çünkü bu tip dergilerin her şeyi abartmaya bir eğilimi vardı. Artık o dergiler de yok, o vasat dergiler o vasat atlara binip gittiler. Fakat asıl troubadour'luk müessesesini vatandaşlarım black metalci gençlik Peste Noire sayesinde inceleme fırsatı buldum. Normalde black metal dinlemiyorum zekamın gerilemesini istemediğim için fakat Peste Noire'da kendiliğinden bir çöplük havası olduğu için merak edivermiş bulundum. O sırada da wikipedia sendromu denen, bir black metal grubuyla başlayıp sonunda 12'inci yüzyıl troubadour'larını okurken kendimi buldum. Fakat bu olay o kadar eski ki, şu an tam hatırlayamıyorum bile neleri okuduğumu. Neyse efenm, zaten böyle serseri kılıkla insanlar hakkında siz de benim gibi wikipedia'dan bilgi edinerek, sığ bir vikipedi çöplüğü olabilirsiniz, öneririm.<br />
<br />
Fakat asıl mesele, troubadour'un etimolojik kökenine inince ortaya çıkıyor, benim de anlatmak istediğim budur. Troubadour kelimesinin kökeni her ne kadar aşırı Fransızca gibi görünse de aslında Arapça kaynaklı. Tıpkı Jean Reno'nun aslında İspanyol olması gibi bir durum. Bu kelimenin kökeni de Arapça "d-r-b" (ilk harf dal oluyor sanırım düz d değil.) harflerine dayanıyor. Bildiğiniz gibi darp, zarp, mustarip, mızrap vs. gibi kelimelerin de kökleri aynı şekilde bu kökenlerden ortaya çıkıyor. Peki başka hangi kelime çıkıyor değerli dostlarım, monamilerim?(cennet mahallesi tadı vermek) "DERBEDER" evet, yani Fransızca söyleyince hatunlarının pelvis çevresi kaslarının gevşemesine sebep olan bu kelime aslında bildiğimiz DERBEDER kelimesidir. Peki e be amınakoduklarım, yıllardır niye "Cohen troubadour geleneğinden geliyor şekerim" , "Ay Bob Dylan'a bitiyorum." derken çıkıp Ferdi Tayfur'u neden övmediniz??? Çünkü hepiniz Şarkiyatçılık'ın kölesi olmuşsunuz da o yüzden anasını satıyım. Şimdi de Ferdi Tayfur'dan Derbeder'i paylaşıyorum burada.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/SIqOC3E1WNg" width="420"></iframe><br />
<br />
İşte, şimdiye kadar kimsenin bu tip bir çıkarımı yapmadığını söylerken de bundan bahsediyordum. Aslında gezgin şair denen insan, alkoliktir, hırsızdır vs.dir ama benim Fransız vatandaşım olunca değere binerken sizin kendi memleketinizden olunca ezik oluyor "ay arabesk dinlemem" oluyor. Amerika'daki "everyth,ng but country and rap" diyenlerden bir farkınız kalmıyor. Ha bunların kadın versiyonları da "troubairitz" oluyor ki o da "Bergen"in karşılığı oluyor.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6gDhugfN-egViPQGKTqEusn0vgQoDDvpbVOqiX2rYpUIcpBXvLH5ZnCGd-mmh7jBuN_bK6U2-i4IP43uRmMnbJyYq1xrRIgQ7-WYC_W1TemWq1qI_6O-XJd8l8GdZB9Q72Jq03N0qq0Y/s1600/82koth5pq2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="183" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6gDhugfN-egViPQGKTqEusn0vgQoDDvpbVOqiX2rYpUIcpBXvLH5ZnCGd-mmh7jBuN_bK6U2-i4IP43uRmMnbJyYq1xrRIgQ7-WYC_W1TemWq1qI_6O-XJd8l8GdZB9Q72Jq03N0qq0Y/s400/82koth5pq2.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Klibi de yarın anlatma kararı aldım canım sıkıldı birden.</div>
monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-37577349803788230162013-07-22T02:10:00.000+02:002013-07-22T02:16:43.997+02:00Büyülü Gerçekçilik Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIbtD8NfFs_ObVXf9qEkat5yINGYE8WQdNrRuzuU3Fy97uFk2V9b08Apl-T4Z7L9bNjIwnt03ry18yqRi2y7hmmfp__vXoYZbJIlAXwTWBFeiIRnQuD51NOXtTStNtO62Sys0zxvqS7Oo/s1600/untitled.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="292" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIbtD8NfFs_ObVXf9qEkat5yINGYE8WQdNrRuzuU3Fy97uFk2V9b08Apl-T4Z7L9bNjIwnt03ry18yqRi2y7hmmfp__vXoYZbJIlAXwTWBFeiIRnQuD51NOXtTStNtO62Sys0zxvqS7Oo/s400/untitled.JPG" width="400" /></a></div>
Merhaba saygısever okurlar.<br />
<br />
Blogger yeni sisteme geçtiğinden beri nasıl kullanacağımı çözemediğim için açıkçası bûlokçuluk işinden soğumuştum. Ayrıca şimdiye kadar yazdıklarımın çoğuna sebep olan çocuksu öfkeyi yitirdiğimi hissediyordum bir miktar. Önceden yazdıklarıma baktıkça içim sıkılıyordu. Fakat bazı geceler, içim içimi kemiriyor gülmeçksli şeyler yazmamak için kendimi zor tutuyordum. Yataktaki o gelip giden bilinç anlarında insan her şeyi gerçekleştirebileceğine dair garip bir yanılsama yaşayabiliyor böyle zamanlarda. Bugün aslında büyülü gerçekçilikten her zamanki gibi bahsetmeyeceğim. Aslında biraz bahsedeceğim ama çok değil.<br />
<br />
Yüzyıllık Yalnızlık'ı ilk kez okurken uyku dışında yastığa akıttığım salyalar haricinde de gerçek anlamda salya ilk kez bir büyülenmeyle akmıştı ağzımdan. Onun dışında biraz büyük götlü olduğum için 6 kattan yüksek binaların merdivenlerini çıkarken de son merdivene geldiğimde de salyam akıyor ama yalan atmayacağım, böyle durumlarda, merdivenlerde gördüğünüz tükürükler çoğunlukla benim gibi rezil insanların tükürükleri oluyor.<br />
<br />
Anlattıkları, değerli vatandaşım René Laloux'nun filmlerine uygundu ama hiçbir zaman onun kadar gerçeklekle bağını yitirmiş gibi değildi. Gelip Marquez hakkında analiz yapmayı şu noktada uygun bulmuyorum zira, bu tip şeyleri birçok gerizekalı ve ilgi orospusu blogda görebilmeniz mümkün, açıp okuyabilirsiniz. Kekremsi lügat'ta da hemen herkes bir girisinin altına bûlok linki vermeyi ihmal etmiyor, tıpkı daha anlamsızı olan tevatür linklerini paylaşmaları gibi. Fakat konu bu değil, konu büyülü gerçekliğin nasıl hayatımızın içine kadar girebildiğini geçenlerde fark etmiş olmam.<br />
<br />
Yaklaşık olarak bir ay önce Valide Hanımla hasbıhal ediyorduk. Konu flamingolara ve yedikleri karideslerin onlara verdikleri pembe renge geldi. Bir yandan bu ters dizkapaklı hayvan kardeşlerimizle kehkehkeh diye dalga geçerken Valide Hanım aka Anamın bir gerçeği yüzüme çarpmasıyla aydınlandım. Bir akrabamız aslında flamingoymuş!<br />
<br />
Yani flamingo değilmiş fakat yine de içten içe flamingoluk taşıyormuş. Bu şahıs ki mesela adına Anna Teyze diyelim, havuç ve portakal delisi bir insan olarak sürekli bunları yediğinden ötürü bir gün kendini turuncu olarak bulmuş. Avuçlarının içi resmen portakal rengiymiş, zaten zayıfçacık bir insan olduğu için yüzü de havuca benzemiş. Açıkçası doktorların bu konuda bilgili olduklarını ve birçok şeye şaşırmadıklarını biliyorum. Bugün hatta Amerikalı ünlü bir doktorun "ben hiçbir şeye şaşırmam" dedikten sonra Tucker Max'in röntgen cihazında kaydedilmiş oral seks videosunu izleyip şaşkınlığını gizleyemediğini öğrendiğimden ötürü, havuç portakal gibi şeyler anlamsız gelmeye başladı. Bu sebeple doktor da havuç ve portakalı kesmesini önermiş falan filan ve sonunda tabii cildi normale dönmüş. Böyle bir olay, sonra başka bir akrabamızda daha aynı durum geçen sene nüksetmiş.<br />
<br />
Tehlike grubunda bulunduğum için bu iki meyveyi de bıraktım. Zaten aranızda da bazı insanların yemeklerin içine havuç koyduğunu biliyorum. Hiçbirinizin yemeğini yemeyeceğimi deklare etmek isterim. Evet, havuç güzel bir (burada havuç bir sebze mi yoksa meyve mi bilemediğim için interneti kolaçan ettim) sebze, fakat yemeklere yakışmıyor ne yazık ki. (Ayrıca birçok şeyin sebze mi yoksa meyve mi olduğunu açıkçası bilmiyorum. Tadını seviyorsam meyve, sevmiyorsam sebze olarak nitelendiriyorum. Benim için kriter budur.)<br />
<br />
Halihazırda sebze konusu açılmışken konuyu kabağa da getirmek istiyorum. Bugün hep fallik sebzelerden bahseder olduk, ardımı dövdürmeye bu kadar meraklı olduğumu bilmiyordum açıkçası. Bildiğimiz bu yemeklik düz kabağın olayı nedir değerli okurlar? İki ay kadar önce ilk defa kabak yedim. Çok sarhoştum ve o sırada yiyebileceğim sadece kabak vardı, içkili anlarda kelle, paça, taşak, koyun götü falan yemek gibi bir şey. Zaten sakatat piyasasının tamamen sarhoşlar sayesinde ayakta kaldığına dair bir teorim var. Zira normalde yemenin mantıklı olmadığı göz, taşak, bağırsak, mumbar falan gibi şeyler sarhoşlara kakalanan ürünler. Neyse, kabak da benim için sakatat görevi gördü.<br />
<br />
Açıkçası kabağı doğduğumdan beri tüketmemiş birisi olarak hayal kırıklığına uğradım. Yıllardı övdüğünüz sebzenin olayı bu muydu arkadaşlar? Tadı olmayan bir sebzeyi küresel bir komplo ağıyla benden uzak tutmaya çalışmanızın sebebini çok merak ediyorum açıkçası. Dünya üzerinden şu an<br />
1.yemekte maydonoz<br />
2.kabak<br />
yok olsa nasıl bir eksiklik hissedilirdi çok merak ediyorum. Jim Morrison'ın uçergenlik örneği göstererek kendisine "Lizard King" diemesi gibi The Honourable Count of Zucchini demeyi uygun görüyorum. Ya hu, mıçmıç bir şey zaten, sokayım öyle sebzeye. Bunu bulamayanlar da var bile demez herhalde annem bu sebze için. Zira kereviz gibi bunu da yerken yediğinden daha fazla kalori harcıyorsun zaten Afrika'ya kabak mı yolluyordunuz ne yapıyordunuz çok merak ediyorum. Ya hu bir dilde "kabak tadı vermek" diye bir deyim varken, mutfağında kabağın büyük bir rol oynamasını açıkçası anlayamıyorum. Resmen "adamın gol diyor" gibi bir şey. Dile oturmuş sebzenin tadının siktiriboktanlığı fakat yine de yeniyor. Burada hazırlandıktan sonra üzerine pekmez dökülüp fırınlanmış değerli balkabağı kardeşimi tenzih ediyorum. Aynı familyadan gelmiş olması onun böyle izansız, ahlâksız tiplerle anılmasının önşartı olamaz. Keza, tam bir görev adamı olan su kabağını ve yakın familyalardan bulunan öncelikle hıyar kardeşim olmak üzere karpuzu da tenzih ediyorum.<br />
Yemeklik kabak koskoca bir bitki familyasının utanç verici bir örneği. Sarah Jessica Parker'la kapçıkağızlı Corey Feldman'ın akraba evliliğinden doğmuş bir küfür aka blasphemy!<br />
<br />
Neyse öyle yani. cirkingecekusu Leonard Cohen'le ilgili bir yazı istenmiş ancak tarihte böyle bir şey yazmışım gibi hatırlıyorum. Son zamanlarda Cohen'e bir miktar antipati duyduğumu hissediyorum o sebeple o değerli okuru üzmemek istediğim için bir süre Cohen'le ilgili yazmasam daha iyi olur diye düşünüyorum. Vasat şiirle ve aynı melodi üzerinden yürüyerek yıllarca gençlerin hayatlarıyla oynamış gibi geliyor son zamanlarda. Zira Görkemli KAybedenler falan zaten çok kötü kitap ama zaten hangi müzisyen bir şeyler yazmaya kalkınca sıçıp batırmıyor ki? (Bob Dylan'ın gerçek bir şair olmasından ötürü onu ayrı tutuyor ve size tabiî ki Chronicles, vol.1'ı öneriyorum.)<br />
<br />
Exlibris de normalde benim kapasitemin kesinlikle yetmeyeceği incelikte çatmış.Bazı insanlar ne kadar güzel çatıyor, kendisini tebrik ediyorum. Ben birinin bûlok yazmasını istesem "yazsana ulan ayı" derim, halbuki Exlibris'in tutunduğu bu müstehzi tutumdan ötürü kendisini tebrik ediyorum ve Monteyn'in en müstehzi okuru seçiyor, tebrik ediyor ve kadınsa bir kahve kıps diyor; erkekse bir şey demiyorum müstehziliği hayırlı olsun.(içimden "tüh erkekmiş" diyorum tabii ama konunun bununla alakası yok.)<br />
<br />
Yine güzel bir şarkıyla bitirelim bu uzun süreden sonra gelen yazıyı::<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/UNZbP3ZVem4" width="420"></iframe><br />
<br />
P.S: Ya hu şarkıyı çok seviyordum da klibini ilk kez izledim. Hayatımda hiç bu kadar kendini bir bok sanan basçı görmemiştim. Ne coştu ya it. İyi ki bas gitarın görece önde olduğu grupta çalıyorsun ha, gidip bir de adam zaten sonradan sanırım gruptan atılmış şimdi baktım. Ben de frontman olsam grubumda böyle coşkun basçı istemezdim. Aga gruptaki herkes ayrı falsoymuş yalnız, sanki mesaiden çıkıp klibe yetişmişler. Davulcu zaten bariz egzoz ustası. Amerikan bağımsız filmlerindeki yol kenarındaki oto tamircilerinden. Keza gitarcı onu yetiştirmiş zaten o da kaporta ustası olabilir şöyle bir geçmişlerine göz atmak yeterli sanırım. Wyoming Oto Sanayii'nde çıraklık eğitimi gördüklerinden emin gibiyim.monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-11003547071970506322012-10-17T18:27:00.001+02:002012-10-17T18:27:02.546+02:00Yezidilik Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqEZ9VUz8sMnhwuNgh4nHiBmI3ZBPxjn61BEgJszeuWIOyeYmYXFmzuuZpUgoEDI-LXRn1Rkxtl20XiLX5B9PcdvvrNqYCuRpxe-4L3jVM5Td-Oh8gdqHfY4Pf5OCESp_5_Fmi5wmYtHw/s1600/Alexandre_Cabanel_-_Pandora_-_Walters_3799.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqEZ9VUz8sMnhwuNgh4nHiBmI3ZBPxjn61BEgJszeuWIOyeYmYXFmzuuZpUgoEDI-LXRn1Rkxtl20XiLX5B9PcdvvrNqYCuRpxe-4L3jVM5Td-Oh8gdqHfY4Pf5OCESp_5_Fmi5wmYtHw/s320/Alexandre_Cabanel_-_Pandora_-_Walters_3799.jpg" width="228" /></a></div>
Çok garip bir şekilde bir süredir Yezidilik üzerine yüzeysel bilgi ediniyordum ki Diyarbakır'da bir organizasyon olduğunu duydum. Neyse garip bir şekilde kesiştiği için şaşırdım.<br />
<br />
Biliyorsunuz endogami var Yezidiler'de öyle Nemrut'un Kızının seni yandırması, efendime söyleyeyim Suzan Süuzi(Suzy, Sue) falan gibi bir durum yok. Bir kısım dezenformasyona yol açmak istemem bu sebeple dediklerimin büyük bir kısmını ciddiye almayabilirsiniz.Öncelikle bir hikâyeyle başlayıp konuyu çok şaşırtmacalı yerlere bağlayacağım, meğerse Paul Newman ve Robert Redford bütün kumpası baştan planlamışlar yaaa diyeceksiniz.(Artık Dövüş Kulübü ve Altıncı His göndermeleri yapmak istemiyorum. Başka filmlerden örnek vereceğim)<br />
<br />
