24 Kasım 2011 Perşembe

Kelimelerin Kullanımındaki Kaltaklık Üzerine


"...Saul da mı peygamber oldu?..." 1 Samuel 10:11

"Ne sandın yarraaam!" Saul'un Tevrat'a Cevabı (Gençliğin Ata'ya Cevabı gibi düşünün)


Fotoğrafı "kelimeleri kullanarak beynimizi kontrol ediyorlar" gibi, değil gibi amaçla yemin ederim ki kullanmadım, sevdiğim bir albümdür. Biraz öyle durduğu gerçeğini inkâr etmeyeceğim tabiî ki. Geçen gün Erkan-ı Harbiye~Savunma Bakanlığı olayları üzerine biraz düşünüyordum. Birçok ülke Savaş Bakanlığı kullanımını İkinci Dünya Savaşı'nın ardından değiştirerek Savunma Bakanlığı haline çekiyor. Hatta şu an bu şekilde kullanımı olan ülke var mı diye biraz araştırdım ama bulamadım. Çok çok önceden belki iki yıl kadar önce Susan Sontag'ın hastalık isimlerinin kullanımı üzerindeki fikirlerinden bahsetmiştim, mesela Kanserin ;Yengeçle benzerliği falan. Sonra da Türkler'in biz Fransızlar'ın hepsini ahlaksızlık ve fuhuşçuluk, eroinmanlık, ve atayizlikle itham ettiği Frengi'nin nasıl da kalbimizi kırdığını ve aslında aramızdaki diplomatik sorunların bu yüzden kaynaklandığını, bu yüzden Avrupa Birliğine girmemesini istediğinden falan bahsetmiştim. Bunlardan bahsetmemiştim ama Frengi ve Fransızlık olayından bahsettiğimden eminim. Savunma Bakanlığı kullanımı ne kadar da "ben yapmadım kedi yaptı" veyahut da "biz aslında masumuz ne suç varsa az sonra yumruğumuzun tadına bakacak olan lanet olasıca beyaz kıçlıların" içerikli bir kullanım.

Şimdi bunu düşünürken aklıma şu geldi küçükken bazı zamanalar aileyle tartışmaya girilir, haklı olduğunuz ortadadır. Küçük dediğim 10 yaş civarı mesela. Haklı olmanıza rağmen tartışma birden yukarıdan gelen bir elle sonlandırılır ve ebeveynin şartsız gücü bu tartışmaya darbe(coup d'etat olan yalnız, tokat atmalı olan değil)indirip bitirir ya da, tamam tartışmıyorum şeklinde bitirilir. İşte ciddi bir tespit olmasından çekiniyorum ama devlet bence biraz böyle bir şey. Arkadaşım haksızsan haksız olduğunu kabul et, anamızı niye sikiyorsun? Peki ben ne yapıyorum dostlarım? Eklerperver Solipsist Anarko Nihilizm Partisini kuruyorum!

Bilen bilir, eskiden bu bûloğu 2007'de birkaç idealist arkadaşımla birlikte kurduğumuz parti EHKP-C'nin(Ezilen Halkın Kurtuluşu Partisi- Cephesi) propagandasını yapmak için, yani Anarko Nihilizmi yaymak için kullanıyordum. Genç dimağlara kirli düşünceler empoze ediyordum. Eğer merak ederseniz "anarko nihilizm" diye aratıp bu ideoloji hakkında bûloktaki tek yazıdan öğrenebilirsiniz, az önce arama yapıp yazıyı buldum ama okumaya çekindim çünkü oldukça uzundu ve resimleri de güzel değildi, ama belki okursunız diye yine de bilgilendireyim istedim.

Voluntary Human Extinction Movement bu hususta gerçekten ortak paydada buluştuğumuz bir ekip olduğu için onları şimdiden destekliyorum, çünkü dünyanın en çok anasını siken varlık insan olduğu için bugün kendi inisiyatifimle vasektomi yaptırarak bu harekete ortak oldum. EHKP-C'yi fesh ettik çünkü, kurumun kitab-ı kebir'ini kaybettiğimiz için bu duruma düştük.

