31 Ağustos 2012 Cuma

Yazın Çok Güzel Bir şekilde Devam Etmesi Üzerine



Serdar Ortaç'la açılışı yaptım, çünkü yaz halâ devam ediyor ve havalar da gayet çok sıcak. Yeter ulan bu yaz bitti muhabbetleri!! Tanıyorum bu tip insanları, bunlardan biri de Valide Hanım. Biliyorsunuz burada yazılanların bir kısmı tam olarak doğru olmayabiliyor fakat bu sene Haziran'ın 23'ünde bir gece serin olduğu için "işte yaz da bitti" dediği an stresten aft çıkmıştı ağzımda. Biliyorsunuz şöyle bir teori var, insan yaşadıkça zamanı kavraması hızlanıyor. Yani çocukluğumuzda bitmek bilmeyen günün şimdilerde "bugün de doyduk" kıvamına gelmesi durumu. İşte bu sebeple insan ömrü çok fazla uzatılsa bile, zaman algısı oldukça hızlanmış olduğu için bir süre sonra günlerin nasıl geçtiğini anlayamayacak noktaya gelecek zihni. İşte 60-95 yaş arası insanlarda bunu gözlemliyorum. Hangi mevsim varsa, daha ilk ayı'nın ortasında o mevsimi bitmiş varsayıyorlar, ama karpuzdan ve portakaldan da vazgeçemiyorlar!! Bu ne tutarsızlık!

Eminim ki Kış'ın gelmesini romatizmalardan ve soğuktan şikayet etmek için istiyorlar. Çünkü biliyorsunuz yaz aylarında kalp krizi ve beyin kanaması gibi durumlar haricinde, şikayet edilebilecek mevzular normal yaştakilerle aynı düzeye iniyor yani programcılık bilsem aşağı yukarı şöyle bir şey olurdu (böyle bir program var mı bilmiyorum. yoksa da sikimde değil tek kelime programcılık bilgim yok az sonra görebileceğiniz gibi)

if sıcaklık >38 celsius
print: {çok sıcak evladım}
if nem oranı > %83
then print: {sıcak değil de ağır ağır]
end

Bunu zaten biliyorsunuz herkes söylüyor. Yaşlıların birçoğunun egoist ve hatta ne egoisti, egoistlik çok da sıradışı değil olabilir, narsist olduğunu biliyoruz ilgi manyaklığından ötürü. Neyse, herkesle aynı hastalığa sahip oldukları için önceliklerini yitirmiş oluyorlar. Bu yüzden bir an önce Kış gelsin de hastalıkları siyatikleri, ve ne tip 13 poşet ilaç kullanmaları gereken hastalıkları varsa onlar azsın diye dört gözle bekliyorlar.

Peki, yaşlıları neden böyle diyorum? Çünkü büyük çoğunluğu narsist ve hatta sadist olduğundan ötürü gerçekçi yaklaşıyorum. Burada teyzelik mefhumundan bahsetmek dahi istemiyorum bu çok ayrı, benim dediğim yaşlılığın adeta bir öncelik gibi görülmesi gibi. Eğer herkesin biraz aklı olsaydı Hunter S. Thompson gibi kendine ideal bir yaş biçip ardından da eğer geçerse mutlaka tüfekle kendini vururdu. Biliyorsunuz fazla yaşadığı için intihar etti kendisi, ne kadar süper bir insan olduğunu buradan da anlayabilirsiniz. En iyi arkadaşları arasında Johnny Depp, Benicio Del Toro, Nixon(sic) falan bulunuyordu, hanginizin dedesi ninesinin Johnny Depp'le arkadaşlığı var? Bence yok çünkü.

Bir ay içerisinde 88 yaşındaki babaannem(doğal ölüm) ve 93 yaşındaki dedem(babaannemin ölümüne üzüntüden ötürü 23 gün sonra beyin kanaması) öldü. İkisi de narsist, sadist ve acizlik halinde değillerdi. Dedem gördüğüm en sağlam mizah anlayışına sahip olan insanlardan biriydi, ve asla "sıcak değil hava ağır ağır" muhabbeti yapmazdı, beyin kanaması geçireceğini bile bile ilaç kullanmadı, bu da ne kadar taşaklı bir adam olduğunu gösteriyor ben de yaşlandığım zaman yavşakça poşetlerce ilaç içip insan müsveddesi olacak kadar küçülmeyeceğim. Hayatımda anne ve babamdan sonra en sevdiğim kişiydi bu yazıyı kendisinin de hakkıyla küçük gördüğü ezik yaşlılara adıyorum.(dedem aynı zamanda tanjeviç'ti)



P.S: Swans'ın The Seer albümü mükemmel.




1 Ağustos 2012 Çarşamba

Çocuklarda Para Kavramının Yokluğu Üzerine

Birçok normal insan gibi çocukları hiç sevmem. Halktan biriyim imajı vermek için değil, sadece doğal olanın bu olduğunu belirtmek için "normal insan" dedim. Bana kalırsa anne ve babaları hariç zaten çocukları kimse sevmemeli, çocuklar buna haiz olmamalıdırlar. Neyse bu konuyu tartışmaya değer bile görmüyorum, aklı başında herkes beni onaylayacaktır.