Pandora'nın kutusu açıldı bütün kötülükler ortaya saçıldı falan, aslı çömlektir ya neyse. O dönemde kutuyu nereden bulacaksın amına koyayım 16 liraya not defteri 20 liraya sikik karton kutu satan büyük kitabevleri yok zaten biliyorsunuz o dönemde. Hayır söyleyin varsa biz de gülelim. Pandora Dünya'daki ilk kadın, çeşitli taklalar vesilesiyle Prometyus'un kardeşine yamamışlar. Yok işte hamile bıraktın, abim görürse kemiklerimi kırar falan filan.Kürtaj yasak zaten o dönemde, Yılanların Öcü filmindeki gibi sırtına taş bağlayıp merdivenden atlayıp bebeği düşürüyorlar. Neyse Pandora Abla kutuyu açıyor, ve her türlü pislik, adilik, karmanyolacılık, tantanacılık, tırnakçılık ve dahi bilumum yan kesicilik, torbacılık ortalığa saçılır. Yalnız kutunun dibinde umudun ruhu "elpis" kalır. Pandora da yumurta kapıya dayanınca neyse bari kapayayım da bu kalsın içeride der.<br />
<br />
Peki bunu neden anlattım? Çünkü madem Pandoranın Kutusunda kötülükler ortalığa saçılıyor o zaman umut kötü bir şey mi ki o da kutunun içerisinde onlarla beraber bulunuyor? Bu soruyu, hikayeyi annemden 7 yaşındayken öğrendiğimden beri kendi kendime soruyorum. Tıpkı mest üzerinden abdest almayı anlayamayışım gibi bu konuya da bir açıklık getiremiyorum. hayır mest deri olacak ama mesela sahte deri de olabilir mi? Ya da mes varken arada çorap olsa bile abdest alınabiliyor ama çorapla abdest alınamıyor. Ne biçim insansınız siz hiç anlamıyorum ki. İşte, madem kutuya umudu hapsediyorsun, neden bunun içinde tutacağına umudu da salıvermiyorsun ki kötülükle baş etsin, insanlar için gizli saklı bir şey olmasın. Hikâye aslında tırt diyebiliriz, tıpkı Minerva'nın Baykuşu kullanımının süper bir kullanım olarak durması ama aslında arka planını araştırınca pek bir numarası olmadığını Hegel sağ olsun biraz ün yaptığını öğrenmemiz gibi bir şey. Umut ve uyanışla ilgili hep boktan hikâyeler anlatılagelmiş geçmişten günümüze. En güzeli Amerikan Rüyası arkadaşım, kafan rahat.<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhR_QKKAfdxYUgY1CjKx30CGGYJSS9fq1jkCFjZEaSr8gE8vtOaD22xgpFtfRwmhGT03ap_KfgNI1Kgb5PiepQUjn-gyhKBgnlgu56pq9-HFJLK91z3VX1kCEWPKMB3g1qjpa_tIoS7ueI/s1600/baphomet_42095.gif" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhR_QKKAfdxYUgY1CjKx30CGGYJSS9fq1jkCFjZEaSr8gE8vtOaD22xgpFtfRwmhGT03ap_KfgNI1Kgb5PiepQUjn-gyhKBgnlgu56pq9-HFJLK91z3VX1kCEWPKMB3g1qjpa_tIoS7ueI/s320/baphomet_42095.gif" width="199" /></a>İşte böyle böyle derken Yezîdilere geliyorum. Neden dışarıdan evlenmiyor Yezîdiler bunu anlatmak istiyorum. Kafadan en kral kutsal kitap ismi Kara Kitap'ı ben de inancımın temeline koysam ben de evlenmem dışarıdan kimseyle öncelikle onu söyleyeyim. Kara Kitap sonuçta arkadaş,. Lovecraft da az bilgi sahibi olup leş öykülerini anlatırken(o zaman internet olmadığı içni normal) Yezîdiler şeytana tapıyordu yok şöyleydi böyleydi diye anlatmışlığı var. Zaten ondokuzuncu yüzyıl mistisizminin kendini bilmez aptallıklarına katlanamıyorum. Her şey korkunç, her şey 2 yüzyıl önce çizilmiş gravürlerden korkmaya dayanıyor. Bu kadar mal bir medeniyet dönemi olamaz. Bakın Baphomet diye bir varlık var, 19 yüzyıldaki okültistler yüzünden günümüzde şeytanla özdeşleştirilen imaja sahip olmuş bir vatandaş. Aslında alâkası yok, isteyen araştırsın. İsmi de Muhammet'ten geliyor bu arada. Salak bir şekilde kendi kendilerinin imanlarından korkup bir de iyice sıvamışlar. Yani mohammad mohhamad olmuş sana Baphomet falan. Borges bunu bilse hamiyetten gözlerinin yaşını tutamazdı biliyorum.<br />
<br />
Kara Kitap'ta şöyle anlatılır. Adem ve Havva çocuk yaratabilme hikmetinin kime ait olacağı üzerinde bir anlaşmazlıktadırlar. İkisi de döllerini ayrı kavanozlara koyup beklemeye başlarlar. Havva'nın kavanozundan böcekler, ve çocuk komedilerinde üzerlerine düşen kurbağa, yılan, sıçan, sevan nişanyan boku falan çıkar. Adem'in kavanozundan ise nur yüzlü bir oğlan doğar. Bu doğan oğlan büyüyüp bir huriyle evlenir. İşte Yezîdiler bu soydandır. İnsanlığın geri kalanı ise Adem ve Havva'nın birlikte yaptığı çocuklardan doğmuşlardır. Tabiî bu anlatının devamında mesela Nuh Tufanı rol oynuyor mu bilemiyoruz o konuda bir şey diyemeyeceğim. Fakat böyle bir soydan gelince tabiî insan bir moda girer yani normaldir.<br />
<br />
İşte efendim, ben bu anlatıyı, Pandora'nın da ilk kadın olmasına istinaden onun mitine de benzettiğim için size de bunu anlatmak istedim. Şimdi de Chet Baker'la kapanışı yapalım.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/2ZK8TnDIe2w" width="420"></iframe>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-41184876007085977622012-08-31T18:29:00.001+02:002012-08-31T18:29:54.450+02:00Yazın Çok Güzel Bir şekilde Devam Etmesi Üzerine<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/SHj2Dxo0mXM" width="420"></iframe><br />
<br />
Serdar Ortaç'la açılışı yaptım, çünkü yaz halâ devam ediyor ve havalar da gayet çok sıcak. Yeter ulan bu yaz bitti muhabbetleri!! Tanıyorum bu tip insanları, bunlardan biri de Valide Hanım. Biliyorsunuz burada yazılanların bir kısmı tam olarak doğru olmayabiliyor fakat bu sene Haziran'ın 23'ünde bir gece serin olduğu için "işte yaz da bitti" dediği an stresten aft çıkmıştı ağzımda. Biliyorsunuz şöyle bir teori var, insan yaşadıkça zamanı kavraması hızlanıyor. Yani çocukluğumuzda bitmek bilmeyen günün şimdilerde "bugün de doyduk" kıvamına gelmesi durumu. İşte bu sebeple insan ömrü çok fazla uzatılsa bile, zaman algısı oldukça hızlanmış olduğu için bir süre sonra günlerin nasıl geçtiğini anlayamayacak noktaya gelecek zihni. İşte 60-95 yaş arası insanlarda bunu gözlemliyorum. Hangi mevsim varsa, daha ilk ayı'nın ortasında o mevsimi bitmiş varsayıyorlar, ama karpuzdan ve portakaldan da vazgeçemiyorlar!! Bu ne tutarsızlık!<br />
<br />
Eminim ki Kış'ın gelmesini romatizmalardan ve soğuktan şikayet etmek için istiyorlar. Çünkü biliyorsunuz yaz aylarında kalp krizi ve beyin kanaması gibi durumlar haricinde, şikayet edilebilecek mevzular normal yaştakilerle aynı düzeye iniyor yani programcılık bilsem aşağı yukarı şöyle bir şey olurdu (böyle bir program var mı bilmiyorum. yoksa da sikimde değil tek kelime programcılık bilgim yok az sonra görebileceğiniz gibi)<br />
<br />
if sıcaklık >38 celsius<br />
print: {çok sıcak evladım}<br />
if nem oranı > %83<br />
then print: {sıcak değil de ağır ağır]<br />
end<br />
<br />
Bunu zaten biliyorsunuz herkes söylüyor. Yaşlıların birçoğunun egoist ve hatta ne egoisti, egoistlik çok da sıradışı değil olabilir, narsist olduğunu biliyoruz ilgi manyaklığından ötürü. Neyse, herkesle aynı hastalığa sahip oldukları için önceliklerini yitirmiş oluyorlar. Bu yüzden bir an önce Kış gelsin de hastalıkları siyatikleri, ve ne tip 13 poşet ilaç kullanmaları gereken hastalıkları varsa onlar azsın diye dört gözle bekliyorlar.<br />
<br />
Peki, yaşlıları neden böyle diyorum? Çünkü büyük çoğunluğu narsist ve hatta sadist olduğundan ötürü gerçekçi yaklaşıyorum. Burada teyzelik mefhumundan bahsetmek dahi istemiyorum bu çok ayrı, benim dediğim yaşlılığın adeta bir öncelik gibi görülmesi gibi. Eğer herkesin biraz aklı olsaydı Hunter S. Thompson gibi kendine ideal bir yaş biçip ardından da eğer geçerse mutlaka tüfekle kendini vururdu. Biliyorsunuz fazla yaşadığı için intihar etti kendisi, ne kadar süper bir insan olduğunu buradan da anlayabilirsiniz. En iyi arkadaşları arasında Johnny Depp, Benicio Del Toro, Nixon(sic) falan bulunuyordu, hanginizin dedesi ninesinin Johnny Depp'le arkadaşlığı var? Bence yok çünkü.<br />
<br />
Bir ay içerisinde 88 yaşındaki babaannem(doğal ölüm) ve 93 yaşındaki dedem(babaannemin ölümüne üzüntüden ötürü 23 gün sonra beyin kanaması) öldü. İkisi de narsist, sadist ve acizlik halinde değillerdi. Dedem gördüğüm en sağlam mizah anlayışına sahip olan insanlardan biriydi, ve asla "sıcak değil hava ağır ağır" muhabbeti yapmazdı, beyin kanaması geçireceğini bile bile ilaç kullanmadı, bu da ne kadar taşaklı bir adam olduğunu gösteriyor ben de yaşlandığım zaman yavşakça poşetlerce ilaç içip insan müsveddesi olacak kadar küçülmeyeceğim. Hayatımda anne ve babamdan sonra en sevdiğim kişiydi bu yazıyı kendisinin de hakkıyla küçük gördüğü ezik yaşlılara adıyorum.(dedem aynı zamanda tanjeviç'ti)<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCVKVL8JBK6EUx7pItJJtwPhBVBk246bezWYGWTxGVGXtbB17eLXrkvx_ljCJInvuM0m8I5G16c3rtbmRhLwVTcdT9lp54DnhcdEvM3CZTgWMN5l4-1tOg2jvdaM1RHO9IDvZUE8_j12Q/s1600/ismailreyiz.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCVKVL8JBK6EUx7pItJJtwPhBVBk246bezWYGWTxGVGXtbB17eLXrkvx_ljCJInvuM0m8I5G16c3rtbmRhLwVTcdT9lp54DnhcdEvM3CZTgWMN5l4-1tOg2jvdaM1RHO9IDvZUE8_j12Q/s320/ismailreyiz.jpg" width="240" /></a></div>
<br />
P.S: Swans'ın The Seer albümü mükemmel.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/5oVjP3IQQ-Q" width="420"></iframe><br />
<br />
<br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-82111084829248894932012-08-01T11:26:00.003+02:002012-08-01T18:55:00.830+02:00Çocuklarda Para Kavramının Yokluğu ÜzerineBirçok normal insan gibi çocukları hiç sevmem. Halktan biriyim imajı vermek için değil, sadece doğal olanın bu olduğunu belirtmek için "normal insan" dedim. Bana kalırsa anne ve babaları hariç zaten çocukları kimse sevmemeli, çocuklar buna haiz olmamalıdırlar. Neyse bu konuyu tartışmaya değer bile görmüyorum, aklı başında herkes beni onaylayacaktır.<br />
<br />
Hayatımın bir döneminde çok burnum sürttü, pazarda limon sattım, dev arabalarda plastik fruko şişeleri topladım falan. Yükseliş dönemime geçerken bir dönem bakkal da işlettim. Bakallık genel olarak ferah bir meslek psikolojik olarak yıpratması haricinde. Uzun dönemli emek sürecinde(6 aydan uzun sürelerde sabah 7 akşam 10 çalışma aralığıdan bahsediyorum) bir süre sonra çikolatalı gofretlerle yakın bir bağ kuruyorsun, sırf bu sebepten "hayır ben tüccar değilim!! eğitimciyim!!" diyerek bakkalı kapatıp maddesel arzularını kavunla gerçekleştiren birçok bakkal olduğunu bizzat biliyorum.<br />
<br />
Fakat, bu ortamın ne yazık ki en kötü yanı çocuklar. İnsan bildiğiniz gibi ampirik zekaya sahip, deneyimlerden bir şeyler öğrenebiliyor, eli sobaya değip yanarsa dokunmuyor, meyveli sabunlarının tadı da meyveli sanıp yalamaya kalkışırsa ağzı köpürdüğü için bir süre sonra bunları yapmamaya başlıyor. Ne yazık ki çocuklar insan değiller, çocukluk zamanla geçen bir hastalık gibi. Ne "ne hoştu, biz büyüdük ve kirlendi dünya." ne de "off çocukken toprak yerdik lan" gibi bir durum var, hiç güzel değil. Üstüne üstlük kurtulmak için bedelini çok ağır bir şekilde ödediğiniz ergenlik döneminden geçtiğiniz bir felaket. Ben açıkçası söyleyeyim sizin de çocuğunuz varsa sizin çocuğunuzu da hiç sevmiyorum, otobüste yanyana geldiğimiz zaman siz elinden tutarken çocuğunuza somurtarak bakıyorum ve ayağımla itiyorum. Neyse bakkala dönersek mesela bir tane kız çocuğu vardı kendisini 4 yaşından beri tanıyordum, 8 yaşına kadar hemen hemen günaşırı gelip (sizin para biriminizi kullanayım) 5 kuruşa ne olur diye soruyordu. Evet 5 kuruşa hiçbir şey olmaz, fakat ya Beckett'ten feyz alıp "Hep denedin hep yenildin, yine dene yine yenil." sistemini benimsiyor ya da hakikatten ampirik zeka yoksunu olduğundan ötürü bunu öğrenmesi mümkün olmuyor. Her gün ısrarla bunu sormasına anlam veremiyorum, paradan para kazanbilirken(temel bankacılık yetisi) iki gün sonra 10 kuruşla gelip sakız alırken, neden 4 yıl boyunca hiç şaşmadan bunu sormaya devam etti. Bildiğiniz gibi dostum Camus'ye göre asıl ümitlerimiz varsa buna ulaşamama düşüncesiyle intihara kalkışırız, yani "artık kaybedecek hiçbir şeyim yok:( intihar edeceğim" gibi bir salaklığa girmemiz muhtemelen ilgi çekmeye çalışan bir embesil olduğumuzu ortaya çıkarır falan filan. Neyse, işte bu kız çocuğu ümidinin sürekkli kırılmasına rağmen ısrarla intihar etmeyerek ne yalan söyleyeyim gözlerimi doldurmuştu biraz. Kendisini ilk defa böylece 20 yıl önceki merdaneli çamaşır makinalarında kullanılan çamaşır sopalarıyla vurarak kovmadım 4üncü yılın ortalarına doğru.<br />
<br />
Orada burada okursunuz kapitalizm açmazda, yarrağı yedi falan diye. Bugün kapitalizmin en büyük açmazı çocuk işçileri doğrudüzgün çalıştıramaması durumudur. İş gücüne en azından 7 yaşında girerek 7 yıllık bir kayıp ve bağımlılık, kaynakların boşuna harcanması durumu vardır, bunun bir de üniversiteye kadar okuyanları ve Özgür Bolat gibi ömrünü öğrenciliğe vakfedenleri var ki işte asıl bugün bu sistemin yapması gereken en önemli şey çocuklara besi tavuklarını büyüten bir ilaçtan verilerek en azından 20 yaşlarına getirilerek iş gücüne katması, mesai saatlerini tekrar yükseltmesi ve asgari ücreti en azından dörtte üç oranında düşürmesidir. Bernard Shaw'un sanırım normalde çalışma günlerinin 3 güne indirilmesine dair analizlerini de içeren bir makalesi vardır, Bernard'ı severim çünkü kedileri sever falan fakat bu konuda ne yazık ki ona katılamayacağım, her gün çocukla karşılaşmaktan ve insanların çocuk yapma konusunda hevesli olmasından içim sıkıldı.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_k7RCC6wIpLPDn0weAPYzLzdW02cBu4AEgmkdW3gYgx3G5QlFr6awUJGRmEy8PrrVTMBA6FqRLBzSW9iAzXbjWGR8E2cOku1Zkt4rIWgHa3fHgn5Gcq1d58L8-LR3mvQXej_d8PGuzP0/s1600/seker-erkek-cocuk%5B1%5D.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="197" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_k7RCC6wIpLPDn0weAPYzLzdW02cBu4AEgmkdW3gYgx3G5QlFr6awUJGRmEy8PrrVTMBA6FqRLBzSW9iAzXbjWGR8E2cOku1Zkt4rIWgHa3fHgn5Gcq1d58L8-LR3mvQXej_d8PGuzP0/s400/seker-erkek-cocuk%5B1%5D.jpg" width="400" /></a></div>
