30 Temmuz 2010 Cuma

Pixar Senaryosu Yazmak Üzerine


Geçenlerde, Monsters Inc.'i izlerken yıllardan beri nasıl duygularımın sömürüldüğü, nasıl Çocuk şarkı yarışmalarındaki küçük Tugay'ın Mahsun Kırmızıgül'den "Annem Annem"i söylerken ağlatıldığım("VE ALDATILDIĞIM!" diye yazıp kalbinize indiririm. Ama Serdar Ortaç için şarkı sözü yazmadığım için yok sayabilirsiniz dediğimi.) gibi hüzünlendirildiğimi fark ettim. Bu yüzden Pixar'a hodri meydan diyorum. Duyduğuma göre Incredibles 2'yi çekmek istiyorlarmış, ancak ellerinde uygun senaryo yokmuş! Pixar dost! Can dost! Lütfen al sana senaryo taslağı artık kendi kafana göre ikinci film için bir şeylerle oynarsın, tüylü yaratıklar falan koyarsın, ya da içine şeker, baharat, güzel şeyler ve biraz da x maddesi eklersin lütfen. Ayrıca koskoca tüzel bir kişiliğe doğrudan gerçek kişiymiş gibi saldırdığımın da farkındayım çok özür dilerim.

Evet, Incredibles 2: Büyük Dedenin Geri Dönüşü! koydum filmin ismini

Bunlar ailecek süpersonik karakterler olduğu ve şehri kurtarmalarının yanı sıra tarihleri hakkında doğru düzgün bir bilgi almıyorduk. İşte burada Pixar'ın en hastası olduğu "sert gibi, kırılgan gibi" karakteri devreye sokuyor, ve Vietnam'dan geri dönmediğini öğrendiğimiz Mr. Incredible'ın babasını devreye sokuoyr. Yine Pixar'ın en sevdiği "sevimli gibi, tarihsel gibi" efektlerle Vietnam'a geri dönüyoruz ve onun orada kurtardığı insanları falan filan görüyoruz. Ama dede Incredible'ın başına korkunç bir kaza gelir ve suratına tırmığa basması ve sapının suratına çarpması sonucu hafızasını yitirir.(Burada tırmık çarptığı zamanki surat ifadesinden ötürü salon kahkaya boğuluyor ama aynı zamanda biraz yüreği de burkuluyor.) Sonra bunu Vietnamlılar bulur orada tekrar bir hayata başlar, yeni aile kurar, hatta bu ailenin de üyeleri süper kahramanlardan meydana gelmektedir bir nevi fantastik forlu hikayesi yine. Bu arada Mr.Incredibles'ın da yalnız büyüdüğü döneme kafasında pervane olan şapkasıyla sokaklarda itelenip kakalanmasına azmedip süperkahraman oluşuna tanık oluruz. İşte nasıl tanıştı falan filan.

Sonra dede yaşlandıkça bunamaya ve Amerikan karşıtı hareketler yapmaya başlar, torun torba hepsini alır Amerika'da terör estirmeye başlar. Bu ekibin adını Laff-a-lympics'ten kopyalayıp "Gerçek Kötüler" demeyi uygun buldum. Gerçek kötülerin kazanabildiği bir adet laff-a-lympics bölümü vardı galiba. Yaptıkları hileler yüzünden ellerine yüzlerine bulaştırıyorlardı her şeyi. Yalnız o grupta saçları çok kırılmış olan ablanın seksiyeti yüksekti onu söyleyeyim. Hatta yukarı da onu koyayım. Neyse, işte sonra Incredibles bunlara karşı eyalet eyalet gezip savaşır ve sonunda dedenin hafızası yerine gelir, birlikte düşmanlara karşı savaşırlar. Birbirlerine kız alıp kız verirler falan filan. Akraba olabilirler, ancak yarı akraba sonuç olarak, kitab-ı mukaddes'de görüyoruz çok özür dilerim ama millet tuttuğunu sikiyor. İnsan gelinini evden postalayıp sonra çölde karşılaşınca fahişe olduğunu sanıp hamile bırakır mı arkadaş! Asıl biz Fransa olarak Doğu'nun ahlaksızlığını aldık!