Hayatımın bir döneminde çok burnum sürttü, pazarda limon sattım, dev arabalarda plastik fruko şişeleri topladım falan. Yükseliş dönemime geçerken bir dönem bakkal da işlettim. Bakallık genel olarak ferah bir meslek psikolojik olarak yıpratması haricinde. Uzun dönemli emek sürecinde(6 aydan uzun sürelerde sabah 7 akşam 10 çalışma aralığıdan bahsediyorum) bir süre sonra çikolatalı gofretlerle yakın bir bağ kuruyorsun, sırf bu sebepten "hayır ben tüccar değilim!! eğitimciyim!!" diyerek bakkalı kapatıp maddesel arzularını kavunla gerçekleştiren birçok bakkal olduğunu bizzat biliyorum.

Fakat, bu ortamın ne yazık ki en kötü yanı çocuklar. İnsan bildiğiniz gibi ampirik zekaya sahip, deneyimlerden bir şeyler öğrenebiliyor, eli sobaya değip yanarsa dokunmuyor, meyveli sabunlarının tadı da meyveli sanıp yalamaya kalkışırsa ağzı köpürdüğü için bir süre sonra bunları yapmamaya başlıyor. Ne yazık ki çocuklar insan değiller, çocukluk zamanla geçen bir hastalık gibi. Ne "ne hoştu, biz büyüdük ve kirlendi dünya." ne de "off çocukken toprak yerdik lan" gibi bir durum var, hiç güzel değil. Üstüne üstlük kurtulmak için bedelini çok ağır bir şekilde ödediğiniz ergenlik döneminden geçtiğiniz bir felaket. Ben açıkçası söyleyeyim sizin de çocuğunuz varsa sizin çocuğunuzu da hiç sevmiyorum, otobüste yanyana geldiğimiz zaman siz elinden tutarken çocuğunuza somurtarak bakıyorum ve ayağımla itiyorum. Neyse bakkala dönersek mesela bir tane kız çocuğu vardı kendisini 4 yaşından beri tanıyordum, 8 yaşına kadar hemen hemen günaşırı gelip (sizin para biriminizi kullanayım) 5 kuruşa ne olur diye soruyordu. Evet 5 kuruşa hiçbir şey olmaz, fakat ya Beckett'ten feyz alıp "Hep denedin hep yenildin, yine dene yine yenil." sistemini benimsiyor ya da hakikatten ampirik zeka yoksunu olduğundan ötürü bunu öğrenmesi mümkün olmuyor. Her gün ısrarla bunu sormasına anlam veremiyorum, paradan para kazanbilirken(temel bankacılık yetisi) iki gün sonra 10 kuruşla gelip sakız alırken, neden 4 yıl boyunca hiç şaşmadan bunu sormaya devam etti. Bildiğiniz gibi dostum Camus'ye göre asıl ümitlerimiz varsa buna ulaşamama düşüncesiyle intihara kalkışırız, yani "artık kaybedecek hiçbir şeyim yok:( intihar edeceğim" gibi bir salaklığa girmemiz muhtemelen ilgi çekmeye çalışan bir embesil olduğumuzu ortaya çıkarır falan filan. Neyse, işte bu kız çocuğu ümidinin sürekkli kırılmasına rağmen ısrarla intihar etmeyerek ne yalan söyleyeyim gözlerimi doldurmuştu biraz. Kendisini ilk defa böylece 20 yıl önceki merdaneli çamaşır makinalarında kullanılan çamaşır sopalarıyla vurarak kovmadım 4üncü yılın ortalarına doğru.

Orada burada okursunuz kapitalizm açmazda, yarrağı yedi falan diye. Bugün kapitalizmin en büyük açmazı çocuk işçileri doğrudüzgün çalıştıramaması durumudur. İş gücüne en azından 7 yaşında girerek 7 yıllık bir kayıp ve bağımlılık, kaynakların boşuna harcanması durumu vardır, bunun bir de üniversiteye kadar okuyanları ve Özgür Bolat gibi ömrünü öğrenciliğe vakfedenleri var ki işte asıl bugün bu sistemin yapması gereken en önemli şey çocuklara besi tavuklarını büyüten bir ilaçtan verilerek en azından 20 yaşlarına getirilerek iş gücüne katması, mesai saatlerini tekrar yükseltmesi ve asgari ücreti en azından dörtte üç oranında düşürmesidir. Bernard Shaw'un sanırım normalde çalışma günlerinin 3 güne indirilmesine dair analizlerini de içeren bir makalesi vardır, Bernard'ı severim çünkü kedileri sever falan fakat bu konuda ne yazık ki ona katılamayacağım, her gün çocukla karşılaşmaktan ve insanların çocuk yapma konusunda hevesli olmasından içim sıkıldı.

Unutmayın çocuk yukarıdaki fotoğrafta her zaman asıl sağda olandır.

P.S: Bernard Shaw değil Bertrand Russell'mış ve günlük çalışma saatlerinin 4'e indirilmesinden bahsediyormuş. İkisini sürekli karıştırdığım için şaşırmadım yine hata yapmama. İnsaniyet olarak değil, isim olarak Tıpkı Henry David Thoreau'yu ömrüm boyunca hatırlayamayacak olmam gibi, sivil itaatsizlik dendiğinde birden adamın adı aklımdan siliniyor iyice zihnim boşalıyor ve dövüş klübü falan aklıma gelmeye başlıyor o anda bırakıyorum her şeyi ve kafamı rahatlatmak için bunu açıyorum:

 
Copyright © 2010 MONTEYN