Unutmayın çocuk yukarıdaki fotoğrafta her zaman asıl sağda olandır.<br />
<br />
P.S: Bernard Shaw değil Bertrand Russell'mış ve günlük çalışma saatlerinin 4'e indirilmesinden bahsediyormuş. İkisini sürekli karıştırdığım için şaşırmadım yine hata yapmama. İnsaniyet olarak değil, isim olarak Tıpkı Henry David Thoreau'yu ömrüm boyunca hatırlayamayacak olmam gibi, sivil itaatsizlik dendiğinde birden adamın adı aklımdan siliniyor iyice zihnim boşalıyor ve dövüş klübü falan aklıma gelmeye başlıyor o anda bırakıyorum her şeyi ve kafamı rahatlatmak için bunu açıyorum:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/wxB5vkZy7nM" width="560"></iframe>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-41562661482343385332012-07-11T18:59:00.001+02:002012-07-11T18:59:32.571+02:00HP Pavillion Üzerine<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEieEfYhjZduDtz8aEn5-wUQxDlqI8m6lYs2nic_GFVVP8oUKnjLUN8SbniJv9rnBh3SdKjzLVWvmyq9ghl2PRvaFlTnFAwc-3eVYxJsC_qmnAICfzK05KGTUqPpoT2rgLU-hGV2hwmx7h0/s1600/i-had-fun-once-and-it-was-awful.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEieEfYhjZduDtz8aEn5-wUQxDlqI8m6lYs2nic_GFVVP8oUKnjLUN8SbniJv9rnBh3SdKjzLVWvmyq9ghl2PRvaFlTnFAwc-3eVYxJsC_qmnAICfzK05KGTUqPpoT2rgLU-hGV2hwmx7h0/s320/i-had-fun-once-and-it-was-awful.jpg" width="260" /></a></div>
Sonunda birisi, zerre ilgim olmayan konuda yazmamı istemiş, konu Hp Pavillion Laptoplar. Şimdi buna geleceğiz, çünkü biliyorsunuz Hp Pavillion Laptoplar'ın bilhassa ısınma sorunlu tasarımıyla beraber doğan çocuklar şu an ilkokul 2'nci sınıfa geçmiş durumda, halâ bu soruna çözüm bulunmuş değil. Fakat öncelikle sizinle bugün bir dergide okuduğum, adeta bûlokta en sevdiğim köşe olan "Monteyn'le eğlenelim, öğrenelim"(çok iğrenç ve sübyancılık kokan bir altmetni varmış bu ismin açıkçası tiksindim.) köşesine dahil etmek istediğim bir bilgiyi paylaşacağım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgppJ0w5VUug197p9OMIAYOqkwVNUlxvXA2odo-tuYX6Ssnn4kuEgH39gvK2iKVCDrrUVyqJ51V-x5TfaVuEDCO4NpA_wN6qiCUJ0YpoeDsVbx__UtUblDtwJAuOrDo9TW3Gc_wvls9kSk/s1600/pr_01_28_max.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="197" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgppJ0w5VUug197p9OMIAYOqkwVNUlxvXA2odo-tuYX6Ssnn4kuEgH39gvK2iKVCDrrUVyqJ51V-x5TfaVuEDCO4NpA_wN6qiCUJ0YpoeDsVbx__UtUblDtwJAuOrDo9TW3Gc_wvls9kSk/s320/pr_01_28_max.jpg" width="320" /></a></div>
Bugün Ussain Bolt'un yemek düzenini öğrendim. Günde 6 öğün yemek yiyormuş kendisi, %60 protein, %30 karbonhidrat, %10 da yağdan oluşuyormuş bu yemek düzeni. Tabii ki böyle bir insanın gidip de sefil öğrenciler gibi makarna yemesini beklemiyorum.Bu arada öğrenci demişken.<span style="background-color: white;">Öğrencileri hiç sevmem, birçok kez fikir danışmak için gelenini şatoya almamışlığım, uşaklara dövdürtmüşlüğüm, sırtlarına kızgın demir bastırtıp, semer vurdurup, kendi binek hayvanım yapmışlığım vardır. Bilhassa mühendislik öğrencilerinden nefret eder ve üstüne acırım. Yaptıkları bayağı şakalardan nefret ederim. "Bi erkeğe x erkek düşüyor vs." şeklinde abazanlıklarını ucuzca ortalığa sermeleri daha çok küçülmelerine sebep olur gözümde, hepsinin otuzbir çekerek ölmesi vicdanımı hiç rahatsız etmezdi. </span><br />
<div>
<br /></div>
<div>
Tabii bu olay, yaklaşık olarak 25-30 yıl önceye kadardı. O dönemde Sorbonne'da Latince dersleri veriyordum. Bu anlatacağım gerçeklerle siz de sarsılacaksınız biliyorum ancak, bazı zamanlar okuduklarımız içimize öyle işler ki, elimizden kitabı attıktan sonra bile bize tesir eden cümlelerin aklımızda mor kıvılcımlar çıkararak gerçekleri düşünmemizi engellediğini fark eder, zihnimizi ferahlatmak için başka şeylerle ilgilenme gereği duyarız. Bu cümleyi tabiî ki son zamanlarda Kayıp Zamanın İzinde 2'nin ikinci cildini yazarken Proust denen iti okurken etkilenmem sonucu yazdım.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Neyse, olaya dönüyorum. Bu mühendislik öğrencisi bir gün not defterini sınıfta bırakıp çıkmıştı. Not defterinde şöyle bir not vardı:</div>
<div>
<br /></div>
<div>
"Merhaba, resminizi internette gördüm, çok beğendim. Sizinle iş yapmak isterim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Benim için hijyen çok önemli. Banyo yapıp geleceğim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Gecelik mi?</div>
<div>
Saatlik mi? </div>
<div>
<span style="background-color: white;">(üçün beşin hesabı)</span></div>
<div>
<span style="background-color: white;"><br /></span></div>
<div>
<span style="background-color: white;">Sizin evinize gelmek istiyorum."</span><span style="background-color: white;"> </span></div>
<div>
<span style="background-color: white;"><br /></span></div>
<span style="background-color: white;">Ne olduğunu tahmin edemediyseniz diye söyleyeyim, kendisi bir hayat kadını(aka fahişe) yollayacağı mail'in taslağını not defterinde hazırlamıştı. Böyle tertemiz insanların var olduğunu bilmek gerçekten yüreğime su serpti. Bilmiyorum siz tanıdınız mı ama ben bir hayat kadınına mail atmak içintaslak hazırlayan bir insanla tanışmıştım hayatımın o döneminde.</span><br />
<br />
Ussain Bolt'tan sonra kendi yemek düzenimi ortaya koyduğumda da şu korkunç tableu ile karşılaştım: %80 ekmek %15 cips ve çikolata %5 ekmeğin arasına koyduğum peynirden gelen protein. Lifli besin, ruşeym gibi tanımlarla hiçbir bağlantım yok. Hatta bir keresinde ruşeymli ekmek almıştım bir hafta boyunca bu ekmeği arkadaşıma da övdüm. Sonra ekmeği de bir daha almadım, sanırım verdiği yararın yeterli olduğunu sonucuna vardım. Burada bahsetmek istediğim diğer bir konu da tıpkı ruşeymli ekmek gibi, "etli salam" hikayesi. Etli salam deyince benim de aklıma fallik simgeler(Ron Jeremy) geliyor, fakat dana etinin bulunduğu salamdan böyle bahsetmek üzgünüm ki yersiz ve çiçeklerim solacak.<br />
<br />
Evet, konu Hp Pavillion Laptoplar. Bir dönem çok zenginken şatoya 16 tane alarak elektrikli soba masrafından kısmışlığım vardır. Açıkçası günümüzde artık kimse almıyor sanarken bu yorumun gelmesiyle halâ tuzaklarına tertemiz kalpli insanları düşürdüklerini açığa çıkardı. dv5, dv6000, dv5000, ze5000 modellerini kullandığım bu aletten kucağı en iyi ısıtanlar dv6000'lerdir. Muhtemelen kedi sahibi olanlar laptoplarını kendilerinden çok kedilerinin adet dönemlerinde sıcak su torbası niyetine kullanırcasına karınlarını yayarak yattıklarına defalarca şahit olmuşlardır.<br />
<br />
Açıkçası, termodinamik hakkında hiçbir bilgim yok, hatta ısı/sıcaklık mefhumlarıyla ilgim "Acaba şu an Beyrut'ta hava kaç derecedir?" diye düşünüp internetten bakmaktan öteye geçmiyor. Bir de yaz sıcağından kavrulurken bile babama söylediğim "Peder Beyciğim hava çok sıcak" cümlesine aldığım "Sıcak değil de ağır ağır" cevabı, fizik ilimi(ilim dememden de anlayabileceğiniz gibi dine bağladım bu vesileyle sürekli quantum fiziğiyle ilgileniyorum. Zira kuantum fiziği ve Allah, Allah ve Atom, Orbital ve Yaradılış isimli milyonlarca kitabı şehirlerarası otoyollardaki duraklarda görebilirsiniz.) ve coğrafyayla sonunda bağlarımı koparmama sebep oldu. Fakat şöyle bir düşüncem var, durun dalga geçmeyin yalnız. Bakın şöyle yapıyoruz, havalar sıcakken bunu depoluyoruz ve borular yardımıyla güney yarım küredeki evlere aktarıyoruz, kış bu tarafa geldiğinde de güney yarımküreden de buraya dağıtılıyor ısı borular yardımıyla. Gördüğünüz gibi temiz enerji, bu ısıyla su kaynatılarak da türbinleri çalıştırıp elektrik elde ediyoruz. Şimdiye kadar kimsenin aklına böyle bir çözümün gelmemiş olmaması şaşırtıcı. Şimdi size bu konuda ilkokul 2'deyken tasarladığım ve öğretmenime gösterdiğim fakat beni ciddiye almadığı hidroelektrik santralinin planını da çizeceğim ki, Dünya'daki enerji sorununu tamamen sonlandırmanın mümkün olduğu artık anlaşılsın aslında çok basit bakın:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfa1S3KO0ZpJOTepSEIf9nSZvZIqiXibW6AhuVi529UVAftlFVkdS7_oRycZ9Miv8N_-5ZUuWRi3vvPXJTM4mkPJF8bSzQkKlM-pGkOANYgqJoVzrKkrJVaTmkmckqFYj9DDNgPeCH4h0/s1600/sonsuzenerji.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfa1S3KO0ZpJOTepSEIf9nSZvZIqiXibW6AhuVi529UVAftlFVkdS7_oRycZ9Miv8N_-5ZUuWRi3vvPXJTM4mkPJF8bSzQkKlM-pGkOANYgqJoVzrKkrJVaTmkmckqFYj9DDNgPeCH4h0/s400/sonsuzenerji.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
Gördüğünüz gibi dünyadaki enerji sorununa çözüm çok kolay. böyle yuvarlak bir dere yatağı yapıp suyu bayır aşağı salıyoruz ve dönüyor. böylece hidroelektrik enerji elde etmiş oluyoruz. Ayrıca doğaya büyük bir zararı yok. Aksaray'a, Bartın'a, Gümüşhane'ye ya da işte kimsenin sikinde olmayan birkaç ile bunlardan kurulabilir. Evet, bugün de Hp Laptopların ısı sorunu vesilesiyle dünyanın sorunlarını çözmüş olduk. Hepinize sevgilerimi sunarım. Size halkımın kültürünü tanıtmaya geldim:<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/Nz8PibmdVFM" width="560"></iframe><br />
<br />
<br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-78265215082094427672012-06-16T17:57:00.001+02:002012-06-25T00:31:48.939+02:00Tüvidcilik Müessesesi Üzerine<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Değerli okurlar, mevzuyla ilgilenen varsa twitter adresimde tüvid </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">atmaya başladım. Yazları bilgisayar kullanmıyorum, bûloğun da yaz </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">aylarındaki yazı oranlarına bakarsanız belirgin olur. Çünkü yaylaya</span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">çıkıp taşak kebabı yapıyorum. Bu vesileyle, aklıma geldikçe buradaki </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">küstah yorumlarımi twitter'dan yazmayı deneyeceğim. Geçen gün denerken </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">"ananısikiyim hiçbir şey sığmıyor" diye isyan ederken buldum kendimi. Oranın </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">sanırım doğası gereği yapılan yorumların bir çoğu (aşağı yukarı %73 </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">diyebilirim) CHP Kadın Kolları isyanından oluşuyor, bu sebeple böyle </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">mevzulara benzememesi için burada yapmadığım bir şeyi yapıp kendi </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">tüvidlerimi yollamadan önce okuyorum birkaç kere.</span>
<br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;"><br /></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://images.pictureshunt.com/pics/b/bambi-4913.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://images.pictureshunt.com/pics/b/bambi-4913.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: x-small;"><br /></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Bir önceki yazımda, yorumlarınızda bir konu belirtmenizi istemiştim. </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Sağolsun en yakın arkadaşım herhalde bûlokçuluk ismini bilmediğimi </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">düşünüp bana acıyarak bir adet yorum yapmış. Cezayir Asıllı Fransız </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Sanatçılar hakkında yorum istemiş, halbuki bana doğrudan sorabilirdi, </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">bu kadar da sefil bir durumda değilim sonuçta. Teklifim halâ geçerli </span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">değerli okurlar. Birkaç hafta içinde yazarım.</span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;"><br /></span><br />
<a href="http://twitter.com/#%21/monteynaga"><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">http://twitter.com/#!/monteynaga</span></a><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">isminden twitter olayını takip edebilirsiniz isterseniz.</span><br />
<br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Saygılarımı sunar, esenlikler dilerim.</span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0.918); color: #222222; font-family: arial,sans-serif; font-size: 13px;">Tanrı Güneş Batmayan Împaratorluğun Kraliçesini korusun amin.</span>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-53465313788138168362012-06-05T19:24:00.002+02:002012-06-05T19:24:41.214+02:00Kuşların Boş Konuşması Üzerine<i>"Wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen."</i><br />
<div style="text-align: center;">
