16 Ocak 2010 Cumartesi

Facebook'ta Devrim!!!

California - AA

Dün, Türkiye saatiyle 21.00 sularında Facebook Anonim Ortaklığı Genel Merkezi'nde yapılan basın toplantısından edinilen bilgilere göre, firma büyük bir değişim kararı aldı. Firmanın sahibi ve buna benzer birkaç ünvanı daha olan insanı Mark Zuckerberg şu açıklamayı yaptı:

"Türkiye'de sitenin adını feys.com yapma kararı aldık arkadaşlar. Öncelikle, bize yardım eden yerel telefon şirketlerine teşekkür ediyorum. "Olm feys'te çete gelsene", "Vayy feys'e yeni foto koymuşsun", "Pelin, feys'te çok güzel çıkmışsın aşkımm <3"> gibi mesajları filtreleyip bize yolladıkları için. Tabii biz bu kadar yüksek bir değer beklemiyorduk ancak üyelerimizin çoğunluğunu oluşturan 16-24 yaş grubunun %76'sının sitenin gerçek adı yerine, feys veya feysbuk dediğini öğrendikten sonra olağanüstü hal toplantısı yapıp sitenin adını değiştirdik. Biz bir Aygaz, bir Selpak ya da Sana gibi kökleşmiş bir kurum olmak istiyoruz Türkiye'de. Ancak bu konuda bizimle aynı fikirde olmayan Apple şu an çok büyük bir sıkıntıda.
Ürünleri iPod, Türkiye'deki tüm dijital müzik çalarları tanımlamak için kullanıldığı için şu an pazar paylarının %37'sini kaybetmiş durumdalar. Dün bana feys'ten konuşmamız için mesaj attıktan sonra, Steve Jobs'ı arayıp konuştum. Ancak Ivy League okullarından birini terk edip teknolojik bir şeyler yapan insan olarak ben bile bu konudaki çaresizliğimi gizleyemedim. Ama inanır mısınız Steve bir an dayanamadı, "Abi nasıl olur, teknolojik tasarım harikası ya, götümüzü yırttık onu yapabilmek için, her akşam düzenli olarak en az 3 saat tasarım kastık. Ya şimdi tabii taklitler asıllarını yaşatır, ama bu benim gibi bir insan için uygun değil. Mesela her foruma yazan insan olsam, imza olarak o lafı kullanırım ama şimdi burada pek uygun olmuyo" diyip gözyaşlarına boğuldu." diyerek sözlerini sonlandırdı.

Kurumun yeni logosunun da lansmanının yapıldığı toplantıda, bazı neşeli anlarda yaşanmadı değil. Mark Zuckerberg "olm gelin bak ne göstericem size" diyip, tüm basın mensuplarını hapis alıp 3 saat boyunca komik video izlettirdikten sonra, bir süre de etnik müzik dinletip saldı.

Tüm basın mensupları, toplu halde Chocolate Rain'i söyleyerek binayı 01.13 sularında terk etti.

Histoire de Melody Nelson Üzerine


Vatandaşım Serge Gainsbourg, 60'ların, 70'lerin French Pop olayının en büyük isimlerinden biri. Bugünlerde, satış listelerine baktığımız zaman Fransa'da çok rezil sonuçlarla karşılaşıyoruz genellikle, en azından D&R bültenlerindeki "Bu haftanın en çok satan 10 yabancı albümü"bültenleri kadar rezil. Türkiye'de de mesela 10 yabancı albümden 8'i "Televole 4", "Summer Hits 97" ayarında şeyler oluyor. Belki toplama albüme abanılmıyor Fransa'da, ama İngiltere listelerine bakınca, "Hey yavrum Ada kültürünüzü yiyim sizin be!!" diyesi geliyor insanın. Bir de tabii, Dünya'daki tekno müzik olayının bir şekilde alttan alttan kontrol edenler bu abilerimiz, bir de Benelux civarlarından çıkan insanlar olduğu için listelere çoklukla elektronik müzik giriyor, ama onları kötülemiyorum, onlar dışındaki insanlardan bahsediyorum.

Tabii, bu French Pop ayaklarını insan sevmezse hiç sevmiyor, karakteristik bir soğukluğu oluyor. Ancak Serge Ağa'mın Histoire de Melody Nelson gibi bir albümü var ki, Pitchfork gibi,"Eğer bir grup Radiohead değilse ve bu grubun albümü 14'ten fazla satıyorsa çok kötüdür. Sadece pitchfork yazarları dinleyebileceği kadar avant-garde olmalı." gibi puanlama kriteri olan bir kurumdan bile 1o nümero puan almışsa bu albüm boru değildir demek ki.