Neyse, bu senaryoda eksikler biraz politik olması, ondan tamamen arındırılır senaryo, üstüne de biraz tek boynuzluğu at bakışları ilave edilir, birkaç tane daha kırılgan karakter (mesela çok iyi yerlerde okumuş ama hafif komik kararlar veren amerikan başkanı. Koşu bandında karar vermeye kalkıştığında dengesini kaybedip düşmesi falan olabilir buraya) eklenir bu iş olur. Ha Pixar'ı seviyorum ama naiflik de bir yere kadar, gidip de Evrenin Askerlerinin devamını çeksin demiyorum da, sürekli yetişkinlerin çocukluğa özlemi, kırılgan duygular falan filan o da bir yere kadar. Neyse öyle yani, ha Toy Story 3'e bayıldım ama ne var, yine naiflik var tek boynuzlu at var, fransız aksanıyla ingilizce konuşan sevimli varlıklar var!

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Pop-up'ların Belalanması Üzerine


"Lanetlere gelesen!"
AzTv, Taxi Driver, Robert de Niro "fuck you" dediği bir an, 2006 falan

Her yerde engel aşma işlemlerini uygulayamıyorum, bu yüzden ktunnel, vtunnel vesaire kullanıyorum. Artık o kadar çok Travian reklamı gördüm ki, sonunda dayanamayıp Travian'a üye oldu. Bilinçaltı mesajlı bir reklam da değil tabii ki. En basit bezdirme yöntemi kullanılıyor. Bu, sokakta ayakkabı boyayan çocuğa "hayır" demenize rağmen ısrarla boyamaya çalışmasıdır. Bazen de arkadan Karayip Korsanları müziği badanabadana diye çalarak giriyor asıl o zaman elim ayağım boşalıyor. O oyunun adı da denizler fatihi mi neyse artık, umrumda değil. Dünya üzerinde sansür uygulanması gereken tek şey online oyunların reklamlarıdır. Her yere sürekli adblocker kuramam ki. Bu adamlar nasıl satın alıyor bu reklam olayını? Lütfen telefon numarası, mail adresi falan varsa söyleyin artık müzikli reklam çıkmasın diye kendim satın alıp arkaya da windows xp'yle duvarkağıdı olarak gelen tepelerin fotoğrafını koyacağım. Bir de öyle bir efsane vardı, orası Bill Gates'in evinin arka bahçesiymiş diye. Hayır öyle bir şey yok gördüm mekanı, bomboş arazinin fotoğrafını çekmişler. Ama Win98'in açılma sesini Brian Eno yapmış tabii o ayrı bir durum.

Neyse Asterix'ten gazı alarak Galyalı olma kararı verdim. Bana kalırsa, Asterix'in de en güzel filmi Asterix ve 12 görevdir, bir tane de Roma'da geçen vardı, bunları zindana atıyorlar, o kadar karanlıktı ki, izlerken içimin kıyıldığı ve küçücük çocukken umutsuzluğu tattığım tek olaydır.(umutsuzluğu tatmak? tehey yavrum tehey! hayır umutsuzluğu da başka şeylerle de tattım. Anasınıfında bir kıza aşıktım, 23 Nisan'da hepimiz Arı kostümlerimizi çekmişiz, Merve'yle beraber yanyana yürüyüp Albay, Kaymakam ve Belediye Başkanı'nın önünde aşkımı resmi makamlara intikal etmiş olacağım. O zamanlar tabii darbenin etkileri yeni yeni azaldığı için Garnizon Komutanı'nın önünden geçmeyi de ihmal etmiyor, aşkımı sağlama alıyorum. Fakat, öğretmen gelip, istersem en önden anaokulunun tabelasını taşıyabileceğimi söyledi. Ben de aşkım yerine kariyeri tercih ettim, Meltem'le beraber yürüdük. Meltem de hiç güzel değildi, halbuki mesela Merve'yle evcilik oynamak için içi elyaf dolu bebeklerle bile oynadım ulan. Hiç de sevmezdim onları, yastık gibi bebek. Neyse, işte yaptığım tercihler sonucu hayatımı karartmaya o an başladım.) Asterix'in çizgiromanları zaten, Le Petit Nicolas'dan sonra Fransızca'ya başlayan bir insana hediye edilebilecek en güzel kitaplardan. Dikkatinizi çekerim oradaki Sezar, Tuncel Kurtiz'in bıyıksız hali düşünülerek çizilmiş. Neyse öyle, bi ara bir şeyler yazarım, Kayıp Zamanın İzinde 2 üzerine çalıştığım için burası aklıma gelmiyor, 8 cilt yazıp Proust'a koymayı planlıyorum.