Ekler biliyorsunuz ki bir halkın vicdanıdır. "Ekler sevmeyen insan da sevmez!" partimizin sloganıdır. Solipsizm ise, hem karizmatik durduğu hem de benim köksüz bakışaçımdan pek de anlamlı bir şey olmadığı için parti programına dahil edildi. Neden anlamlı olmadığını kimseye açıklamak durumunda değilim. Ve iktidara geldiğimiz gün hepimiz diğer ülkelere "Savaş Bakanlığı" vesilesiyle savaş açıp, hepsini öldürüp ardından da intihar edeceğiz. Tek amacımız budur. Bu da parti marşımız alın değerli okurlar

16 Kasım 2011 Çarşamba

Dünyanın En Güzel Müziği Üzerine



Sanıyorum ki, yaptıkları testlerle Kibariye'nin sesini kusursuz bulan Japon Bilimadamı arkadaşlarımla en iyi parçayı 7 yıldır arıyoruz. Gerek metalikacılık olsun, gerek radioheadçilik ve dahi gerek bantdergisiliseliandırgrauntçuluğu gerek wirebizdenbaşkakimsedinlemesinciliği tarzları olsun, bir çok müzik araştırdık. Şahsen benim sıralamamı önceden de okuyanlar bilir; Easy Lover,Part Time Lover,Cheri Cheri Lady en iyi üç şarkıydı, ancak Japon Bilimadamları'nın yaptığı testler fikirlerimin hiç de doğru olmadığını kanıtlarcasına yüzüme çarpıyor. Ya hu Monteyn, bu ne böyle Rüştü Asyalı'nın sunduğu Bilimin Serüveni programının müziği gibi diyenin kafasına Moog Synthesizer düşer umarım çünkü onun da müziği Aphex Twin'indi.

Ambient çoğu durumda karşılaştırma kriterlerimin yetersiz kaldığı bir genre. Mesela Robert Rich diye bir herif var, 160 dakikalık ambient parçaları var ve konserlerinde uyuma seansları düzenliyor(ki yaptığı tabiî ki aşağılamaktan çekinmediğim new age siki olduğu için ambient'ın adını kirletiyor. "Robert Rich'in elleri kurusun, kurudu da") . Aşağıdaki 4 Brian Eno albümünden en çok 1'inciyi ve 4'üncüyü seviyorum fakat neden onları sevdiğime dair yapacağım açıklama verdikleri estetik hissiyat gibi dravdan bir açıklama olacaktır. Fakat dün bu şarkıyı dinlerken çok net bir şekilde "Sanırım biraz kassam hayatın anlamını bulacağım." diye düşünürken uykuya dalmışım. Rüyamda bizzat dönemin başkanı David Lloyd George'la konuşuyorduk aynen şöyle dedi: "Arkadaşlar yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dâhi çağımızda İrlanda Milletine nasip oldu. Aphex Twin'in zekasına karşı elden ne gelir." dedi. Uyandığımda avuçlarımın içne küçük stigmatalar oluşmuştu. Hemen bunu gerçeğe yorup bûlokta paylaşma kararı aldım.

Bu arada yukarı gömdüğüm(kalbime eheh) videodaki fotoğrafa bir açıklama getirilmemiş ancak yine internetin %40'ındaki komikli kedi videosu izlemekten zamanım kaldıkça oraya buraya bakıyorum, bu fotoğraf bildiğim kadarıyla Mars'ta güneşin batışı fotoğrafıdır.

Ben, Aphex Twin mahlasını kullanan Richard David James'i, Isle of Man'li sanıyordum geçen güne kadar. David Lloyd George sağolsun dün gece hatamı düzeltti rüyamda.Isle of Man'de tankla gezdiğini duymuştum o yüzden kafam karışmış. Bu arada Isle of Man ne Büyük Britanya'ya ne de Avrupa Birliği'ne tam anlamıyla dahil. Zaten şu an bence kapatsalar mekanı kimsenin umrunda olmaz. Belki de yeni duyanlar olmuştur adını. Koyunları falan güzel öyle yani bir numarası yok. Bayrağı havalı bir de.