Size albümün süresini söyleyeyim, 27 dakika 57 saniye!! Yani bir kere dinleyip beğenmeseniz bile çok şey kaybetmiş olmayacaksınız. Albümün yazım sürecinde de olan olay da -genellikle olduğu gibi- Serge'in cinsel muhabbetleri. Vay efendim, Rolls Royce'umla giderken 15 yaşında bir kızla tanıştık sonra onunla biraz bir efffeeerimiz oldu, başka durumlar oldu. Arada kendisi konuşuyor, troubadour'luk giriyor işin içine. Güzel albüm yani dinleyin.

Şarkıcının sahnedeki duruşu çok önemli. İzleyiciye hitap ederken ezilip büzülmemesi, yavşaklık yapmaması, ya da biraz da olsa sahteliğe kaçmaması. Mesela Bono denen şuursuz hakkında burada konuşmam bile, onun yerine lise'de ilk tiyatro provasına gidip rolünü yapamayan arkadaşlardan birini koymayı tercih ederim. Fakat izlediğim videolarda sahnede en delikanlı duran, hatta "Adam gibi dinlemezseniz, ağzınızı yüzünüzü sikerim ulan sizin." duruşu olan Serge Gainsbourg, Frank Zappa, bir de Morrissey var. Mikrofonu enstrüman gibi tutuyorlar, yürüyüşleriyle sahneyi tamamen kaplıyorlar.

Yahu albümün kapağına bakınca aklıma hep, kolluklar, can simitleri, şnorkel geliyor nedense onu anlayamadım yalnız.

Bu arada efendim Ferit Edgü şöyle diyor:
"Rimbaud'nun ünlü sözü:
"Je est un autre."

Nasıl çevirmeli?
Rimbaud, "Ben başkasıyım." demiyor,
"Ben bir başkasıdır." diyor.
Burdaki ben, Rimbaud'nun kendisi değil.

Ben, sizin bildiğiniz ben değilim.
Bende bir başkası var.
Ama her başkasında bir ben yok.
Rimbaud'nun sözü, sanırım, en az
sözcükle dile getirilmiş has sanatçının tarifi."

Tabii vay babayın kemiğine diyorum ve hiçbir yorum yapmıyorum. Yazı da çok kuru oldu yalnız şimdi fark ettim. Olsun Ferit Edgü'nün yazdığı güzel en azından. Albümü de dinleyin ya.

P.S: Bu da bir arkadaşımın lafı: "Koskoca Papa olmuşsun, hala Tanrı'ya inanıyorsun. Papa bence Tanrı'ya inanamaz. Papa ulan!! Koca Papa be!" İşte bu yüzden bu ülkeden bir Ferit Edgü daha çıkmıyor. Hep Amerika'nın ve Yahudi Lobisinin oyunları bunlar. Ha unutmadan bir de Masonlar falan filan.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Yataklar Üzerine

"Mülkiyet kavramı yataklar yüzünden kalkamayacak." Malraux belki biraz da Murathan Mungan

Rahatlıkla, "Bu eşya benim." diyebileceğim sadece bir ceketim, bir de kot montum var. Geri kalan hiçbir eşyaya saplantılı derecede bağlı değilim, isteyene verebilirim. Aynı günde çekiliyormuş da, sadece yanımdaki insanlar yer değiştiriyormuş temalı tonlarca fotoğrafım var bu yüzden. Bunun yanında, başlık yatak üzerine olmasına rağmen, onun durumu sahiplenmekten ziyade, şartlanma gibi.

Arkadaş evlerinde yattığım yataklar aklıma, leş gibi içki sigara kokusu karışımı bir kokuyu, kalkınca akşamdan kalma olacağını bilme rahatsızlığını, ve pantolon/tişörtle uyunduğu için kokuşan eşyaları getiriyor. Akraba evlerindeki yataklar ise, erken kalkmayı istememe, çay kokusunu falan getiriyor. Çay kokusu yazınca da nostalji çöplüğüne dönüşme ihtimali var buraların. Bu duruma düşmemek için canla başla çalıştığımdan emin olunmasını isterim. Kendi yatağıma yattığımda da şu aklıma geliyor:

İşte, bu yatakların, ya neyse siktiredin yatakları. Sıkıldım, başka bir ara bahsederim yataklardan.