<i>Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus</i></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-size: small;">Wittgenstein'dan bildiğim okuduğum tek alıntıyı buraya yapıyorum, neden çünkü bugün kuşların gevezeliğinden bahsedeceğim.(hayır satıralarında twitter'a dair bir gönderme yok.)</span><i> </i>Öncelikle birkaç tanesi hariç tüm, sabah ötmeye başlayan kuşların amınakoyayım. Bu kadar sert niye girdim? Çünkü bu sabahların bir anlamı olmalı(sic.) fakat kuşlar için carcarcar ötmek eylemi tamamen uygarlıklarının gelişememesinin sebeplerinden biridir.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Şimdi gogol'da "why do birds chirp in the morning" diye arattım. Cevaplar </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
1.Mekanlarını korumak için sabahın 4buçuğunda diğer erkek kuşlara göz dağı vermek</div>
<div style="text-align: left;">
2.Seks</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Zaten ikincisi birinciye davet çıkarıyor. Biliyorsunuz, köpekler mekanlarını işaretlemek için işerler ve daha fazla kafa sikmezler bu konuda, fakat kuşlar fitifitifitifiti her sabah ötmek durumundalar, çünkü familyalarındaki diğer kuşlar kuş beyinli olduğu için her gün unutup duruyorlar. Ben hepinizin familyasını sikeyim orospu çocukları. Bakın, cevaplarda hiç dişi kuşların ötmesinden bahsedilmiyor, çünkü birçok ortamda olduğu gibi boş konuşup kafa siken erkek manitayı kapızlıyor. Her sabah dostlarım "aaa ne güzel ötüyor ya hu" dediğimiz kuşlar aslında birbirlerine ";P","Saka Su sevişelimmi?","Fatma birlikte kumrular gibi mutlu olmaya ne dersin;)" gibi mesajlar veriyorlar biz de bunları bir bok zannediyoruz. Birçok kuşun ötüşünü severim, ama bir insan(kuş) sırf seks için hergün sabah 4'te uyanıp güneş batana kadar çene çalmaz ki arkadaş. Eğer çıkıp da diyaloğa girdikleri kanıtlanırsa bunu da reddederim çünkü, her erkeğe peşin gözdağı vermek, toplanıp "birader bir saniye ötüşebilir miyiz?", "Geçen gün serçe su'ya ötmüşsün, çıktığın yumurtayı siktirtme! Bİ DAHA ÖTMEYECEKSİN DEDİK LAN!" şeklinde muhabbetlerinden başka bir muhabbet etmedikleri ortaya çıkıyor, ki bu da kuşların niye doğru düzgün bir uygarlık kuramadıkları kafeslerde gazete kağıtlarının üzerine sıçtıklarını açıklar nitelikte. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Adeta Çin Halk Cumhuriyetinin yılda bir kez toplanan büyük meclisi gibi doğrudüzgün karar vermelerini beklemek resmen kuşlara haksızlık olur. Çin'in Büyük Meclisinde yaklaşık 3000 delege toplanıyor ve yılda bir kez çeşitli kararlara imza atılıyor, böyle çeşitli meclislerde bulunduğumdan ötürü söylüyorum şimdiye kadar 40'tan fazla üyeye sahip olup düzgün karar alabilen bir meclise hiç denk gelmedim, bunu dünyadaki çeşitli ülkelerdeki meclislere bakarak da anlayabilirsiniz. Her sabah günaydın diyip ismini zikredemeyeceğin sayıda çok insan varsa o mecliste sen neyin kararını veriyorsun amına koyayım.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLXpDxIw_O4kIundBRUBXp4WxBaE-j1UIUr7wA4CFexhymOQ3_NhJg2w9PuI7g2NEd0Y8cHyf6PyWqK2qvEs-F81F1dTwgP63cqPRrbcWXJLzqasY3HHtoNDxY5ZVpbREtXiLcEo7LcvY/s1600/001a6b6383ce0b24588401.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLXpDxIw_O4kIundBRUBXp4WxBaE-j1UIUr7wA4CFexhymOQ3_NhJg2w9PuI7g2NEd0Y8cHyf6PyWqK2qvEs-F81F1dTwgP63cqPRrbcWXJLzqasY3HHtoNDxY5ZVpbREtXiLcEo7LcvY/s400/001a6b6383ce0b24588401.jpg" width="400" /></a></div>
<i> </i>Şu meclise bakın, ününün doruğunu çoktan aşmış fakat ikinci/üçüncü dünya ülkelerinde stadyum konseri veren metal grupları gibi koca meclise dev LCD ekranlar eklemişler. Şu sağ ve soldaki mavi şeyler LCD ekran arkadaşlar. Böyle bir mekandan ne beklenebilir. Şu arkadaki 8 bayrağın ardından bir ışık şovu çıksa kim şaşırabilir ki? Alttan dumanlar vesaire derken bir bakmışsınız bir rampada Metallica falan yükseliyor arkadan.<br />
<br />
Yani Çinli tabii bir derdim yok, fakat kuşlar da işte aynen böyle boş işler peşinde kendilerini helak ediyorlar, sonuçta gidip de bir okul bitirsinler demiyorum, ama her sabah da olmaz ki arkadaş bu nasıl bir seks merağı ki bütün bir yıl boyunca ötüyorsun. Bu yüzden arkadaşlar tüm kuşlara nemfomani teşhisi konmalı ve bu konuda tedavi edilmelidir, çok samimi söylüyorum bunu.<br />
<br />
Burada, öncelikle sesini duymadığım bilmediğim fakat sevdiğim Dodo, çeşitli hayvanlar tarafından helâk edilen Kiwi, dünyanın en cool hayvanlarından Baykuşu ayrı tutuyorum. Bilhassa baykuşa bütün gece belâ okurcasına puhulamak çok yakışıyor, hiçbir şeyden memnun olmayan yaşlı amcaların haber izlemesine benziyor baykuşların psikolojisi, mehhh, guhhhh, gohhhh, gogohhh, sürekli geğirme ve televizyon karşısında uyuyakalma arasında gidip gelen bir hayatları var. Gündüzleri tıpkı birçok yaşlıyı göremeyeceğiniz gibi(kahveye gittikleri ya da kısa süreli öldükleri için) baykuşları da görmek pek mümkün değildir mesela bu yandan da benzeştiklerini söyleyebiliriz. Zaten minervanın baykuşu da ancak alacakaranlıkta uçacaktır. Fakat diğer kuşlar gibi olmadığı için meclisler en sikik hukuk felsefesine girişte bile kullanılan bu sözden ziyade kafa siken serçeler gibi yaşıyorlar. Şu anda öfkemden ne dediğimin devamlılığını yitirmiş durumdayım ancak, baykuş-meclis analojisine tekrar dönsem orada belki bir şeye benzerdi de o ama öyle kalsın, benim kapasitem bu kadar diyip hiç zorlamaya niyetim yok.<br />
<br />
Bundan sonraki yazıda bir konu hakkında yazmamı isteyen varsa aşağı yazabilir onun hakkında yazmayı deneyeceğim. İçimden gelmeden nasıl yazabileceğimi merak ediyorum. <br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/dZS2Ih1_950" width="420"></iframe><br />
<br />
P.S: Wicker Man'in soundtrack'ini mutlaka dinleyin, çıplak ayakla toprakta yürümek istiyor insan. <br />
<br />
<br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com2D9, 24230 Saint-Michel-de-Montaigne, Fransa44.8759469 0.02931444.870320400000004 0.0194435 44.8815734 0.0391845tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-22574772556924636762012-05-22T13:49:00.001+02:002012-05-22T13:54:53.854+02:00Sonsuz Maymun Teoremi Üzerine<div style="text-align: center;">
"Canım dediklerim daktiloma sıçtılar."</div>
<div style="text-align: center;">
Mike Phillips</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Sonsuz Maymun Teoremi denen bir olay var birçoğunuz biliyordur, çok küçük/büyük sayılar, olasılık gibi saçmasapan işlerle uğraşıyorsanız mutlaka denk gelmişsinizdir. Bu teori belirsiz bir sürede bir maymunun klasik örnek olarak Shakespeare'in tüm yapıtlarını rastgele daktilo tuşlarına basarak neredeyse kesin olarak yazabileceğini öne sürer, kanıtlar neyse artık matematiksel kelimelerin normal dile girmesiyle söylenen her şey yanlış olabiliyor. Neredeyse kesin, ise, ancak ve ancak derken falan bir bakmışsınız yazı çöp olmuş. Zaten gerek de yok siz ne demek istediğimi anladınız.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MR4ymD5cmsgYDbpz6zH2DpuQmYdI4a-dTQDRuNU8H6gs2o4ot94vC_mWfsaibe9SUkbhQ67AwaQBLJiZ5FsgC_9C286eN__vUO3Satj-Xppz2ImthImP_HIsdyv9LgzmWo9ZJDi2WyQ/s1600/Macaca_nigra_self-portrait.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MR4ymD5cmsgYDbpz6zH2DpuQmYdI4a-dTQDRuNU8H6gs2o4ot94vC_mWfsaibe9SUkbhQ67AwaQBLJiZ5FsgC_9C286eN__vUO3Satj-Xppz2ImthImP_HIsdyv9LgzmWo9ZJDi2WyQ/s320/Macaca_nigra_self-portrait.jpg" width="226" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
Bu mevzuyu bir gün, merak edip deniyorlar Plymouth Üniversitesinde. Bu test için kullandıkları hayvanlar Türkçe'de "Sorguçlu Kara Şebek" olarak bilinen bir tür, bu türün fotoğrafını yukarıda görebiliyorsunuz. Matematik konusunda aşağı yukarı hiçbir bilgim yok, bazen gerçek hayatla içiçe olduğundan bahsediyorum ve övüyorum falan, ama şöyle bir şey var ki bir insan yukarıda fotoğrafını verdiğim vatandaş ve 5 tane arkadaşının Shakespeare'in tüm yapıtlarını yazabileceğiini hangi çürütülemez yöntemle kanıtlarsa kanıtlasın ben o adamla çok net bir şekilde ilişkimi keserim. Bu arada bu yazdıklarımı da sakillikten korumak için bu teoremin evrimle ilişkilendirilmesi kısmının beni ilgilendirmediğini belirteyim, zaten 2012 yılında evrimle ilgili tartışmak dahi yersiz, ama sonuçta ayda 15-16 hit alan bir site, google'da aratılsa konu hakkında bir şey çıkar ve yazımın <a href="http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/">http://www.kutubisittedemehdiveisa.com/</a> tipi sitelerinde yayınlanırsa hiç de memnun olmam. Neyse, dönüyorum olaya. Bu vatandaşlar daktiloda paso S harfine basıyorlar vesaire ve en sonunda daktiloya işeyip sıçıyorlar. Çok eminim ki bunu yapanlar maymun olmasaydı sanat camiasının bir kısmıdan büyük bir alkış tufanına nail olabileceklerdi, lütfen bu konu hakkında aşağıdaki videonun 2'nci dakikasından sonrasına biraz bakınız:</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/I9lmvX00TLY" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
"we live by worth, and apply value, but everything is shit" dediği anda videoyu kapamadıysanız çok çılgın yerler geliyor. Bu tip durumlarda ben doğrudan diyaloğu kesmeyi uygun buluyorum. Geçenlerde bir bakkalla Ingmar Bergman sineması hakkında konuşuyoruz, hastasıyım diyor Höstsonaten falan sayıyor. Ciddiyim bizim buranın bakkalları böyle, inanmayana ekmek dolabının üzerindeki Bergman alıntısının fotoğrafını yollarım aklı çıkar. Sonunda dedim ki, açıkçası Bergman'ın 5-6 filmini izledim sinemasını çok bilmiyorum,fakat (Bu arada Bergman sinemasıyla ilgili Jonathan Rosenbaum'un 5 yıl kadar önce New York Times'da çıkmış çok hoş bir eleştirisi var, bir saniye onun linkini bulayım, aha buldum bunu hyperlink olarak gömecektim ama gerçekten okunmasından memnun olacağım için açık bir şekilde yazıyorum <a href="http://www.nytimes.com/2007/08/04/opinion/04jrosenbaum.html?pagewanted=all">http://www.nytimes.com/2007/08/04/opinion/04jrosenbaum.html?pagewanted=all</a> ) benim de en sevdiğim yönetmen Luis Buñuel dedim, evet sadece bunu dedim yani gidip de sürrealist o süper, eşekle piyano çektirtiyor muhabbetlerine girmedim ve adam bana "Ne varsa eskilerde var" dedi karşılığında o an o tatlı muhabbetimizin anası sikilmiş oldu ve diyaloğumu adamla kesip gözyaşlarına boğulmuş bir şekilde eve doğru yola çıktım, rimellerim akıyordu, evet bir kadını bu şekilde ağlatmayı başarmıştı bunu diyerek bakkal, neden dedim bulutlara neden, sordum gözyaşlarımı kanalizasyonlardan...</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Ay fenalık geldi, üç nokta da kullanınca hakikatten çok sevimsiz oldu da, aşağı yukarı ne anlatmak istediğimi örnek açıklamıştır sanırım, yani karşıdan gelen tepki eğer böyle anlamsızlık içeriyorsa dayanamıyorum. Nostalji hayatta en tiksindiğim olaylardan biri olmasının yanısıra, insanlığın gelişiminin önündeki en büyük engellerden biridir de aynı zamanda lanet olsun şu saplantıya. Nostaljinin elleri kurusun, kurudu da.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/UqR8bNLZlAc" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
P.S: Bu arada şuraya Aguirre, der Zorn Gottes'in müziğini alttan alttan vermişken, Popol Vuh ve Werner Herzog ilişkisinin sinema tarihinde benim için "sevgisiz olmaz ama evlilikte önce saygı, uzun ve mutlu beraberliğin temeli bu" gibi lafının hakkını verecek derecede uzun bir ilişkileri olmasına imreniyorum diyebilirim.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-38296693522401706592012-05-21T17:25:00.001+02:002012-05-21T17:25:11.735+02:00Blogger'ın Yeni Arayüzü ÜzerineDeğerli dostlar blogger isimli bûlokçuluk sitesi yeni arayüzüne geçtiği için nasıl kullanacağımı bilemediğimden hiçbir şey yazamıyorum bunu da bilen bir arkadaşa dikte ettiriyorum. İnternet siteleri yeni arayüze geçtikleri zaman çok samimi bir şekilde o şirketin CEO'sunun kayınpederine kadar sövüyorum size o kadar diyeyim. Bugün böyle bir şey yapsa sövmeyeceğim tek insan Apple'ın kuruluşunda rol oynamış saygısever abimiz Steve Wozniack'tır onun da bende yeri ayrı çünkü Francis Ford Coppola'yla beraber terleyen hafif şişman sakallı adam kontenjanından yüreğimde küçük de olsa bir yeri var. Bu arada fotoğrafın bu kadar kötü düzenlenmesinin sebebi tabii ki benim bilgisayardan anlamayan arzuhalcimin işi, yoksa bildiğiniz gibi kesinlikle en azından yarı profesyonel yazılımlar kullanmaktan çekinmiyorum yazılar için hazırladığım görsellerde.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6G3JZLQginGpgiZvwuE7qWLBBBkEAgcY3wuCXcq8y6N-qG6xK1Kfg979BZsvOZfUbM1XS9JpuHOTVLX3t6jiEeNZyEFXMF1B9J-l2W10OUt7Iq38Sv2PyTWQTl0y_qlGX28_5i86qrdc/s1600/Steve-Wozniak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="120" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6G3JZLQginGpgiZvwuE7qWLBBBkEAgcY3wuCXcq8y6N-qG6xK1Kfg979BZsvOZfUbM1XS9JpuHOTVLX3t6jiEeNZyEFXMF1B9J-l2W10OUt7Iq38Sv2PyTWQTl0y_qlGX28_5i86qrdc/s320/Steve-Wozniak.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Kardeş gibiydiler diye bir film vardı ama ne olduğunu hiç hatırlamıyorum. Kadir İnanır'ın kimyacı olup babası geldiği zamanlar "haşohaşikio" şeklinde zikrederken, Müjdat Gezen tarafından gizli mabet ayarında depoya kale hazırlanması ve kendisini de müziğe vermesiyle sinsice meraklarının peşinden gittikleri film olarak varsayacağım bu filmi. Oradaki ortam da değme Amerikan Filmi Garajına taş çıkartır özelliklere sahipti, hatırlarsanız Kadir İnanır'ın attığı gollerin kalede kaçıncı derecelere geldiğini gösteren 90, 80, 70 gibi yazılar bulunur, bir de kimya dolapları çevrildiği zaman ardından 70lerin az erotik fakat otuzbirden de maruz bıraktırmayacak seviyede bir çıplaklık içeren kadın resimleri ortaya çıkar. Açıkçası bu filmdeki ortamdan benim aklım çıkmıştı fakat hiçbir yeteneğim olmamasından mütevellit, evin tavanına balon bantlayarak bu isteğimi gidermiştim, gerçekten çok zor bir çocukluk geçirdim. Karşınızdaki yaratıcı olaydan aldığınız ilhamla tavana balona bantlamak kadar sefil bir şey varsa o da Action Manle hayvan evladı gibi ortalığı kırıp paraşütle oraya buraya attıktan sonra yorulduğunu varsayıp sümüklü mendilinizi yorgan olarak kullanarak uykuya yatırmaktır ki bu örneği verdiğime göre bir arkadaşımın bunu yaptığını tahmin edebilirsiniz sanırım.<br />