Empresyonistler Üzerine

Bugün, -birçok önemli şeyde olduğu gibi- temelleri güzel vatanım Fransa'da atılmış empresyonizm, ve onunla bağlantılı olan birkaç eseri paylaşacağım. Başka da bir şey yapmayacağım, bu resimlerin hepsine kolayca ulaşabileceğim bir yer olsun istedim. Üstüne tıklayınca büyüyenler olacaktır mutlaka. Bir de müzik koyayım tam olsun.





Paul Cezanne, The House of the Hanged Man, c.1873, Museé d'Orsay, Paris

Edgar Degas, Miss La La at the Cirque Fernando, c.1879, National Gallery, London

Alfred Sisley, Rue Eugéne Moussoir at Moret: Winter, c.1187, Metropolitan Museum of Art

Pissarro, Boulevard Montmartre

Jean-Baptiste Camille Corot, Souvenir of Mortefontaine, c.1877, National Gallery, London

JMW Turner; Rain, Steam and Speed The Great Western Railroad,c.1844 Tate Gallery, London



Eugéne Cuvelier, "Forest of Fontainbleau in Mist", c.1865, Metropolitan Museum of Art, NY

16 Temmuz 2010 Cuma


"Abi öyle deme, Japonlar da bizi karıştırıyormuş ya." diyenler için yukarıya bu fotoğrafı koymayı gerekli buldum. Eğer çevrenizde biri böyle bir şey derse açıp burayı gösterebilirsiniz. Bu konuda tartışmanın anlamı yok sanırım.

13 Temmuz 2010 Salı

Duş Başlıkları Üzerine


"Eğer cehennem varsa, orada banyo yaparken kafamıza sürekli duş başlığı düşecek."
Arthur Rimbaud

Vatandaşım Rimbo ne de güzel söylemiş. Kontrolü yitirip cisimden tiksinme olayı bir duş başlıklarında, bir de koltuk köşelerine çarpan küçük ayak parmaklarında oluyor. Kafama düşen duş başlığını küvete vururken bulduğum oluyor bazen. Hayır küvette 25 bin ouyro falan, Burj el-Arap'taki gibi altın kaplı kırmızıya boyanmış kısmını açtığım zaman süt akıyor, diğer taraf da ideal banyo suyu ısısında akıyor tam olarak. Evet, aniden bünyedeki tüm ısı reseptörlerini mahvetmeyen bir armatüre sahibim. Asla aniden soğuğa ya da aniden sıcağa dönüşmüyor. Ama bunun formülünü dünya üzerinde sadece iki kişi biliyor ve onlar da aynı uçağa ya da aynı asansöre asla binmiyor mesela. Ayrıca armatür dediğimiz olayın akla armatörlüğü getirdiği aşikar. Yeryüzünde zenginliğin keyfini en çok çıkaran insanlara armatör deniliyor bence. Çünkü kelimenin içeriği öyle görünüyor. "Yatları var katları var" lafı da çok uygun yani, Kelime Oyunu'ndaki arkadaş yerine bu tip adamlarla evlenilebilir.

Neyse, armatör dendiği zaman bu kelimeyi ilk olarak duyduğum Some Like it Hot filmi geliyor. Jack Lemmon, Shell'in sahibi numarası yapıyordu arkadaşı da galiba armatör numarası yapıyordu. Yanlış hatırlıyor da olabilirim bilmiyorum, sonra onun Türk versiyonu çekilmişti galiba ve Horoz Nuri oynuyordu zengini. Horoz Nuri gibi sesi olanların hepsinin sübyancı olduğundan şüpheleniyorum(Mina Urgan hariç)