12 Ocak 2010 Salı

Kitabı Mahvedenler v2.0

İnsanoğlunun mallığı tükenmek bilmiyor. Kütüphaneler ilim irfan dağıtması gereken yerlerken, insanların işe yaramazlığını kanıtlayan beton yığınları haline geliyor. Evet, beton yığınları diyorum, çünkü ünite dergilerini alıp, arka kapağındaki doğada büyüyen çocukla, beton binada büyüyen çocuk arasındaki karşılaştırmaya mal mal bakıp halime üzülüyordum bir zamanlar. Ayrıca beton yığınları dediğimiz olay, sosyal mesaj vermek için kullanılan on numaralı kelime topluluklarından biri.

David Hume'un isminin hemen altında karpuz veya soğuk içecekler, salatalık, ve mastar halinde bulunan "yemek arasında su içmek" gibi yazıları görünce afalladım. Kütüphanelere, tebdil-i kıyafet gezip kitapların sağlığını gözleyen, hata yapan olursa, kişinin kulağına çok sert fiske atan adamlar yerleştirme kararı aldım. Öteki tarafta o sayfalar da sizin üstünüze öyle yazı yazacak ulan!!

Bu tip şeyler yapan insanlara, toplu halde öğrencilere şiir okutmazsa ölecek hastalığına yakalanmış Türkçe Öğretmeni şiiri yolluyorum:

"Beni seviyorsanız eğer, anlıyorsanız
Laboratuarlarda sabahlayın kahvelerde değil
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil!"

9 Ocak 2010 Cumartesi

Bugün Cemal Süreya'nın Ölüm Yıldönümü


Evet dostlar, blog son bir aydır adeta taziye evine döndü, ama boru değil Cemal Süreya'dan bahsediyoruz burada. Ölümüne sebep olan etkenlerden biri de oğlu Memo'nun, Cemal Süreya'yı çok kötü dövmesidir, bunu da belirteyim. Bir yıl sonra da kazara kendini silahla vurarak Memo da ölüyor. Biyografisini internette bulursunuz, tatava yapmaya gerek yok. Şimdi esrik duyguların insanı olduğum için, ezbere bildiğim tek şiirini aşağı yazıyorum. Ayrıca eğer hava yağışlıysa, trençkotumu iliklemeden evden çıkıp rüzgara karşı yürüyüp esrikliğimi pekiştirmeyi de asla ihmal etmem. Her ne kadar bu hareket Humphrey Bogart'a yakışan bir şeymiş gibi dursa da, Humphrey Bogart'ı da hiç sevmediğim için, bu konuda ideal olarak Jeff Bridges'in The Fisher King'dekini halini kabul ederim.

Eşdeğeriyle yanyana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle

Saat beş nalburları pencerlerden
madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey

Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni


7 Ocak 2010 Perşembe

Şile Bezi Gibi İnsanlar ya da "Okuğudumuzu Anladık mı? Cevap Verelim" Üzerine


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güzide üniversitelerinden birinde umut sarıkaya karikatürleri kesilip oraya buraya yapıştırılan, kedi sevilen, kilimden etek giymeyen kızların alınmadığı yemek yapılan bir yer var. O üniversitenin Kuzey Kampüs denilen yerinin oralarda bir yerlerde. İşte orada takılan insanların da çoğunda gördüğüm bir rahatsızlıktan bahsetmek istiyorum biraz.