<br />
Neyse efendim, bu filmdeki Müjdat Gezen ve Kadir İnanır'ın pantolonlarına bakarsanız ispanyol paça pantolonun altın çağının tam doruk noktası olduğunu varsayabilirsiniz, çünkü Kadir İnanır pantolonunu yelken bezinden yaptırdığı için aynı zamanda rüzgarlı havalarda eve ulaşımını pantolonunun paçalarıyla gerçekleştirerek çevre dostu bir yöntem kullanıyor. Ayrıca kendisinin 1996 yılında pantolonu son kullandığı zamanlarda çift katlı otobüslerdeki Tamek Reklamlarını almaya başlayan ilk insanlardan olduğu da çeşitli fotoğraflarla kanıtlanmıştır.<br />
<br />
Param yok, şakşakşak, pulum yok şakşakşak, malım mülküm olmasın ziyanı yok, aşk dolu şu kalbim, işte budur benim servetim<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/W39dsJLRrUo" width="420"></iframe><br />
<br />
Ayrıca bir saniye, adam kimya okumuyor futbol peşinde de insan babasını böyle alçakça kandırmaya çalışmasını bu kadar mı küçük düşerek gösterir, tamam o zaman wikipedia yok da, ne bileyim kuantum fiziği falan var yani, max planck falan desen kuantum desen Peder Bey'in dibi düşecek zaten. Bu arada Hulusi Kentmen oynadığı filmlerin aşağı yukarı %93'ünde baba olmasına rağmen dönemin şartları(zeitgeist vesaire) gereği saygısızca Peder Bey kullanımına maruz kalmıştır ben öyle evlatların ağzını kırarım arkadaş. Neyse bundan 3 yıl kadar önce Hulusi Kentmen'in bıyıklarından bahsettiğim bir yazı vardı ona da bakabilirsiniz isterseniz bir ara.<br />
<br />
Bugün ikinci bahsetmek istediğim bir konu, dün gece gördüğüm bir rüya, rüyamda televizyon statiği izledim dostlar. Evet, bilinçaltım öyle pırılpırıl olmuş ki, ne bir ata binme, ne de böyle birden halkın ortasında çırılçıplak kalma gibi şeyler görmüyorum. Tamamen arınmış insan-ı kâmil şeklinde televizyon statiği izledim rüyamda çok uzun süre boyunca. O ne öyle yapısökümcü gibi rüya görmeceler falan. Sizinle Yahudi Surf Rock yapan bir grubu paylaşarak bu yazıyı sonlandırıyorum şalom alehem.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/iFDuGiOy3uM" width="420"></iframe><br />monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0D9, 24230 Saint-Michel-de-Montaigne, Fransa44.87144275016589 0.02334594726562544.826420250165889 -0.055618052734375006 44.916465250165892 0.102309947265625tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-12985993063574347712012-04-13T10:56:00.006+02:002012-04-13T12:10:00.850+02:00Sanatorium Pod Klepsydra ve Jackson C. Frank Üzerine<div style="font-family: Georgia, serif; font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: center; "><span><u><br /></u></span></div><div style="font-family: Georgia, serif; "><div style="font-family: Georgia, serif; font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: center; "><br /></div><span><iframe width="480" height="274" src="http://www.youtube.com/embed/CofkIBOKYF8" frameborder="0" allowfullscreen=""></iframe></span></div><div style="font-family: Georgia, serif; "><span><br /></span></div><div><span style="font-family: Georgia, serif; "><br /></span><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span >Uzun zamandan beri, müzik ve sinema gibi muhabbetleri önermiyordum, fakat 5-6 ay kadar önce izlediğim Sanatorium Pod Klepsydra'yı önermek için de içim içimi kemiriyordu.(filmde meme falan da var onu belirteyim. 21 yüzyılda, porno çağında halâ normal filmlerde meme görünce aileyle pazar günü televizyonda imdb'den 6.2'den aşağı puan almış film izlercesine utanıyorum. Yok ya hu ne utanacağım tam deli zamanları şimdi onların gençler eğlensin.) Sonunda filmi internetten bile izleyebileceğiniz şekilde buldum. Dili Lehçe ve aynı zamanda İspanyolca altyazı gömülmüş, bu blog'u takip edenler arasında İspanyolca veya en azından Lehçe bilmeyen olmadığını tahmin edebiliyorum. Öteki türlü zaten kendisine bir adet tavırlı Demet Akalın şarkısı sözü yollarım, yani google'dan aratsın onu bile yapamam ne İspanyolca ne Lehçe bilmeyen insana. Bu arada Lehçenin de mesela Krakow Lehçesi gibi kendine ait Lehçeleri var(Vedat Özdemiroğlu yavaş yavaş vücudumu ele geçiriyor!!) Filmin <a href="http://www.youtube.com/watch?v=CofkIBOKYF8&feature=player_detailpage#t=1428s">şu</a> kelimesinin üstüne basarak ulaşabileceğiniz anlardaki delilik performansı aşağı yukarı tüm film boyunca devam ediyor. Az çok bilindiği gibi bir tane bile film analizi yapmışlığım yok blogda. Genellikle dijital televizyon platformlarındaki gibi filmin özetini veriyorum. Mesela atıyorum, Kibar Feyzo için "Feyzo askerden dönmüştür. Fakat başına neler geleceğini bilmemektedir...(süre:82 dakika)" ya da işte atıyorum The Sixth Sense için "Meğerse Bruce Willis ölüymüş...(süre:107 dakika)" gibi açıklamalar yaptığım için, bu film için de bir sonraki paragrafta film hakkında söyleyeceğim çok az şey olacak.</span></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span ><br /></span></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span >Edebiyatta ve sinemada estetik kaygısının, simetrini hastasıyım. Bu filmin en önemli avantajı eğer havalı görünmek istesem "sirküler bir senaryoya sahip olması" diye götümden uyduracağım bir kavramla destekleyeceğim içeriğe sahip olması. Yani şöyle diyeyim film için, bu filmin üç boyutlu senaryosu çizilse düz bir çizgide değil, bir çember şeklinde olurdu kaldı ki bu çemberi de size çizeyim bir saniye</span></div></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span ><br /></span></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5x5BeKWA8ApX1i3jGX8khXyPileyVZGuh75HZFIO3bdtbPcvjhtOpYLE2bf2RCLvlP2hCY1UjnygAPDp-cCArnVceHRUsIc5Difib75grntFCr-3anen_OdSfuNXnaAGecHcccXyV12o/s400/Ads%25C4%25B1z.png" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5730813524118189858" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 218px; height: 131px; " /></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><div style="text-align: center;"><span ><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span >Yalnız bunu sanıyorum ki eliptik geometri denen olaya göre çizdim şu Lobachevsky denen adamın ortaya attığı. Bu tip mevzularda çok az bilgim olduğu için düzeltmek isteyen kişiden seve seve yardım alabilirim. Neyse anlatmak istediğim şu şekilde, istesem Mspaint'te çember çizebilirdim ama çizmedim. Yani bu saçmasapan şekle tepeden baktığımızda aslında bu bir çember, ama bu şekilde baktığımızda filmin temposunu gösterir bir şekil, evet aynen öyle. Film işte aynen bu kadar akıldışı bir içeriğe sahip, çünkü bir de geometriyle nasıl anlatacağıımı bilemiyorum ama bu çemberde aslında devamlılığı kesip alternatif bir çembere geçen zaman kaymasını gösteren içi boş bırakılmış noktalar olmalıydı. Evet, tam olarak bu şekilde açıklanabileceğini düşünüyorum filmin, izlemek isteyenlere de neşe diliyorum, çünkü hakikatten müthiş bir film, çıktığı zaman bebiş insan Ingrid Bergman'ın(<3) başkanlığını yaptığı 1973 Cannes Film Festivalinde de ödül almış, yazıyı yazmadan önce yeni öğrendim.</span></div></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: left; "><span ><br /></span></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: left; "><span >Başlıktan da görebileceğiniz gibi ikinci önereceğim insan Jackson C. Frank. Adamın adeta pamuk tarlalarında katır tepip kör olmuş 1920'lerin Zenci Delta Bluescuları(1920'lerde ve 30'larda kör olmayan bluescu neredeyse yok gibi bu arada, isterseniz aratın. Keza sonradan bu akıma Aşık Veysel de katılır.) gibi hayatı olmuş, bir anlatayım da,gitarına ilmek ilmek, ılgıt ılgıt işlediği acısını,sevdasını, memleket hasretini falan filan(bu arada dikkatinizi çekti mi ama Blog şu an gece 12'de rtük'ün 1992 yılında çektiği bir belgeseli ceza olarak sike sike yayınlatması olayına dönüşüyor adeta. İlmek ilmek, sevda falan filan derken)siz de acısını paylaşın. Önce kendisinin sahip olduğu tek albümün kapağını koyayım.</span></div><div style="font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: left; "><span ><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMhh0xzo-RbgyW7J8L7ryGUtHIl1tPp2BNLNpAlI9Ul-ndKx3TElTE6JSDIX_LIUZ9QLw7lomM_2Cn0x02l48tX3ouADyvQtTXpZAPfVebJwCe3eYzcYoEgiasQD9NXp8dqpWgF18Q92E/s1600/jacksoncfrank.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMhh0xzo-RbgyW7J8L7ryGUtHIl1tPp2BNLNpAlI9Ul-ndKx3TElTE6JSDIX_LIUZ9QLw7lomM_2Cn0x02l48tX3ouADyvQtTXpZAPfVebJwCe3eYzcYoEgiasQD9NXp8dqpWgF18Q92E/s400/jacksoncfrank.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5730820063320116274" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 300px; height: 300px; " /></a><span>Şimdi şöyle oluyor bu adam 11 yaşındayken okullarında bir patlama oluyor ve bulunduğu müzik sınıfına doğru ateş topu geliyor, ateş topu ya hu yuh. Adamın 15 arkadaşı ölüyor, kendisinin de vücudunun yarısı yanıyor. Bu sırada hastaneye yatırıldığında oyalansın diye buna gitar veriyorlar, bu da onu bızıklıyor falan. 21 yaşına girince bu patlamadan ötürü 110,500 dolar sigorta parası geçiyor eline, basıp İngiltere'ye geçiyor. Albümünün yapımcılığını Simon & Garfunkel deyu deyu bildiğimiz ikilinin Paul Simon'ı üstleniyor. Fakat adam o kadar utangaç ki, bir perdenin ardına saklanarak kaydediliyor falan. Sonra albüm çıkıyor, biraz tutuluyor ama sonradan birkaç insan hariç kimsenin umrunda olmuyor (Nick Drake de bu birkaç insandan biri bu arada.) Sonra işte çocukluk travması vesilesiyle depresyona giriyor, 70lerde evleniyor, çocukları kistik fibrozis yüzünden ölüyor.Ya sonra da adamı kaldırımda buluyorlar falan, bir süre bakıyorlar ediyorlar, sokak çocukları ateş mi atıyor ne oluyor bir de sol gözü kör oluyor üstüne üstlük. Zaten bulduklarında Syd Barrett'ın Wish You Were Here kayıtlarındaki hali gibi bir şeymiş adam. Sonra da kansızlık ve damar tıkanıklığından ölüyor adam 1999 yılında, yarak gibi hayat yaşamış, yazık adama. Bu da bir şarkısı, zaten albümü müthiş, dinlemeyene bundan sonra blog'da Lehçe veya İspanyolca bilmiyormuş muamelesi yapacağım.</span></span></div><div style="font-family: Georgia, serif; font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: left; "><span style="font-family: georgia; "><br /></span></div><div style="font-family: Georgia, serif; font-size: 100%; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; text-align: left; "><span><iframe width="560" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/_DxBx4FyTqY" frameborder="0" allowfullscreen=""></iframe></span></div>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-35248012033312628622012-04-11T19:33:00.005+02:002012-04-11T20:12:48.679+02:00Henry David Thoreau'nun Radikal İslamcı olması Üzerine<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGdtbhS35Htcu3M_BmKPqOSHLN-Vw1pRv9_9h31DE6j357-0ZdMfoRVfZ77rzRSPzf2l36PVgcsw_fUsoRy9rmUTijWC91DzXACebVvGmbKAGTYurX79gYDbhbiToqENo_Dq87qV6eW68/s1600/230px-Henry_David_Thoreau.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 230px; height: 284px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGdtbhS35Htcu3M_BmKPqOSHLN-Vw1pRv9_9h31DE6j357-0ZdMfoRVfZ77rzRSPzf2l36PVgcsw_fUsoRy9rmUTijWC91DzXACebVvGmbKAGTYurX79gYDbhbiToqENo_Dq87qV6eW68/s400/230px-Henry_David_Thoreau.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5730198245493049474" border="0" /></a>"Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin lafa bakarım laf mı diye. Adama bakarım adam mı diye. Anlayana!!..."<br /><div style="text-align: right;"> Oscar Wilde, Best of Alıntıs<br /></div><br />Merhaba değerli okurlar, bir zamanlar internette verilen her türlü alıntının aslında Oscar Wilde'a mal edilebileceğini anlatan bir yazı okumuştum. Açıkçası böyle bir şey okuyup okumadığıma dair hiçbri fikrim yok, sanırım Uncyclopedia'daki her alıntının Oscar Wilde'a mal edilmesinden ötürü ufak bir kafa karışıklığı yaşıyorum. Ama bu arada yazının girişindeki alıntıyı bizzat Oscar Wilde'ın 1992 yılında 4. basımı yapılmış alıntılarının toplandığı kitaptan yaptığıma dair bir yalan atacak değilim. Bu arada geçen yazıda atlardan bahsetmiştim hatırlayacaksınız, bence atların da suskunluğu asaletinden geliyor, maşallah Terrence Mallick filmi gibi hayvanlar.