Armatörlerin zengin olduğunu biliyoruz, ancak şöyle ufak bir kamuoyu araştırması yapıldığı zaman sonuç ne oluyor? Mesela "zengin" kelimesi aklınızda kimi canlandırıyor? Bence Bill Gates olacak bunun cevabı. Zenginlik Bill Gates'dir. Parasının çok çok az bir kısmını çocuklarına bırakıyor, okusunlar, babaları gibi eşek olmasınlar, üniversite terk olmasınlar diye. Çok az kısım derken, Rhode Island'da denize bakan arsa, birkaç apartman dairesi, 100.000 dolar da nakit bırakmıyor, 10milyon dolar civarında bir para bırakır işte. 10milyon da çok değil ama gayrimenkule yatırırlarsa çocukları kazançlı çıkabilirler. Ekonomik danışmanlıklarını yapsam aynen böyle söylerdim, neden çünkü ben de Sorbonne İktisat terkim. Hazırlık'ta bıraktım. Sadece İktisat bölümü Karl Marks yüzünden Almanca'ydı. O sırada lise aşkımla evlendim, paraya ihtiyacım olduğu için denemeler'i yazmaya koyuldum ancak onlar para getirmeyince, üniversiteyi bırakıp bir muhasebecide defterleri düzenlemeye başladım. Ama af çıkacak diyorlar bilemiyorum, af çıkarsa dönerim belki.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Aynadan Fotoğraf Çekmek Üzerine


Bu, Stanley Kubrick'in daha Look dergisinde fotoğrafçılıkla uğraşırken çektiği bir fotoğrafı. O zamanların da en çok fotoğraf yayınlanabilecek mecraları dergiler olsa gerek ki, Kubrick gençliğin şimdi içine düştüğü "kendi fotoğrafını aynadan çekme" akımını başlatmış kişi muhtemelen. Makina da Leica, boru değil. Garibim ya, tam bir ortaokul çocuğu tipi var, sakal bıraktığı iyi olmuş. Bu arada bazı kişiler veya topluluklarda kafam karışıyor Amerikan mı yoksa İngiliz mi diye. Bunlar benim için, Alfred Hitchcock, Stanley Kubrick, Black Sabbath ve Rolling Stones galiba. Aralarında aslında sadece Kubrick Amerikan olmasına rağmen diğerleri tamamen artık YENİ DÜNYA'ya ait gibi geliyor bana. Keza Fleetwood Mac için de bunu diyebilirim galiba. Neyse, açıkçası çok kötü telefon kameralarıyla çekilmeyince bu pozun güzel olabileceğine inanmaya başladım, ve kendi fotoğrafımı çektim.Baba tarafım Japon Turist olduğu için boynuma asılı fotoğraf makinesiyle geziyorum zaten. Neyse, ancak gördüğünüz gibi çok çirkin duran bir şey, adeta at hayvanının(at hayvanı diyerek az sonra gelecek olan indirgenmiş ayıp lafın etkisinin artırmayı planlıyorum. At hayvanı diyen birinin çok büyük ihtimalle Temel Britannica olma ihtimali vardır. Ayrıca şunu da belirtirim ki, burada kişileştirme yapayım derken "Temel" kelimesinin Türkçe'deki karşılığını düşünmemiştim. Onu da fark edince, sıcaklardan ötürü şaka yapma konusunda tamamen 9 yaşındaki çocuk seviyesine düştüğümü fark ettim. Ama şöyle bir şey de var ki şu an dünyanın en iyi 3. şarkısı "Cheri Cheri Lady" çaldığı için hiçbir şeye odaklanamıyorum. Diğer ikisini de blog'da önceden paylaşmıştım zaten. Bir numara her daim Stevie Wonder'dan Part Time Lover ve iki numara da Phil Collins'den Easy Lover'dır.) tenasül uzvundaki kelebek gibi duruyor. Ayrıca, bir insanın kendi fotoğrafını kol uzatmaktan ziyade aynadan çekmesi, mükemmeliyetçi bir narsist olduğunu ortaya koymaz da ne yapar? Peki böyle okura soru sorarak yazı yazanların Allah belasını verir mi? Veriyor ki, yaklaşık birbuçuk yıldır devam eden blog'un toplamda 44 okuyucusu var. Ama Hemingway ne diyor? "1 yıl içerisinde 100 okuyucuya sahip olmaktansa, 100 yıl içerisinde 1 tane okuyucuya sahip olmayı dilerim." Fakat eminim ki bunu ayı gibi kitap sattıktan sonra söylemiştir. Aslında Hemingway mi demişti onu da bilmiyorum, çok seviyorum adamı zaten, eğer intihar etmeseydi yaşlanınca Noel Baba olurdu bence. Bir saniye not defterime bakayım, kim demiş.