Geçenlerde kütüphaneden kitap almak gibi bir hataya düştüm. Her sayfasına ayrı not alınmış, resmen edebiyat eleştirisinde devrim yapılmış. En tiksindiğim olaylardan biri kitabın üstüne not almakken, ayrıca paylaşılan bir kitabın bu şekilde mundar edilmesi beni çileden çıkarttı. Aynen şöyle notlar var: "Burası Önemli!!", "Haritayı Açmamıştı!!", "Hani gaz yağı bitmişti?". İşte, bunları gördükçe, kütüphanenin arşivine girip kimin bu kitabı aldığını öğrenip, bunu yazan arkadaşa suikast düzenleme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Sonra bu olayı dümdüz çözen bir arkadaşla karşılaştım ilerleyen sayfalarda. Muhtemelen şu anda orada kilimden etek giyen bir dişi, ya da kemik çerçeveli gözlükleri, uzun sakallı olan bir erkek (Tabii şu an orada değildir, ama oraya salsan çok iyi yetişir!) şu notu almış: "Çoğul birinci kişi ağzı/okuyucuyu da mı katmak istiyorsun?" bunu okuyucunca ellerime titreme geldi. Sürekli yazarı mastürbatif bir şekilde eleştiren, açıp da bir sözlükten; hedik, cima gibi kelimelere bakmaktansa yanlarına soru işareti yerleştirip, okuma şovu yapan bu insanoğlunu gırtlaklamamak için zor tutuyordum kendimi. Sonra o nottan çıkartılmış oku okuyunca biraz gülümsedim. Tahminimce, aynı hisleri paylaştığım bir insan aynen şu notu düşmüş yavşağın notunun yanına: "Kardeş sen manyak mısın/İşkillenme sen kitabını oku/Bak beni de rahatsız ettin."

Bu arkadaşın yaptığı kesinlikle doğru hareketti demiyorum, ancak Kilimli'nin kitabı bir kez daha alıp mahvetme ihtimaline karşı alınmış bir önlem gibiydi. Sonrasında "Ne oldu anlayamadın?" gibisinden notlar da düşülmüş. Kamu mallarının bu şekilde zarar görmesi sinir bozucu belki de, ama gerçekten sürekli Saf Aklın Eleştirisi üzerine zerre fikri olmadan konuşan arkadaştansa, bu kitabı mundar ettiği için isyan eden insanevladını tercih ederim. Yukarıdaki fotoğrafta da hiçbir oynama yok. Kitabın fotokopilerini alıp, hepinizin evine yollamak istiyorum. Yahu insan bi deftere not eder en azından. Geçenlerde de birinin otobiyografisini yazdığı bir kağıt buldum kitapların arasında "Yarı zamanlı bar filozofu. İntiharı düşünen ama, eyleme geçemeyen." gibi şeyler yazıyordu, yalnız arasına not koyulan kitap da Mötley Crue'daki Nikki Sixx'in otobiyografisiydi.

Bu kilimliler, kemik çerçevelilere öyle kinim var ki, sürekli toplu kırımı nasıl gerçekleştirebileceğim üzerine planlar yapıyorum. Ayrıca burada kemik çerçevelilerin bir kısmını tenzih edilmesi normal, ancak kilimden etek giyenlerin hepsi böyle malesef.

P.S: El yazıları arasındaki farka da dikkat çekmek isterim. İsyankar gencin el yazısından, 20 yaşına kadar doğru düzgün imza sahibi olmayıp, kendi adını yazıp üstünü karaladığı gerçeğine bile ulaşabileceğimize inanıyorum. Profesyonel eleştirmenin ise, sürekli el yazısını düzeltmesi için annesi tarafından yapılan baskılar sonucu 7-8 yaşlarındayken geceleri biraz altına kaçırdığını düşünüyorum.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Ucuz CD'lerde şok gelişme!


İstanbul - AA

Princo ve Diamond markalarının 2009 yılı için hazırlattıkları "CD'lerimize neler çekiliyor?" araştırması tamamlandı. Sonuçların geçen senelerde de olduğu gibi pek iç açıcı olmadığını belirten Diamond ve Princo Çoklu Ortam Diskleri Anonim Ortaklığı genel müdürü Orhan Elmasoğlu sözlerine şu şekilde devam etti: " Bakın, CD'lerimize %86'ya varan oranda halk arasında "Porno" olarak tabir edilen mikili filmlerden çekiliyor. Biz bir aile şirketiyiz, CD'lerimiz bir Philips değil diye, 100 tanesi 5 liraya satılıyor diye, hatta bu CD'lerin bulunduğu plastik kaplar da ayrıca tezgahlara düşüyor diye bize bunun yapılması, Hacı Dedem Mehmet Elmasoğlu'nun sol tarafına felç inmesine sebep oldu. Erkek kardeşimin ailesi yıkıldı. Çekilen diğer şeyler film olsun müzik olsun bunlar beni ilgilendirmiyor. Ancak en büyük ödevin bile 26kilobaytlık bir powerpoint sunumu olması beni çok üzüyor. Biz eğitime her zaman destek vermiş bir kuruluşuz. Burs verdiğim çocukların gözünde pornocu damgası yemek istemem. Halkımızda büyük bir yozlaşma gerçekleşmiş demek, nerede o CINE5'e şifre girdiği zaman CamSil sıkıp amuda kalkan nesil!" dedikten sonra, aniden cinnet geçiren Elmasoğlu, yanında getirdiği bütün CD'leri mikrodalgaya atıp, yanarken cep telefonuyla bu görüntüleri kaydetti. Hiçbir CD'nin Princo veya Diamond kadar güzel yanmadığını söyleyen Elmasoğlu, basın demecine şöyle devam etti:

"Son 5 senedir yaptırtıyorum bu araştırmayı, Allah'tan internet biraz daha yaygınlaştı da oranlar biraz daha düştü. Hayır benim sinirlendiğim konu, insanların o masumiyetinin yıllar geçtikçe azalması. Delikanlı gibi Briana Banks&Rocco Farmer's Lucky Day XXX yazamıyorlar, gidip üretirken içine sevgi kattığımız CD'lerimizin üstüne İktisat Ders Notları, Yavuz Bingöl Full MP3, David Lynch Kısa Filmler gibi sahte isimler yazıyorlar. İşte bu ikiyüzlülüğe çok üzülüyorum. Allah da bunu yapanların belasını versin. Kapatıyoruz firmayı, gıda sektörüne girme kararı aldık. Bundan sonra, Karaman'da üretilen Ülfet Pötibör'lerinden daha kalitesiz Pötibör üretmek için canla başla çalışacağız. Anadolu'nun o masum, o beyaz sabun kokan, hüzünlü köylerine yollayacağız. Gün gelir yazarın biri belki Yeni Hayat Karamelalarına yapılan reklam gibi bir şeyi bize de yapar da adımız bir yerlerde geçer. Evet kurduğumuz firmanın adı "Elmo Bisküvicilik"tir. Susam Sokağıyla anlaşıp maskot olarak da Elmo'nun bütün isim haklarını da satın aldık." diyerek konuşmasını sonlandıran Elmasoğlu, sinirinden toplantı boyunca ellerindeki kanama duramayacak hale gelene kadar masa altında sürekli CD kırdığı için kan kaybından hastaneye kaldırıldı. Doktorların yaptığı açıklamaya göre yoğun bakımda bulunan Elmasoğlu'nun durumu ciddiyetini koruyor.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Önemli Olan Bu Ödülü Almak Değil Elinden Yitirmemek Ühü



İlkokulda -ve hatta ortaokulda da olabilir- en temiz sınıfa haftasonları bayrak verilirdi. O bayrak bir hafta boyunca sınıfın köşesinde tozlanır, eğer yine aynı sınıf temiz olmuşsa orada kalırdı vesaire. Eğitim sisteminin ceza/ödül yönetmeliğinin ödülü bu, bir de ortaokuldan mezun olurken birinciye küçük altın. Ayrıca olimpiyat öğrencilerine müdürden bedava köfte, dinciyle cumaya gidene de çıkışta lokum(bunu yaptı ayrıca, fotoğraflarla kanıtlayabilirim.) Bunlar doğal olarak Tebliğler Dergisi'nde yayımlanıyor, hepsinin detayına giriliyor. Mesela o lokum güllü mü olmalı, yoksa vay efendim alınan lokumu yemeyip iki petit beurre arasına koymak caiz midir, gibisinden sorular yanıtsız kalmıyor. Siz tebliğler dergisi gördünüz mü bilmiyorum ama benim gördüklerim, bazı sünnetçilerin hala kullandıkları ve kesinlikle tıbben çok yanlış bulduğum Yara Tozu dediğimiz ilacın sarı rengindeydi. Ancak Devlet Malzeme Ofisi'nde üretilen çirkin metal dolaplarda saklanabilir. Öteki türlü kendi kendine havaya karışıp yok oluyor.

Neyse, efendim Victor Bey şurada , blog'u yaratıcı seçmiş ödül vermiş. İlkokul birdeyken bize temiz olduğumuz için bayrak verilmişti, o haftanın sonunda da bayrağı yitirmiştik. Sınıf başkanı olduğum için bayrağı geri verirken müdürün elinden mikrofonu kapıp "Önemli olan bayrağı almak değil koruyabilmekti!!!" diye bağırıp ağlamaya başladım, takribi 10 dakikalık ev mesafesine ağlayarak gittim. Sonra evde biraz daha ağladım, herhalde neden ağladığımı unuttuğum için zırlamam kesildi bir süre sonra. İşte bu olayda da onu hissettim. Bana böyle şeyler yapınca hemen saçmalamaya başlıyorum, az önce en son ne yazdığıma baktım. Ulan burada da iyice Haçienda'dan girmiş Factory'den çıkıp adeta şerefsizlik yapmışım dedim. Hemen alakasız bir şeyler yazayım da göz boyayayım, hemen kendim değilmiş gibi davranayım da böylece karaktersizliğimi ortaya koymuş olurum diye düşündüm. Sonuncuyu düşünmedim ama yaptığım hareketler hala bunu destekler nitelikte.