<br /><br />Bugün, Thoreau'dan ve gizli Radikal İslamcılığından bahsedeceğim. Çünkü, baktım seksli yazılar tutmuyor, komplo teorisi sikine yüklenme kararı aldım. Çünkü geçenlerde emin değilim ama ortalama 250 yıldan beri bilinen Fedex amblemindeki ok işaretinin çok fena sübliminal mesaj olduğunu anlatan bir şeye mi denk geldim öyle bir şeyler oldu emin değilim, tabii bu tip insanlar ziyanlık doğal olarak, ciddiye alanların zeka seviyesi 13 yaşlarındayken görülen ilk erotik kanal şaşkınlığıyla tüm aklın yitirildiği anla birebir özellikler yaşıyor, sadece limiti sonsuza gidiyor o kadar. İyi ki bu tip safsatalara inanan arkadaşlarımın üzerine Zippo yakıtı döküp yakıyorum. Bu arada aklın yitirildiği an falan derken, Radikal Gazetesi'nde yarak gibi simgesel futbol karikatürleri çizilen bir köşe var "Mantığın bir anlık çöküşü" diye öncelikle şunu diyeyim kötü çünkü didaktik amaç içeren hiçbir karikatür yeryüzünde şimdiye kadar kimseye anlamlı ve zekice gelmemiştir yapanlar da dahil buna bu arada. Sonra da asıl söylemek istediğim kısıma geleyim hakikatten yaratıcı yoksunluğun yanısıra embesilce "A Momentary Lapse of Reason" gibi bir albümün ismini(ki isminden başka elle tutulur pek yanı yok zaten) çalması açıkçası bana kalırsa sadece sefilce. Bu köşeye, çok iddialı değilim ama 90ların ortasında başladığına emin gibiyim, çünkü ancak o dönemde böyle yarrak gibi, ama çok zekice olduğu sanılan isimler tutabilirdi.<br /><br />Doğal olarak burada Picasso'nun sözü gibi bir şey aklınıza gelmesin lütfen. Şu kötü sanatçı taklit eder, iyi sanatçı çalar. olan . Çünkü bu çalma işi biraz daha akıllıca şeyler içermesi gereken bir şey, ya da montaj falan. Amele sümüğü gibi çeviri yapıp tahtadan geçirmeyi içermiyor.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha2wpGBBlx7Uo0HdimeYIMqJ_8x_M4FUrTwv6LqdxLtwy-1Kwf1A_uo_v4VYjH1WIX_MXuraAWntwbGb7Op7dzAVL6poNUmjml9-TaImX9eTHzqZXwck7lRNO2ZoHYBydkyUOuxF8_zPU/s1600/banksy_picasso.gif"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 359px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha2wpGBBlx7Uo0HdimeYIMqJ_8x_M4FUrTwv6LqdxLtwy-1Kwf1A_uo_v4VYjH1WIX_MXuraAWntwbGb7Op7dzAVL6poNUmjml9-TaImX9eTHzqZXwck7lRNO2ZoHYBydkyUOuxF8_zPU/s400/banksy_picasso.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5730202556341095442" border="0" /></a>Thoreau bildiğiniz gibi kendini doğaya salmış, eşekçi birisiydi. Sivil İtaatsizlik falan diye bazı yazılar karaladığını ve anarşizm hususunda bazı mevzuları etkilediğini falan az çok biliyoruz. Ancak şunu bilmiyorduk, geçenlerde ormanda korunmuş ahşap evinin tahtalarından birinin altında bulunmuş günlüğünde kendisinin radikal islâma yatkın olduğuna dair bazı metinler çıktı!!! Tabii ki ne bir ağaç evim oldu, ne de ahşap kulubede günlüğümü saklayabileceğim bir gizli bölme vesaire. Halbuki koltuk minderinden kale yapmayı falan da çok severdim. Neyse, kendisinin zaten sakallarından ele verdiği oldukça belli olmasına rağmen El-ezher Üniversitesi'ndeki mollalar gibi aynı zamanda secdeye varırken kafasını sertçe yere vurarak alnını morarttığına dair bilgi geldi.<br /><br />Bu arada bu süper bir geyik bilmeyen varsa diye anlatıyorum. Bu adamlar, kafayı sert vuruyorlar secdeye varırken alınları morarıyor, açarsanız Mısırlı Mollaların alnında ceviz büyüklüğünde morluklar görebilirsiniz. Neyse, aga işte bu meğerse imanın gücünü temsil ediyormuş falan, allah sevgisiyle kendini salıyor yere falan ki bizzat beni doğduğumdan beri traş eden berberim 93 yaşındaki dedeme bunu önerdi, yani bir nevi <span style="font-style: italic;">islamiq</span><span style="font-style: italic;">ue</span> Süper Mario modası olmuş son zamanlarda, internette isterseniz <span style="font-style: italic;">La mode islamique de Super Mario</span> diye aratıp konu hakkında daha detaylı bilgiye sahip olabilirsniz. Kafayı kutuya vura vura leblebi gibi topluyorsun sevapları bir nevi. Yıldız çıkıyor, sormalık sarı çiçek çıkıyor. Sormalık sarı çiçek ne ya hu. Sormalık sarı çiçek gelmiştir.(bu son cümleyi ben değil, Vedat Özdemiroğlu ve Alpay Erdem bir haftalık çalışma sonucunda yazdılar onu söyleyeyim bu arada. Bildiğiniz gibi bu kadar kötü şaka yapmamak için önce arkadaş çevremden onay alıyorum.)<br /><br />İşte, Thoreau'nun bahsettiğim fotoğrafı, internette başka bir yerde bulmanız mümkün değil bu ibretlik fotoğrafı.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvw2A6ffG2JY3kVYr_a-p2XFhaMdrYSiJso6M4747ajUeVUSCra-nJJm4LIn-9uQA2UO5MdRpMLIz0HPFy10CZXDTQowixjsz-tA196iWgmhwDpQ5DUh722rcJdK_t0C52sMQAM4aUcVg/s1600/ramadanthemobarek.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 230px; height: 284px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvw2A6ffG2JY3kVYr_a-p2XFhaMdrYSiJso6M4747ajUeVUSCra-nJJm4LIn-9uQA2UO5MdRpMLIz0HPFy10CZXDTQowixjsz-tA196iWgmhwDpQ5DUh722rcJdK_t0C52sMQAM4aUcVg/s400/ramadanthemobarek.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5730206082909472370" border="0" /></a>Kendisi gibi Lincoln hakkında da çeşitli söylemler var ama kanıt olmadan kimseyi zan altında bırakmak istemem yani. Bugün bir klasikle veda ediyoruz radyo monteynin gönül dostları ve bu şarkı Lyon-Bordeaux seferini yapmakta olan Métro Tourisme'in Berceste Dinlenme Tesisindeki yolcularına geliyor:<br /><br /><iframe src="http://www.youtube.com/embed/JHPV-XF0vx0" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" width="420"></iframe>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-17728068523628938302012-03-21T13:42:00.007+01:002012-03-21T14:17:22.620+01:00Bağnaz Metal Fanlarının Dünya Gelişimine Etkisi Üzerine<div style="text-align: center; "><span ><br /></span></div><div style="text-align: center; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkNX5GLA7xVaH2mtIJHv707MYi-xGNV7cABJlVCXQHElP497QJYwMOTWnlfKNXt01jNTcxb8FzBsGXCIH9Yfl_uGCBfz7x9tp8Kr38X1f5B2dv3xpJ-P8EInY3CRvEAic_a9OSjsKffaw/s400/Foto%25C4%259Fraf0454.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5722329950388150194" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; cursor: pointer; width: 400px; height: 300px; " /></div><div><div style="text-align: left; "><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >Değerli okurlar, yıllarca fotoğraflarımı merak ettiniz, belki de rüyalarınıza da girdim falan, fakat aşağı yukarı şu çizime benziyorum, böylece bu yılların hasreti de sonlanmış oldu.</span></div><span style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; "><div style="text-align: left;"><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >Şekle ilk baktığımda ben de çözemediğim için söyleyeyim, bu 4 yaşındaki bir kuzenimin, beni yatakta uyurken çizdiği resimdir.("Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur" gibi bir şey biraz aslında) Uyuyorum, Valide Hanım benim kuleme gelip "Ay Monti bak ne kadar güzel çizmiş değil mi?" deyince beynimden vurulmuşa döndüm. Ne yalan söyleyeyim ondan daha iyi çizemem, ama ikimizin de sik gibi resim yeteneği olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu. Ben de o yaşta çizsem aşağı yukarı bunu çizerdim, şimdi de yine buna benzer bir şeyi çizerim.</span></div></span><div><div style="text-align: left; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " ><br /></span></span></div><div style="text-align: left; "><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >Gelecek görememenin yanısıra, demek büyüyünce kafa dengim olmayacak bir akrabam daha olacak, yapacak bir şey yok diye içimden geçirdim. Öyle bir şey var çünkü, belki sizin de muzdarip olanlarınız vardır. Abi çocukken sidik yarışı yaptığım adam(gerçekten, klozet başında, en uzun süre kim işeyecek şeklinde) şimdi tamamen bir yabancı olmuş, yüzünü gördükçe "biz büyüdük ve kirlendi dünya:((((" diyesim geliyor.(ben hep kaybederdim, idrar yollarım geniş olduğundan ötürü sanırım.)(Aslında penisle de ilgili bir durum sanırım, sonuçta onun da genişliği çıkış hacmini ve tazyiğini ayarlayan bir şey. Bilhassa bizden bir küçük olanın oldukça dar bir çıkışı vardı sanırım, biliyorum çünkü klozette projectile motion'ı en yüksek olan oydu gibi hatırlıyorum. neyse önemli değil.)</span></div><div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "></div><div><div style="text-align: center;"><span ><br /></span></div><div><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >Bugün, size Dünya gelişiminin önündeki en büyük engelleri sıralayıp bir tanesi üzerinde de biraz konuşacağım.</span></div></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " ><br /></span></span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " >1. Bencillik(çözüm yok, geç)</span></span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " >2. Ahlaksız politikacılar (anarko nihilizm)</span></span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " >3. Dolmuş Şoförleri (çözüm yok, surata levye yenebilir)</span></span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " >4. Bağnaz Metal ve Pink Floyd fanları (şimdi aşağı geliyorum)</span></span></div></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><div></div></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; line-height: normal; "><span><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; background-color: rgb(255, 255, 255); " >Geldim. Efendim, metal müzik ben de dinliyorum, benim </span></span></div><div><div><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >metal müzik dinleyen arkadaşlarım da var, benim Katalan arkadaşlarım da var yani bu bilinsin. Fakat bu dinleyici tipi şöyle "Abi Mozart, Bach vs. yaşasa kesin metal müzik yapardı." diyen tip. Eğer bunu diyen bir çevreye sahipseniz çok büyük ihtimalle arkadaşınızın zeka yaşı 16, doğrudan bağlarınızı koparmanızı tavsiye ederim. Çünkü NAH METAL MÜZİK YAPARDI. Arkadaşım şunu kafana bir sok artık, teknik gelişmişlik müziği daha değerli kılmıyor. Ayrıca Malmsteen gibi tiplere asla prim vermeyen biri olarak, müzikte virtüözite olayını ne yalan söyleyeyim biraz küçümsüyorum. Ulan ne alaka diyecek olursanız, yani şu şekilde diyeyim.</span></div><div><div></div></div><div><span style="background-color: rgb(255, 255, 255); color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " > Allah bunların belasını versin. Öyle yani. (Frank Zappa hariç)(canım benim ya)</span></div></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; text-align: -webkit-auto; "><div style="text-align: left; "><div style="text-align: -webkit-auto; "><div style="text-align: center;"><span ><br /></span><div></div></div></div><div><span style="line-height: 18px; color: rgb(51, 51, 51); text-align: -webkit-auto; " >Buna mantıklı bir çözüm yok malesef, sonuç olarak 16 yaş kolay atlatılan bir dönem değil, kendimden biliyorum Hürriyet'in Kelebek(Papillion) ekine bile otuzbir çekerdim. Bu arada değerli dostlar, Cemal Süreya'nın ve Robert Crumb'ın iflah olmaz otuzbirciler olduklarını biliyor muydunuz? Yeri gelmişken belirteyim, halâ Robert Crumb'ın hayatını anlatan Crumb belgeselini izlemeyen varsa, izlesin. Yıl olmuş 2012 hala bu belgeseli izlemeyen var çünkü.</span></div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxeHjLJxZo2U-XXisvjSdzdJ1Js9yYu6XfnVODKhyRb-s-9RulqjQcntcPv093dR2Xt7v3OWZiLyoD2l7H0F5tLzmBzssmfZp5y4y0QenpChOSvbTGEnv7UYYECxT1iGsbcijLakq438s/s400/73ca33fe_crumbfront.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5722333411602467842" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 311px; height: 400px; " /><div><div style="text-align: center;"><span ><br /></span></div><div></div></div></div><div style="text-align: left; "><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; text-align: -webkit-auto; " >İşin iyi yanlarından biri Criterion Collection'dan çıkması. Criterion Collection benim için Casablanca'yı listesine almadığını bildiğim günden beri değerli bir kurum özelliği taşıyor. Aşağıdaki amblemi de gördüğünüz herhangi bir film, çok büyük ihtimalle kol gibi çıkacaktır</span></div><span><span style="margin-right: auto; margin-left: auto;" ><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgObrhmFHnFyPj7KB7nnfapL-nToAlSaVGsKE_UFG9vB_Kuyv3Ng4-g99k6_5B0W30L7FH1s_ZeeGHLtQYLuwLzHa37e89ZQiCRwQabWAf38tafsvJtqmZjLhcfGVG1b7-ll_AIfGs5naY/s400/Janus_films_logo.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5722334094723615586" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 152px; " /></span></span></div></div></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; text-align: -webkit-auto; "><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; " >Janus Roma'da değişimin tanrısı, saygıdeğer bir kişilik, arkadaş çevresi tarafından da "iyi çocuk" olarak nitelendiriliyor. Tabiî o zamanlar daha Tanrı değil, bir gün Forum'da herkes yanına mermerden yapılmış facebook'unu getirmiş, bir şeyler kazıtıyor falan. Duvarına "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir!!!11bir!" yazdırtan ilk kişi olduğu için Tanrılık mertebesine yükseltiliyor. Aynı zamanda "sessizliğin sesi" ve "Jül Sezar'ı bu ülkeye çok yararı olduğu için öldürttü kahbelerrrrr.... Anlayana" gibi daha az popüler paylaşımları da olduysa da en çok dediğim gibi bu değişim sikinden ekmek yedi. Tabii Roma yıkılınca falan, elinde avucunda ne varsa satıp bir film şirketi kurdu. Janus Filmcilik yapmayalım abi, Erler Film gibi aile şirketi ismi gibi duruyor biraz değiştirelim falan deseler de dinlemedi. Açıkçası iyi de yapmış, ben bu sahneyi filmin başında gördüğüm an genellikle titreyip kendime geliyorum korkudan.