Pardon Arthur Koestler söylemiş, ancak her daim popülistlikten hoşlanan kafa doğrudan Hemingway demiş. Aman Koestler de intihar etti zaten. Neyse mükemmeliyetçi, narsist, popülist, indirgenmiş gibi kelimeleri kullandığım bu yazıyı üniversitelerde satılan sol politik görüşü yansıtan dergilerin yazarlarına adıyorum. Biliyorum, faşist kelimesini kullanmadım, ama onu tam olarak nereye yerleştireceğimi karar veremedim.

P.S: şu web 2.0 zırvalığı yüzünden, her fotoğrafta yansıma kullanılıyor. Bir tane, zeminden yansımamış fotoğraf bulmak için saatlerimi harcadım. Kim başlattı bu rezaleti? İlk olarak itunes'da bunu görmüştüm galiba, her türlü rezalet gibi burada da çıban başı Steve Jobs olsa gerek. Şurayı okuyan bir tane tasarımcı, reklamcı kim varsa fark etmez bunu yapan kişiyi uyarır ve eğer sözünü geçiremezse de günahkarın masaüstü duvarkağıdını pembe, yeşil gibi uyumsuz renklerle döşenmiş word art'lı bir resim yaparsa çok sevinirim. Ya da bilgisayarındaki tüm fontları silsin, sadece comic sans'ı bıraksın böylece zaten kişinin işine son verilecektir. Doğrudan böyle bir resim işleme programı var galiba şirketlerde. Hayır photoshop falan değil, programa fotoğrafı yüklüyoruz 3 saniye içinde beyaz tabandan yansımalı hale getiriyor.(ayrıca itunes'un albümleri siyah tabandan yansıttığını biliyorum üstüme gelmeyin lütfen) Bu bir de moda da değil, resmen zorunluluk haline geldi, mesela tumblr'daki temaların da %93'ü falan bu saçmalığı kullanıyor. Tabii ki ben de istemem bütün temaların Lada Samara ya da ne bileyim Volvo gibi sadece işlerlik özelliğine sahip olmasını, ama çok sıkıcı hale geldi bu İngiliz dostlarımın "eye candy" diyebileceği şeyin kullanılmasından. Comic Sans'a karşı olan siteler gibi bu rezalete de bir dur densin.
P.S2: Gogol'un kendini yakarak intihar girişminde bulunduğunu biliyor muydunuz? Ah be Gogolcuğum Thích Quảng Đức musun sen yakasın kendini? Gerçi sonra da hiçbir şey yemeyip içmeyip ölüyor. Bu Thich abimiz de enteresan şu Rage Against the Machine'in ilk albümünün kapağındaki yanan budist din adamı. Fakat şöyle bir şey oluyor; adam tamamen yanıyor fakat kalbi yanmıyor, bu yüzden adamın erdiğine inanılıyor. Erdiği derken, kalbi hala bir manastırda görülüyor ama çaput, gelin teli, falan bağladıklarını sanmıyorum.Bir de Lucio Battisti diye bir İtalyan adam keşfettim. Çok geç keşfettim, ancak bazı şarkıları o kadar çok 1970'lerin mutfak ve banyo tasarımlarını andırıyor ki, zamanı büküyor biraz o yüzden. Şimdi aşağı bir tane pop şarkısını koyuyorum, tahminimce gözlerinizi kaparsanız ispanyol paça pantolon giydiğinizi sanabilirsiniz. Aynı zamanlarda erkeklerde de suratın tamamını kaplayan favori elzem bir şey. Bu konuda sanırım en başarılı insanlardan biri de Edi Pakbayram'dı, öyle bir fotoğrafını gördüğümü hatırlıyorum. Neyse kadınların da çok geniş şapka giydiklerini ve bu ikilinin siyah beyaz fotoğrafa poz verdiğini sanacağını düşünüyorum bu şarkıyı dinlerken. Şu 45liğin de diğer yüzüne geçelim der gibi sıkılan bir ifade verilebilir ya da erkek eldeki rakı bardağını objektife yöneltip gülümseyebilir bilmiyorum, umarım bıyıkları yeteri kadar uzundur. Ayrıca rakı bardağı ve sigaranın aynı elde olmasını istiyorum. Evet bu şarkının sözlerini bilmiyorum ama bence bunu anlatıyor kesinlikle.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Arkadaşın Başka Arkadaşlarıyla Fotoğrafları Üzerine

Evet, biliyorum ekşisözlükte'ki "eski sevgilinin yeni sevgilisinin eski sevgilisiyle sevgili olmak" gibi bir başlık oldu ama önemli değil. Bu blog daha saçmalarını da gördü!