Çok teşekkür ediyorum kendisine. Ancak, ödül verebilir miyim bilmiyorum. Zaten böyle sen ona yedi ödül ver, sonra o da 7 ödül versin diye diye Titan Saadet Zincirine dönüşür bu ortam. Titan Saadet Zinciri dendiğinde de o grubun artık lideri midir bilmiyorum, işte o arkadaşın araba şeklindeki pastayı kestiğini hatırlıyorum. Hemen onun da fotoğrafını koyalım

Hastasıyım o kırmızı arabanın ve ceketin. Öyle bir ceket ki, Batman'in ezeli düşmanlarından Two-Face için dikilmiş de sonradan çakmaları piyasaya düşünce tezgahtan satın alınmış gibi.

Neyse, demem odur ki,teşekkürler Viktor, ayrıca verdiğin ödülün yanına çok benzettiğim bir albümün kapağını koydum. Aynı zamanda seviyorum da o albümü galiba, (Tonight) Are You Trying to Fall in Love Again zamanında birçok gencin üzüntüden ölmesine sebep olan bir şarkıyı içermekte..

Bu blog işine Bakanel, Sezyum, ve Dejeneratör'ü okuduktan sonra gaza gelip başladım. Sürekli takip edip beğendiğim Entel-Dantel'in blog'u, bir de Uçan Kamon var. Bunun dışında bir de bigumigu'yu takip ediyorum. Ödül versem bunlara verirdim.

Ha bir de Etrafta vardı da şimdilerde tadilatta galiba.

1 Ocak 2010 Cuma

Nimilletimin ve Cakobe Dış Mihraklardır Üzerine(Şaka lan Değil!)(Yapmam zaten öyle bir şey)

24 Hour Party People'ı duymuştum, ama sürekli unuttuğum için izleyememiştim. Son zamanlarda ekmek yiye yiye ekmek kafalı oldum, ve evet ayakta yemek yediğim zamanlarda da yemek ayaklarıma gidiyor. Ayrıca besmelesiz sofraya oturunca şeytan yemeğin içindeki bütün enerjiyi emiyor, çekirdekleri kabuklu yersem midemde tabak çıkıyor, tabakta yemek bıraktığım zamanlarda da arkamdan sürekli köpek kovalıyor. Factory ve Haçienda'nın, indie müziğin gelişiminde, New Order aracılığıyla da synth-pop'un gelişiminde, brit-pop'un gelişiminde ve birkaç tane daha olayın gelişiminde çok büyük etkileri var. Yalnız Tony'yi oynayan abimizi Coupling'deki bir abi sandım değilmiş zaten. Ayrıca İngilizler'in Nejat İşler'i Paddy Considine da filmde yer alıyor.