</span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; text-align: -webkit-auto; "><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; " ><br /></span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; text-align: -webkit-auto; "><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; " >Neyse, Pink Floyd fanlarına da değinip bitireyim. Açıkçası bu konu çok çetrefilli, sanırım blogda önceden de bahsetmiştim ama tam hatırlayamıyorum belki sadece düşünmüşümdür de. Ama sadece şunu söyleyeyim Pink Floyd dünyanın en iyi grubu değil ve elemanlarına sürekli tanrı vesaire diyerek yüceltmek de basitlik ve hayatında ilk kez büyük bir grup keşfetmiş bir insan basitliği ve sığlığı içeriyor. Ben de seviyorum Pink Floyd'u kardeşim, ama yeter ya hu, adamları adeta dokunulmaz yaptılar. Al David Gilmour geçenlerde The Orb'la beraber sik gibi bir albüm çıkardı, Roger Waters her daim cacıktı zaten siktiret. Diğer iki elemanı saymıyorum, gruba olan katkılarından daha çoğunu ben bir dönem birkaç tane PF albümü satın alarak maddi bir şekilde yapmışımdır muhtemelen. İşte şarkı:</span></div><div style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; text-align: -webkit-auto; "><span style="color: rgb(51, 51, 51); line-height: 18px; " ><br /></span></div><div style="text-align: -webkit-auto; "><span><span style="line-height: 18px; " ><iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/MIt3uO8aziw" frameborder="0" allowfullscreen=""></iframe></span></span></div><div style="text-align: -webkit-auto; "><span><span style="line-height: 18px; " ><br /></span></span></div><div style="text-align: -webkit-auto; "><span><span style="line-height: 18px; " >P.S: of ya ne pink floyd'u amınakoyayım tartıştığım konuya bak.</span></span></div>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-64218777453462123282012-02-27T17:41:00.004+01:002012-02-27T18:25:10.384+01:00Atlar ve Atların Travmatik Anlara Etkileri Üzerine<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiy7uLP-HKHPDEyzHYVX1NkwY_FZZHw3wkHSv_YYuwEFseBb-WyGR8ytOmKVY2x7Qy45DfN9V04ABGhZ6sncys2Rczk0JgfSeSwolUPRGi0Fl7vwqftGc_bYhKmz_TxgGiBymQbXjLMcU8/s1600/Jordaan-Mason-The-Horse-M.png"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 372px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiy7uLP-HKHPDEyzHYVX1NkwY_FZZHw3wkHSv_YYuwEFseBb-WyGR8ytOmKVY2x7Qy45DfN9V04ABGhZ6sncys2Rczk0JgfSeSwolUPRGi0Fl7vwqftGc_bYhKmz_TxgGiBymQbXjLMcU8/s400/Jordaan-Mason-The-Horse-M.png" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5713856625910879026" border="0" /></a>Yukarıdaki albümü,halihazırda fotoğrafını da koymuşken Neutral Milk Hotel sevenlere önereyim. Karısının travesti olduğunu öğrenip ondan hamile kalan bir adam hakkında konsept albüm, sözler gayet başarılı, at mat demişken halihazırda bu albümü de önereyim dedim sadece konudan biraz uzak olarak.<br /><br />Kişiler kendilerini sarsan deneyimler yaşayabiliyorlar, ilkokuldayken yapılan zalimce bir yavru hayvan cinayeti( sakın yanlış anlaşılmasın Ömer Seyfettin'in öyküsü İlk Cinayet aklıma sonradan geldi.),yakın akrabanın ani ölümü intiharı gibi. Godfather'da adamın yatağında kesilmiş at başıyla uyanması mesela bu anlardan biri. Bir gün Mme. Monteyn'le bir yerlerdeyiz, bacaklarında yatarken fırsssss diye bir ses duydum, gözlerimi açtığımda bir atla yüzyüze geldik.<br /><br />Yalan atmayacağım, at psikolojisinden zerre anlamıyorum(allah kahretsin Ömer Seyfettin'i, şimdi de akıma Kaşağı geldi. EVET BENİM İÇİN KAŞAĞI'DAKİ ÇOCUĞUN KUŞ PALAZI OLUP ÖLMESİ DE, BOMBA'DAKİ SEKSLİ AYIPLI SAHNELER DE ÇOCUKLUĞUMDA BÖYLE DERİN YARALAR AÇTI TAMAM MI:'( ) bu sebeple ata gitmesi için ne yapılması gerektiği, ya da nasıl sevilmesi gerektiğini bilmiyorum. Atlık müessesi benim için tamamen bir muamma, çok küp şeker verilince kör oluyorlar sanırım, bir de at arabalarında koşarken yollara sıçmasınlar diye şoförle(aka at arabacısı) at arasındaki bölüme buğday çuvalları geriliyor bunlar genel bilgilerim.<br /><br />Kalkıp attan uzaklaşıp başka bir yere oturduk ama at ardımızdan gül satmaya çalışan çiçekçi gibi geliyordu, tam her şeyi hazırladık fırsssss diye yavaşça yanımıza geldi. Bazen büyük şehirlerde gezerken takip edildiğimi düşündüğüm oluyor, işte bu atla yüzleştiğimden beri şüphelerim daha çok arttı. Hayvan öyle bir bakıyordu ki "Sorunun ne birader?" diye sorsam suratımda çizgi film rezil olmuşu gibi nal izi çıkacağı kesin. Ya da nasıl bir hayvandı biliyor musunuz? Hani otobüste bir yerde duruyorsunuzdur, sizi yan yan iterek yerinizden eden hayvan evlatları vardır, ya da konserlerde de oluyor sanırım, işte onların hepsi bu atın soyundan geliyor. Bunu yapan birine doğrudan "Kardeşim at mısın sen, bana pasif agresif yöntemlerinle zulmediyorsun?" diye sorabilirsiniz. Sonra kalktık at da siktir oldu gitti zaten, meğerse amacı sadece halkın huzurunu ve toplumsal düzeni bozmakmış, ki bildiğim kadarıyla kabahatler kanununa göre 69 lira ceza kesilmesi gerekiyor, şikayet etmedik tabii ki atı gidip bir köşede durdu. Atlar biliyorsunuz ayaklarındaki kilit mekanizması vesilesiyle ayakta uyuyabiliyor, bir nevi 2-4 nöbetindeki erlerle benzer bünyeye sahipler diyebiliriz.<br /><br />İşte benim atlarla ilgili hissiyatım burada bitmiyor çünkü, asıl bahsetmek istediğim konu yaklaşık 3 yıl önce kadar gerçekleşmişti. Bir gün küçük bir kasabada yolda yürüyorum, hava kurşun gibi ağır ve ben de bağır bağır bağırıyorum. Çünkü kulaklıklarım var kulağımda ve şarkı söylüyorum. Önümden bir at arabası geçiyor, adam saman taşıyor karısıyla iki çocuğu da samanların üzerine oturmuşlar neşeli olmasa da kendi hallerinde yolda gidiyorlar(bu arada dikkatinizi çekerim şimdiki zamana geçtim merak öğesini belki arttırırım düşüncesiyle) Bir şey oluyor, deprem falan değil, at huysuzlanıyor şaha kalkıp kendini birden yan tarafa doğru atıyor, ki boyunduruklarıyla beraber tüm at arabası 4 tekerlek üzerinde dengede olmasına rağmen araba devriliyor. At yerdeyken debelenmeye başlıyor, ne olup bittiğine dair hiçbir fikrim yok ama boynuna tahtalar vurulmuş yerde debelenen at ciddi anlamda korkunç bir görüntü. Bazı hayvanlar acı çekmeseler bile ani hareketleri vesilesiyle sanki ızdırap içindelermiş gibi durur fakat bu at resmen acı içerisinde yerde kıvranıyordu. Samanlar yerlere dağılmış iki çocuk da sümük içinde ağlıyor. Arabacı atını seviyor belli, zulmetmiyor hayvana. Önce kafasını okşayıp sakinleştiriyor, ardından da arabayı da bir yandan iterek düzeltiyor arabayla atı. Hayvan sakinleşiyor, hiçbir şey olmamış gibi yine bomboş bakıyor, çocuklar kıpkırmızı olmuş sümük içinde anneleri de çocukları sakinleştiriyor. Adam samanların bir kısmını topluyor ve kadınla çocukları arabaya almıyor bir daha böyle bir şey yaşanırsa diye, kadınla çocuklar yollarına yürüyerek devam ediyorlar. Arabacı hayvanı biraz daha sevip ardından yemliğini takıyor bir köşede ve yollarına devam ediyorlar.<br /><br />İnternette ciddi anlamda çok fazla gore video,çirkin olaylar vesaire izledim fakat o anda gördüğüm atın gözlerindeki öfke, korku karışımı hissiyat kadar hiçbir şey beni şok etmedi değerli okurlar. İşte bu sebeple atları çok sevmeme rağmen, biraz da korkuyorum.<br /><br />Bu yazıyı da çok çirkin bir şey yapıp atlarla ilgili olmasa da atlı bir şarkıyla bitireyim de konsept tamamlansın.<br /><br /><iframe src="http://www.youtube.com/embed/M_dkfAj3wo0" allowfullscreen="" width="420" frameborder="0" height="315"></iframe>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-28868239877076624242012-02-23T21:01:00.007+01:002012-02-23T22:11:36.488+01:00Yanlışlıkla Gangsta Rap Camiasına Girmek Üzerine<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPTcgC9pUwfZdAyDatv46PseJj3E7_cyApWCrBsxmCa2hFSzPpMz-q3nKWxNH6jFOTzUz6Kz3MRr2vRwNI2kZQF8xbhpU5y6yHGNkteNvorSoh7-IgN2e4h3ImIrqVoowKnUFqxjaO1TQ/s1600/761290307_1044192.gif"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 292px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPTcgC9pUwfZdAyDatv46PseJj3E7_cyApWCrBsxmCa2hFSzPpMz-q3nKWxNH6jFOTzUz6Kz3MRr2vRwNI2kZQF8xbhpU5y6yHGNkteNvorSoh7-IgN2e4h3ImIrqVoowKnUFqxjaO1TQ/s400/761290307_1044192.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5712427798888271906" border="0" /></a>Alfred Hitchcock sonradan Amerikan Vatandaşlığına geçmesine rağmen, gönlümde hep İngiliz olarak kalmış bir insandır. Hatta bir zamanlar Amerikalı bir tanıdığıma bu konuyu açtığımda "Dostum senin derdin ne ha, tabii ki de İngiliz" diyerek onaylamıştı. Alfred Hitchcock'a gelmeden önce sizi bu yazının "eğlenelim öğrenelim" kısmına davet ediyorum, tabii ki bu kısımdan sonra yazının sonunda "Okuduklarımızı Anladık mı? Cevap Verelim" de olacak, bilemeyenlere teneke eksi atacağım. David Lynch'in Dune'u çekmesinden çok önce Jodorowsky abimiz de bu girişimde bulunmuş ve film müziklerini Karlheinz Stockhausen, Magma ve Pink Floyd'a yaptırtacağı bu filmin başrollerinde Salvador Dali, Orson Welles, Alain Delon ve Mick Jagger gibi tipler oynayacaktır, tabii Dali hayvan gibi para ister, bunu dışında çeşitli yapım masraflarının çıkması sonucu iş tamamen Terry Gilliam'ın Lost in Mancha hikâyesine döner, bildiğiniz gibi Terry Gilliam uzun zamandır çeşitli filmler çekmeye devam etmesine rağmen yaklaşık 25-30 yıldır Don Quijote(quijote ya!)yi de çekmeye çalışıyor. Tabii filmde ölenler mölenler kalıyor, en son Robert Duvall'ın Don Quijote'yi oynayacağını duymuştum ama The Road'daki yaşlı halini gördükten sonra onun da filmin çekimlerinin ilk gününde öleceğine dair kanım perçinlendi. Bu olaylar iki yıl önce oluyor bu arada, iki yıl önce düşündüğüm şeyleri yazıyorum nedense ben de anlamadım.<br /><br />Konuya dönelim, geçenlerde çok uzun zamandır izleme listemde bulunan Notorius'u izleme kararı aldım. Açıkçası Hitchcock'un kelek attıp bunalttığı filmini daha hiç izlemedim, çok güzel bir durum. NeyseTorrent'e abandım doğal olarak, birkaç versiyonunu buldum. Bu arada daha yüksek boyutlusunu buldukça bir küçüğünü siliyorum. Neyse, her şey oldu bitti, yaklaşık 1.6 gb'lık bir dosyada Notorius'u açtım, ve açtığım gibi şu altta posterini görmüş olduğunuz film açıldı.<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLBfz3ZPs96VFH3C1SyMKJEGx4gGItO6YiwvmWl_jkCTHZA395wHzg0oDMhVD9YwkTg2s2nQ_Z6IFhjrguMQug78aM7qmnsl450CcgO3MORVbllFyFIYIgweIA-X5qmD0BxxhlOuNSu28/s1600/notorious-3-1280.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLBfz3ZPs96VFH3C1SyMKJEGx4gGItO6YiwvmWl_jkCTHZA395wHzg0oDMhVD9YwkTg2s2nQ_Z6IFhjrguMQug78aM7qmnsl450CcgO3MORVbllFyFIYIgweIA-X5qmD0BxxhlOuNSu28/s400/notorious-3-1280.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5712432660365641682" border="0" /></a>Şimdi Nigârlık, hip-hopçılık, rapçilik(lan KIRAÇ!) camiasına saygım sonsuz olmasa da, yine de dinlemekten imtina etmem, kökleri Isaac Hayes'le harmanlanmıştır, post-modern zamanların en temel öğelerinden pastiche'i kullanır falan filan. Fakat filmi izledikten sonra birkaç arkadaşımla birleşip kokain satıp çok bol pantolonlar giyip, yukarıdaki vesikalığı çektirince(oroyin satma lisansı için) başlayınca tamamen olayı yanlış anladığımı, Hitchcock ve tezcanlılığım vesilesiyle gangsta olduğumu fark ettim. Her akşam oraya buraya zarflar için kesik parmaklar yollamadan uyuyamıyordum falan. Tabii sonradan dedim ki, madem filmlerden bu kadar kolay etkilenen biriyim, neden başka bir film izleyip şöyle bir kendime gelip bu tip kötü olayları bırakmıyorum. Öncelikle Le Samourai'la ortamı biraz yumuşatıp efendi bir serseri oldum, sonra aniden ortayaş Woody Allen filmlerine yüklenip şehirli entelektüel oldum. Yani sonra da bu blog'u yazmaya başladım iki üç yıl önce. Şaka maka blog da 3üncü yılını doldurdu diyebiliriz. Doldurdu da ne oldu derseniz, bu süreçte dönüp de baktığım zaman "lan böyle rezil bir şeyi de mi yazmışım" diyeceğim 250'ye yakın yazı oldu.<br /><br />Açıkçası yazdığım bir tek yazıdan bile utanmazlık etmedim, hepsinden ayrı utanıyorum, ama Kafkalık yapmaya lüzum yok. 159 okur da olsa, blogculuk müessesinde 16000 takipçisi olup yarak gibi yazanlar da var. Bizim girişim başarılı olamadı biraz(dikkatinizi çekerim ezikliği gidermek için birinci çoğul şahısa çekerek kendine değer atfetmenin bir örneği sunuluyor burada) Neyse ya öyle, bu arada birileri geçenlerde "Porto Riko hakkında yaz" demiş. Gerçi adam da uzun uzun halini anlatmış, medya gibi oldum. anasını satıyım. Neyse, o arkadaşa buradan bir cevap vereyim, din, siyaset ve Porto Riko hakkında konuşmuyorum kardeşim. Porto Riko'da çok acı çektim. Ama bu konuda da az çok ilgili olduğumu belirtmek için Porto Riko'da Amerika'nın bir eyaleti olmayı destekleyen politik bir partinin bulunduğunu belirteyim.