Yabancılaştırma efekti denen şeyi başarmak için yazarlar çıldırdı da, milletin gözüne güneş çaktırtıp arap öldürttü. Fakat bu kadar yorulmalarına gerek yoktu "arkadaşın başka arkadaşlarıyla eğlenirken çektirdiği fotoğrafı gibiydi" demesi yeterliydi. Ya da artık resimli yapsaydı kitabı bilmiyorum o kısmı, oraya herkes kendi arkadaşının fotoğrafını koyacak. Gerçi bu da Seinfeld'deki "a coffee table book about coffee tables" gibi bir şey olurdu.

Mesela yaşadığım yerdeki hava durumu nasılsa, dünyanın geri kalanında da hava durumunun aynı olduğunu düşünüyorum. Biri bana "bizim burada yağmur yağıyor" dediği zaman algılamak çok zor geliyor. İşte aynı şekilde, yakın bir arkadaşımın tanımadığım arkadaşlarıyla eğlenirken görünce gerçek olamaz gibi geliyor. Ama meselenin kıskanmakla alakası yok, ne alakası var ya çok değerli okuyucum benim. Burada yabancılaştırma falan diyoruz gelip Ferhunde Hanımlar gibi dedikodu yapıyorsun kafandan. Çok sevdiğim bir insanın da dediği gibi "Oyun oynamıyoruz burada! Acı çekiyoruz!" veyahut yine geçenlerde sokakta yürürken duyduğum İngilizce laf "these are deep issues" diyorum sana. Tabii ki "bunlar derin mevzuular be babacığım"ı bir Moldovalı'ya doğrudan çeviren şahsın milliyetini burada açık etmeyeceğim.

Neyse, bu olayı herkes yaşıyor mu bilmiyorum ama, yaşarken diğer insanlarının sürekli değişime uğradığını da unutuyorum. Sonra bu geçiş formundaki kanıtları görünce çok fena oluyorum. Halbuki ben kimseyi tanımamışım gibi geliyor bu süreçte. Ama öyle değil, benim de içki içerken kıllı sakallı poz veren arkadaşım var. Zaten bu pozu veren adam yüzünden yabancılaşıyorum başkalarında da gördüğüm zaman. Kirli sakallı içkici arkadaş ve üstüne giydiği kazak gibi bir şey. Uzun süre insanlarla görüşmeyince mutlaka bundan bir adet edinip fotoğraf çektiriyorlar ki ben düşüp bayılayım, meersault olayım da gillette mach 3 turbo'yla saldırayım o yeni arkadaşına.

Lütfen yeni arkadaşlarımızla fotoğraf çekileceksek de, kıllı ve sakallı arkadaş edinmeden yapalım bunu, aramızda hassas insanlar var. Hatta o kadar hassaslar ki terbiyesizlik yapıp Las Meninas'da ressamın kendini de resimde çizmesine gönderme yaparak yukarı koyuyorlar, ama çok ünlü bir Fransız bilgini şöyle demiştir bu tip insanlar hakkında "allah cezanızı verecek!". Yalnız "cezanızı" kısmını, Çiçek Abbas'taki "Şakir" gibi kısa ve keskin olarak söylemek gerekiyor.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Einstein'ın Reklamcılıkta Sömürülmesi Üzerine


"Aman tanrım bu Nurseli İdiz'in Atatürk, olmasından bile beter."
Kadir İnanır'ı Einstein olarak gören Vahşi Güzel Thalia, Güney Amerika, 2010