Bu yazı böyle devam etmemeli, yoksa normal bir film yorumuna dönecek ondan sonra yüzümde Bülent Kayabaş beni çıkar ve gözlük çerçevelerim aniden tecavüzcü çerçevelerine dönüşür sonunda kendimi devcileyin bir Attila Dorsay'a dönüşmüş olarak bulurum. Ki bunu istemem bu arada! Yani kimse istemez zaten de burada amaç Attila'nın kendisine değil, yazdıklarının tatsızlığına değinmekti. Sıkılıyorum yazılarını okurken, bir insan o kadar çok film izleyip bütün eleştirilerini aynı şablona mı oturtur? Yaratıcı ol be Attila Dayı, tamam bir film izledim hayatım değişti diyemezsin, ama yine de izlediğin filmler sana hiç mi farklı yazma konusunda ilham vermiyor. Ders kitabı gibi yazıyor resmen. Hatta ondan daha fazla kemikleşmiş, çünkü sinema teorileri hakkındaki kitaplarda bile insanları neşeli filmlere yönlendiren linkler oluyor yazıyı çekici kılan şeyler oluyor. Hah işte yakınlarda bahsetmiştim Tahsin Yücel'den, işte Attila Dorsay'ı Tahsin Yücel okusun. Ayrıca sadece doğru zamanda doğru yerde bulunmaktan ileri gelen bir ünü var, yani türk sineması yükselişteyken yapmış bu işi, Türkan Şoray'la dostlukları var vesaire. Başıma bir iş gelmeyecekse "Attila Dorsay'ı Sevmiyorum!".( Ya bunun gerçeğini söyleyen kızı düşündüm, hatta düşüneyazdım ardından anında Fatih Altaylı geldi. Ondan bahsetmeye kalkışırsam içiniz bayılır ayrıca herkesin ardından böyle konuşacaksam Gossip Monteyn eksoekso diye bitirmek durumunda kalırım ki çok iğrenç olur. Zaten Gossip Girl'ü de sevmem, siz de sevmeyin. Ya da sevin, ben izlesem tavşan dişli kumral kız için izlerim. Adını bilmiyorum, bir de internetler sürekli gidip geliyor o yüzden arayamıyorum da. Blake Lively var onun adını biliyorum ama o da kısrak gibi olan sarı abla galiba.)

Filmde abimiz Tanrı'yla konuşurken tam olarak başarısız olduğu tek şeyin "The Smiths'i Factory'ye bağlayamamak" olduğunu yeni öğrendim. Eğer The Smiths'i de bağlasalar şahlanırlardı resmen, tabii belki de tam tersi olurdu. Hiçbir zaman bilemeyeceğiz... (hahayt bu cümle benim değil. Yazdım ama benimle alakası yok, hatta bence insan bu tip cümleler yazmaya başlamışsa hayatında radikal kararlar almasının zamanı gelmiş demektir. Kendi başına üç nokta bile duygu sömürüsünün vecd eylemiş hali.)

Zaten bu yazının tek amacı vardı, o da buralarda bir yerlerde önceden bahsettiğimi tahmin ettiğim New Dawn Fades'in Moby'nin katkılarıyla New Order'la beraber yeniden düzenlenmiş hali. Zaten en sevdiğim 10 şarkı arasına hiç düşünmeden koyduğum bu şarkı aslına sadık kalarak, bir de biraz daha (gelen kelimelere dikkat!!) ilahi seslerle bezenince tonu o kadar koyulaşmış ki, önceden ham petrol olan şarkıyı çakmakla tutuşturmuşlar gibi. Evet dostlar böyle saçma cümleleri yazmadan edemiyorum, hatta oraya buraya üç nokta koymam da gerekir bu kadar aşağılık yorumlardan sonra. Ama yapmıyorum çünkü içimde yine de o cümlenin çok kötü olmadığına ve bazı insanların beğenmiş olabileceğine dair, ufak da olsa bir umut ışığı var. Tarafsız bakınca çok kötü olduğunu ve onu okumak yerine Attila Dorsay'ı okumayı tercih edeceğinizi düşünüyorum.

P.S: İlahi ses dediğim adamların sesi değil bu arada, biraz daha atmosferik yarak metal havası katılmış işte şarkıya o yüzden söyledim.

P.S2: Resmen içimde kaldı ulan. Attila Dorsay olsa kesin filmdeki yabancılaştırma muhabbetinden bahsedecekti on saat işte. Hey yarabbim ya, sevmiyorum ulan adamı sevmiyorum.

P.S3: Ian Curtis'i oynayan arkadaşın yüzüne tükürmek istiyorum. Hem benzemiyor, oyunculuğu da mal. Control'deki Ian Curtis'i oynayan arkadaş eğer Paris'e gelse, otobüs yolculuğuyla Aquitane'dan Paris'e gider, yolda mola verirlerse de bir şişe Bordeaux şarabı paketletirim.(Paketletmek? Pişmaniye muamelesi gören bordo şarabına üzülüyorum.)

P.S4: Fakat!!! New Dawn Fades'in Moby yorumunun ilk kez Heat'in soundtrack'inde bulunması!!! Ama onda gitar solosu var kafam kaldırmıyor. Ayrıca Heat'in soundtrack'inde Einstürzende Neubauten'ın Armenia'sı da kullanılıyor, ehh yeter ulan. Anladık Robert de Niro'yla Al Pacino'yu filminde oynatıyorsun da müzikler niye artistique?

 
Copyright © 2010 MONTEYN