1 Kasım 2011 Salı

Otoriter Köpek Sahiplerinin Sefilliği Üzerine


"Bir dolmuşçunun kötü kalpli biri olup olmadığını anlamak için, ön koltuktaki kapı kolunu söküp sökmediğine bakarım."
Oscar Wilde

Ne kadar da güzel söylemiş değerli dostum değil mi muhterem okuyucular? Ben de, kendisiyle çeşitli fikir teatisinde bulunurken bunu onaylamıştım. Artık elektronik pencerelere geçildiği için pencere kolunu sökmüyorlar. Gerçi şimdilerde de o tuşu söküp üstüne koli bandı yapıştırmaya başlamışlar sanırım, geçenlerde Montmarte Montparnasse hattındaki yeşil dolmuşlarda gördüm. Ancak, yolcunun o kapıdan inmemesi için doğrudan kapıyı açan aparatın hunharca sökülmesi doğal olarak ancak bir dolmuşçu kötü kalpliliğine sahip insana yakışır. Gerçekten de, müşterilerle girdikleri tartışmalarda ergen kız arkadaş tribinden daha beter tripleri atmaktan çekinmemeleri kalbimi çok kırıyor. Misal adama "Beyefendi, bu Bastil'den geçiyor mu?" cümlesini tamamlamadan "psssssssssssssssss(burada tuşa tehditkâr basışla kapının açılması) binmeseydin kardeşim o zaman." diye sizi indiriyor. Hatta bir seferinde dolmuşta telefonla konuşup kapadıktan sonra bir mesaj aldım, bilmediğim numara tabii, ama bunun dolmuşçu olduğunu anlamıştım çünkü telefonla konuşurken numaramı bir firmaya verirken beni dinlemişti. Mesajda aynen şöyle yazıyordu:"Meşgulsün sanırım Monteyn. Neyse, ben yatıyorum sana iyi eğlenceler." O an beynimden vurulmuşa döndüm. Derhal "müsait bir yerde inebilir miyim!" diyip indim ve bana para üstü olarak verdiği 14 tane 10 cent'i 8 tane de 25 cent'i cebimde çıngırdatarak varacağım noktaya yürüyerek gittim. 10 dakika sonra da bir tane boş mesaj attı ama ciddiye almadım bu sefer. Neyse dostlarım dolmuşçuluk müessesi, taksiciler kadar olmasa da ruhumu derinden yaralayan bir durum. Sosyal yönden gelişmiş olmadığım için taksicilerle muhabbete girdiğim an sadece "Abi bu bina yoktu sanki önceden" "Vardı vardı." seviyesinde kalıyorum. Sanki konuşma zorunluluğu var anasını satayım. Annemin çok uzak bir yerden gelen çok uzak bir akrabasına, arkadaşına duyduğum çirkin sorumluluğu ben taksiciye hissetmek zorunda mıyım arkadaşım. Böyle bir gelenek mi var? Mahallede her türlü piçlik yapmasına rağmen sevilen çocuk değil, sessiz sakin olmasına rağmen kendinden 3 yaş büyüklerin bile uyuz olduğu ve oyunlarında oynatmadığı çocuğum ben.

P.S: İnadına Kusturitza diyenleri yumruklama isteğim gibi Slavoj Zizek telaffuzunu birebir yapmayıp da artist artist Jijek diyip en doğrusunu ben söylüyorum kafasındakiler için yukarı video koydum. Bundan sonra aynı bu şekilde duymazsam ve biri "Jijek" derse çevremde, ağzını kanatana kadar yumruklama kararı aldım. Adam dümdüz okunmasından rahatsız olmuyor da, öyle okuyup sen mi düzelteceksin milleti it. al bakalım klaket gibi bir şekilde oku bundan sonra çünkü en doğrusu bu.

 
Copyright © 2010 MONTEYN