Einstein'ın Türkiye'ye gelememesini de içeren bir olayı aktarmıştım, Dolap Adam isimli yazıda. Sanırım necip Türk Milleti bu olaydan yaralanmış olacak ki, reklamcılık sektörünün %36'sı Einstein üzerine dayanıyor. Benim bildiğim kadarıyla Fizikçi kendisi, bir dönem görelilik kuramı mı, görecelik kuramı mı diye çok kafayı karıştırmış. Çılgın bilimadı stereotipinin gelişmesine yardım etmiş ve Doktor Emmet Brown'ın hocası olan bir insan. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, eğer Emmet Brown Türkiye'de yaşasaydı zaman makinasının plakası "outatime" olmayacak, muhtemelen 34 DR 72 gibi bir şey olacaktı. Zira doktorlardaki bu doktor olduğunu ortaya çıkarma hırsını anlayabilmiş değilim. Hayır asla gelip de "adamlar 10 sene okuyor" muhabbetini yapmayacağım burada, onu Cem Yılmaz'ın Bir Tat Bir Doku isimli gösterisinden arkadaşlarla izleyebilir, sonra grubun komik olmaya çalışan erkeği tarafından aynı esprinin bir gece içerisinde 43 kere yapılmasına şahit olabilirsiniz. Bir kuşak, Cem Yılmaz vurgusuyla şaka yaparak yetişti zaten.

Neyse, yaşadığım bir olayı aktarayım bu konuda da, olayın nasıl ailesel bir boyuta taşındığı Dr plakası sanat için midir, yoksa toplum için midir o konuda bir şeyler söylemiş olayım. Bir keresinde evli bir doktorun eşiyle beraber çıktığı yolculukta bulunmuş ve tam 20 dakikalık "Baksana, Utku'lar bile DR yazan plaka aldı, sen ne zaman alacaksın Lütfü." muhabbetini dinlemek durumunda kalmıştım. Şahsen bu tip bir plakanın kaza olması durumunda polis tarafından durdurulup da "açılın ben doktorum" demekten başka bir işe yarayacağını da sanmıyorum. Bir de işte görgüsüzlük var, ama o zaten genel olarak doğru düzgün okulda okumuş ama bunu sindirememiş insanlarda oluyor. Mesela Özgür Bolat'ta var, şu an Hurriyet.com.tr'de yazıyor galiba, önce Boğaziçini dereceyle btiriyor, sonra bir yerlere yüksek lisansa gidiyor, bu sırada Harvard'a gidiyor, sonra dönerken bir de Oxford'la Cambridge havası alayım diyor, ve malesef arabasının arkasında her birinin sticker'ı var. Akademik geçmişini arabanın arka camından tespit edebilirsiniz. Yalnız trafik yakalarsa ağır ceza keser, tam bilmiyorum ama camların %30dan fazlasının böyle şeylerle kaplanması yasak olması lazım. Allah'tan okul kalmadı Zurich Polytechnik haricinde, ki bunu demişken böylece tekrar Einstein'a geri dönüyoruz.

Marka güvenirliğini Einstein görünümüyle açıklamaya kalkışmak, bisküvi reklamlarında obur şirini göstermek gibi bir şey olsa gerek. Özellikle de, şimdi piyasada yok ama toz çay yapmıştı Ülker, onun için bile Einstein'ın görünümünü kurban etmişlerdi. Bir de deterjan reklamları var, normalde deli gibi Omo ve Ariel için de çalışmış olabilir tabii ki Einstein ona bir şey demiyorum. Ariel'in Yahudi ismi olduğu ve Einstein'a bir dönem İsrail'in cumhurbaşkanı olması için teklif yollandığını unumtayalım. Bu saçma detayı da geçtikten sonra diyorum ki, eğer uzun beyaz pofuduk saç ve beyaz fırça bıyığın karışımının lisansını alırsak paraya para demeyeceğiz. O yüzden yine okur kitlesini girişimciliğe teşvik ediyorum, halihazırda Bloomberg'de Dragons Den başlamışken onlara da bu önerimizi sunalım.

P.S: Kadir İnanır hiç Einstein olmamış. Bir kere o kravat müdür yardımcısı kravatı olduğu için, ve bıyıkları da hala siyah olduğu için daha çok yataktan yeni kalkmış çilekeş müdür yardımcısı olmuş. Gözlükle toparlamaya çalışmışlar, ama gözlük de torununun galiba, küçük gelmiş kafasına. Kadir Baba, çok takma sonra baş ağrısı yapıyor dar çerçeveler!


 
Copyright © 2010 MONTEYN