<br /><br />Şimdi The Chameleons'dan Less Than Human'ı paylaşacağım, bu arkadaşlar yaptıkları müzikle Joy Division'ı aşmış fakat pazarlama stratejilerinin güçsüzlüğü sebebiyle biraz daha az duyulmuş tipler olarak kalmışlar. Boru mu abi Joy Division/New Order Factory Records'a bağlı. Videoaki emmocu arka plana dikkat etmenizi öneririm. Videoyu hazırlayanın çok acı çektiğine ve onu kimsenin anlamadığına emin gibiyim:(<br /><br /><iframe src="http://www.youtube.com/embed/IxXBYabnAbw" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" width="420"></iframe><br /><br />Okuduğumuzu Anladık mı? Cevap Verelim.<br /><br />1.Yazar bu yazıda bayrağa mı sesleniyor?<br />2.New Order'ın tekrar birleştiğini biliyor muydunuz?<br />3.Kaprofili içeren pornolar da olmasına rağmen 2 Girls 1 Cup'taki bokların gerçek bok olmadığını biliyor muydunuz?<br /><div style="text-align: left;">4.Monteyn'in twitter.com/monteynaga isimli bir hesapla sosyal medya sikinde atılım yapmak amacıyla birbuçuk iki yıl kadar önce hesap açtığını fakat kullanmayı bilmediği ve onu öğrenmek yerine Porto Riko'nun Amerika'ya katılmasını isteyen politik parti saçmalıklarını okuduğu için hiç tweet atmadığını biliyor muydunuz?<br /></div>5.Yazıda gizlenmiş şifre de ne diyor?<br />6.Yukarıdaki sorum cümlesinde ki yazım hatası nedir?<br />7.Peki yukarıdaki cümledeki hata nedir?<br />8.Yukarıdakinde bir hata var mı?<br />9.Eski Yunan'da kimin okuluna matematik bilmeyenler giremiyordu?<br />10.Monica Belluci'den halâ geçmedi değil mi?monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-87546082486147940102012-01-06T14:16:00.005+01:002012-01-06T14:53:35.278+01:00Hayat Mecmuası Üzerine<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7FuyX7k2aKSPUdZcUbBDc5K3TBITbOIISsxSSn8Uek35KMO5_bVWUo3shKe0J6uinadWuejs8215NLFq-zkMaPNFFiNvRy37DE_xVbq3qhojzRkfDTaWgpZn2W98xH0CVkUhfIBFXdKw/s1600/11215.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 300px; height: 297px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7FuyX7k2aKSPUdZcUbBDc5K3TBITbOIISsxSSn8Uek35KMO5_bVWUo3shKe0J6uinadWuejs8215NLFq-zkMaPNFFiNvRy37DE_xVbq3qhojzRkfDTaWgpZn2W98xH0CVkUhfIBFXdKw/s400/11215.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5694507728605438162" border="0" /></a><br /><span style="font-style: italic;">"Bu yazıyı ilkokul 5'ten beri tavana boşboş bakarken beni hiç yalnız bırakmayıp sürekli oradan oraya kayan, sağ gözümün sol alt kısımlarındaki siyah noktalar kümesine ithaf ediyorum. Siz olmasaydınız tavana bakarken duvardaki kabartıların üzerinden, yollardaki babaların üzerinden kimi atlatacaktım? Teşekkürler siyah nokta kümesi."</span><br /><br />Şevket Rado'nun çıkardığı Hayat Mecmuasının ciltlerine ulaşmıştım bundan yaklaşık 5 yıl kadar önce, boş kaldıkça okuyordum. Muhabbetler genelde İstanbul Cemiyet hayatı, Ajda Pekkan ne yaptı, Sultanahmet'teki hippiler falan, mesela Giulietta Degli Spiriti'yi çekmekte olan Fellini'den bahsediyordu onu çok iyi hatırlıyorum. Demek ki okuduğum sayı 1965 öncesi bir döneme ait. Yani sanıyorum ki ciltler 58-70 arasını kapsıyordu eksik sayılar olduğunu göz önünde bulundursam da. Neyse olaya böyle nostaljik yaklaşmanın anlamı yok, oradan çok net hatırladığım bir haberi anlatıp, niyetimi açıklayacağım yazının devamında.<br /><br />1959'da Louis Armstrong İstanbul'a konser vermeye geliyor, hem de üç gün yani biletler Vergi Daireleri'nden satın alınabiliyor, sonradan Vergi Daireleri biletix'e devrediliyor filan bu konulara girmeyeceğim. Neyse konserlerin ilk iki günü başarılı geçiyor, Louis Armstrong'a soruyorlar İstanbul'u nasıl bulduğunu, o da "Türk insanı çok sıcak. Burada muhteşem bir misafirperverlikle karşılaştım. İstanbul çok egzotik." geyiklerini yapıyor. Ben önceden bir Fransız olarak bile utanırdım bu muhabbetlerin hep aynı olmasına sonradan fark ettim ki mesela ben Prag'a gittiğimde yine gazeteciler sormuştu. "Prag çok güzel, medeniyetlerin buluştuğu yer, bilhassa Çek İnsanı çok canayakın, umarım tekrar Prag'a gelebilirim. Çek Birası ve svickova'ya bayıldım:)))" demiştim o yüzden artık herhangi bir şehir hakkındaki bu tip yorumları kabulleniyorum.<br /><br />Hikâyemize geri dönüyoruz, Louis Armstrong üçüncü konserini İstanbul Hilton'da verecektir, fakat o da nesi, adam konsere başladığı zaman ana yemekler de gelmeye başlamıştır!! Tabiî sonradan görmüş société durur mu, yapıştırmış cevabı, yani cevabı yapıştırmamış da adamın konserine gelmediği net olan görgüsüzlerden oluştuğu için hapur hupur yemeğe gömülmüşler. Louis Armstrong beyninden vurulmuşa dönüyor, kafasına su şişesini yiyen Morrissey gibi müziği kesip odasına çıkıp terlemeye ve beziyle silmeye devam ediyor. Bu sırada Karadenizli bir otel görevlisiyle girdiği ilişki sonucu İsmail Türüt'ün doğduğu rivayet edenler de vardır.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL1UM1gUhYJZI6UXuLTfEa_OPRm0GW8TPNxYFBhsaneGYGXjvf_0owUxjoHqFAcGmB23DhGP-XujwdldRo1r8V1ZI8rFaZqhO9ckUWJQdOP1TRRp15odF68ibtUvDk9vmcwTdnvckX2RE/s1600/ma%25C5%259Fallah.bmp"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 312px; height: 400px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL1UM1gUhYJZI6UXuLTfEa_OPRm0GW8TPNxYFBhsaneGYGXjvf_0owUxjoHqFAcGmB23DhGP-XujwdldRo1r8V1ZI8rFaZqhO9ckUWJQdOP1TRRp15odF68ibtUvDk9vmcwTdnvckX2RE/s400/ma%25C5%259Fallah.bmp" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5694513789212276354" border="0" /></a>Efendim, güç bela ikna edilir Armstrong konsere devam eder falan ama bu sefer işler değişmiş sosyeteyi köpeği yapmıştır, ayaklarının dibinde oturup dinler alkışlar ederler, helal olsun Louis aga falan derler. Bir de buna benzer bir durum geçen sene İstanbul'da Tindersticks Konseri'nde olmuş sanırım, abimiz mırıl mırıl halini arz ederken, millet muhabbete dalmış, neden? Çünkü ayı oldukları için. Lyceé ya da ondan önceki eğitim kurumlarında biraz sessiz bir öğretmen varsa hemen boku çıkarılıp sömürülür ya, onun gibi bir şey. Hayır söyleyin komik bir şey varsa biz de gülelim yani!!!!<br /><br />İşte bu iki durumun bir benzerini yine geçenlerde rahmetli oroyinman Bill Evans'ın Waltz for Debby albümünü dinlerken fark ettim, alkışları fark ediyordum şarkı bitişlerinde fakat parçalar çalınırken de arkada muhabbet döndüğünü kulaklıktan dinlerken fark ettim. Abi hakikatten bir böyle Büyük Ev Ablukada gibi yavşak gruplar bulunuyor hem grup elemanları hem de izleyici kitlesi hemen muhabbete sarıyor, bir de böyle adam gibi takım elbisesini çıkıp işini yapan müzik insanları oluyor mesela Kraftwerk!!! Bu garip neon lambalı elbise dışında Autobahn döneminden beri takım elbiseden ödün vermemeleriyle saygımı kazanmış bir grup. BEA'dan bahsetmek istemiyorum hakikatten dayaklıklar çünkü onu geçiyorum ama bu izleyicinin sinir bozuculuğu nedir arkadaşım. Şampanya içiyorsun diye çotank diye kafamda patlatmalı mısın şampanya bardağını, bir yandan da yanındaki adama flört eder ses tonuyla "mösamdömsd" diyerek. Bunların bir kaç tanesini Arc de Triomphe du Carrousel'de sallandıracaksın bir daha yapıyorlar mı bakalım!!!<br /><br />Neyse size birkaç sene geç kalmış da olsam Erdjan'dan Viski Coca Cola'yı, ve götü kurtlu klavyecisini takdim etmekten onur duyarım:<br /><br /><iframe src="http://www.youtube.com/embed/8gP4Ih58Yzg" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" width="420"></iframe>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7998559722419790733.post-29880442836613629522011-12-31T01:33:00.006+01:002011-12-31T02:22:42.634+01:00Besarabya Üzerine<div style="text-align: center;"><br /></div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2vJE0_qEkVLtfkMQ9kshI_hmLjx7rdQOZkEzUKWPxQpS_wxc-yaYnukuZ-zLoZbUr3tU-SaXQapS_GQUuGlv5ARHHhff47zdTZ2zrFTU3M5I3l3ZqIGvzdyWzjX6n-Gvdg6IAU5wvXPA/s1600/bessarabien_heute.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 373px; height: 336px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2vJE0_qEkVLtfkMQ9kshI_hmLjx7rdQOZkEzUKWPxQpS_wxc-yaYnukuZ-zLoZbUr3tU-SaXQapS_GQUuGlv5ARHHhff47zdTZ2zrFTU3M5I3l3ZqIGvzdyWzjX6n-Gvdg6IAU5wvXPA/s400/bessarabien_heute.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5692085317257814594" /><div style="text-align: center;"><br /></div></a>He canım besarabyan hoyte, sen de haklısın. Değerli okurlar iki hafta önce kadar yatağımda yatmış kafamdan yine buraya aktarmayacağım bir bulok yazmış kendimce eğleniyordum. Eğleniyordum derken, tam işte yazının sonundaki videoda ileri almaya kalkışınca youtube sıçtı doğal olarak, sinir oldum ve aklımdan o an şu düşünceler geçti "Ya hu Besarabya'yı Fatih mi almıştı?" Size yalan atmayacağım ama Besarabya lafını duymayalı yaklaşık 12 sene oluyor diyebilirim. O anda telefonumun şarjı da az olduğu için mobaylbrovzırımı açmıyordu, çıldıracaktım Eflak Boğdan ananı sikeyim, Besarabya neredeydi falan diye çıldırıyorum. Öyle öyle zaten rüyaya dalmışım, rüyamda canlı canlı gömülmüş insanlar gördüm, bu Besarabya meselesi hakikatten de bilinçaltı canımı bile sıkmıştı.<div><br /></div><div>Sabah uyanıp derhal araştırmaya koyuldum, günümüzde işte Moldova'nın bulunduğu yer oluyor. Bu arada bir nevi Moldovalı'ya önyargılı yaklaşımı tespit için kişinin "Moldovya" diyip demediğini daha ilk dinleyişte kontrol ediyorum, eğer "Moldovya" diyorsa kesinlikle aklında oluşan tek şey beyaz kadın ticareti falan oluyordur diye kanaat getiriyorum. Efendim Moldova çok cefakar bir ülke, yani çok da sikimde değil açıkçası cefakar(şapkaları yapamıyorum bir sorundan ötürü özür dilerim) olup olmaması ama bir gün yine fildişi kulemdeki yatağımda yatarken dank diye kalkıp Moldova'nın sınırlarını dikkatle inceledim ve denize tam yaklaştığı andaki toprakların Ukrayna 'ya ait olduğunu fark ettim.<img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixfC3gHbqhhyphenhyphen3Qt60TI-36qkpfMStvTBlml-ixSJ_pQ990j6I16mQSBodmYITxk__XxUS79mf3BKuxt-J0h7Zat9QR6YGJHlmq1boGEs0_Y1_qbQXzhl0SKM_l_m6NL3Ekf5EoTuSHZZs/s400/moldova_pol01.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5692087855086203202" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 337px; height: 400px; " /></div><div>Şimdi google'ın kendi tarayıcısı chrome'u ve yine kendi servisi blogger'ı kullanmama rağmen bu gerizekalılar fotoğrafı büyütmek için bile bana firefox'u açtırmak durumunda bırakıyor ama dokunmayacağım. Tam o kırmızı okun olduğu yerde Moldova denizle birleşemiyor arkadaşım. Ülke sanki yeteri kadar fakir değilmiş gibi bir de lank diye ticaret yolunu kesiyorsun, Ukrayna'nın yaptığı şimdi orospu çocukluğu değildir de nedir sizce? Bence kesif orospu çocukluğu, ancak şimdi biraz detaya girip bu konu hakkında neden aktif davranıp Ukrayna'yı işgal etmediğimi de anlatayım.</div><div><br /></div><div>O dönemde uluslararası bir şirkette entelektüel olarak çalışıyordum. Moldovalı bir arkadaş vardı, yani arkadaş dediğim adamı ayda bir falan görüyorum öyle çok sık bir muhabbetim de yok. Şimdi buraya kadar inanmayabilirsiniz ama hakikatten ben böyle bir adamı tanıyorum adı İgor(ya İgor diyince de hakikatten götümden uydurmuşum gibi oldu ama samimi söylüyorum yani napalım adamlar da paso igor koyuyor isim ben ne yapayım) ve bir gün biz bununla yemek yerken karşılaştık hemen yanıma oturdu, sıcak kanlı olduğu için zerre muhabbetim olmamasına rağmen yanıma oturması durumunda hemen sinirimden Demolition Man'de(Rocky 4'ten sonraki en iyi film doğal olarak) Wesley Snipes'ın laboratuvara girmek için yetkililerden birinin gözünü kalemle çıkarıp dijital okuma zımbırtısına okutma hareketine hazırlandım, fakat o sırada ağzıma attığım bir adet soğuk soğan halkası sayesinde öfkemi başka bir yöne yönelttim. O soğan halkalarını soğuk satan adama da umarım bayatlamış ve soğuk arnavut ciğeri yedirilip iki gün susuz bırakılır ne diyeyim. </div><div><br /></div><div>Neyse biz İgor'a dönelim. Bu yanıma oturdu falan, ben de işte bu harita mevzularına bakmıştım o sıralar. "Ya hu" dedim "İgor Gardaşşşşşş" ben haritadan baktım ama tam anlayamadım Moldova'nın denize kıyısını Ukrayna mı kesiyor ne?</div><div>İgor'un yüzü ekşidi ve "Evet!" dedi, o sırada Beypazar Maden Sodası'ndan bir yudum alıp sessizce geğirdi, ve aynen şu cümleyi sarf etti "İşte bunlar hep kurulmuş oyunlar" ya samimi söylüyorum orada ben sanırım biraz altıma kaçırdım içeri doğru gülmekten ötürü, adamın Siyaset Bilimi ve İktisat dabılmeycırı yapmış olduğunu biliyordum, adam bana emekli olup Ege'ye yerleşmiş hiçbir şeyden memnun olmayan rakıcı amcanın "Sata sata bitiremediler azizim" muhabbetini oracıkta yapmıştı. İşte o an Ukraynalılar'ı düşünüp şöyle hafiften "iyi yapmışsınız lan!" dedim sinirimden. Abi "bunlar hep oyunlar işte" ne demek, ne yaptın sen ya. Ne bileyim orada işte bir arkadaşınızın arkadaşıyla yeni tanışıp da muhabbet müzikten açılınca "Pink Floyd'un üzerine grup tanımıyorum abi" demesi hissine benzer bir his yaşadım. Yani ne bileyim benim küstahlığımdan kaynalanıyor belki. Neyse yarın seneyi bitiren yazımı yazacağım.</div><div><br /></div><div><iframe width="560" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/VmYaMaEm3Ng" frameborder="0" allowfullscreen=""></iframe></div><div><br /></div><div>P.S: "Dertler Benim Olsun"da obua var ya ne zaman dinlesem "oha lan obua var" diyorum. Şimdiye kadar şarkıyı 300 kere dinlemişsem 4'ünde falan "oha obua var" dememişimdir.</div>monteynhttp://www.blogger.com/profile/03187474600345714216noreply@blogger.com2