31 Ağustos 2009 Pazartesi

Sesler, Türk Filmleri


Eski filmlerin çoğunun konusu aynı olduğunu biliyoruz. Aşık birileri var, onları paylaşamayanlar var, parayı paylaşamayanlar var, zengin kız fakir çocuk(fakir ama mutlaka piyanist), zengin çocuk fakir kız(bu durumda kızın bir vasfı olmaz, namuslu olması ve otobüse binerse forta karşı kendini koruması kafî), yani genel temalar bunlar. Bunlar Türkan Şoraylı, Gülşen Bubikoğlu'lu olan filmler, Halit Refiğ'den falan bahsetmiyoruz burada!

Sürekli aynı filmi izliyormuş hissi uyandırır, üçüncüsünden sonra aynı evi görmekten insanın içi sıkılmaya başlar. Üst katına çıkarken, merdivenlerin yan tarafında martı olan evden bahsediyorum, aynı viski şişeleri, aynı ahşap koltuklar, renklendirilmesi aynı stüdyoda yapılır sonra bu renklendirmenin verdiği sıcak görüntüler, Orhan Pamuk kitaplarından birinde itinayla yaratılmış bir oyun olarak karşımıza çıkar. Bu tip ayrıntılara takıntılı olması beni ilgilendirmiyor, sadece aklıma geldiği için söylüyorum. Yoksa isterse gidip, içine 15 kişi sığan dolmuşlardan bahsedip onların içindeki kokunun nasıl da siyah beyaz koktuğunu ve ekmeğin de siyahla beyazın arasına girip kar kokusuna karışıp şehr-i İstanbul'u dolaştığını ve birden bütün İstanbul'un elli yıl önceye gitmeye başladığını, arabaların modellerinin eskimesine rağmen kendilerinin yeni kaldığından falan bahsedebilir. Sonra bir bakar ki meğerse rüyaymış ve dolmuş yolculuğu bitmiş.

Adamı sevmeme rağmen durduk yere niye böyle laflar söyledim onu bilmiyorum. Kendisinden özür diliyorum. Ha bir de geçenlerde şu dikkatimi çekmişti, edebiyat tayfasında bir evsizlik bir kopuş(şimdi gösteri yaparcasına heimatloskeit diyecek değilim), çok genel oluyor. Dünya edebiyatında söylüyorum, bilerek memleketinden uzak yaşayan insanlar, şiirlerde "to be without a home(hoüüüm), like a complete unknown(annoooüüüün)" lar falan. Sonra adama dönüyoruz, adam kendi semtinden bahsediyor. Bunu ustalıkla yapıyor, bu yuva saplantısı gelenklerden kaynaklanıyor galiba. Aileden kopamama, zihinde de olsa sürekli geri dönme. Ha-ha Aniden NTV GeceGündüz'de hayvani tezler ortaya koyan amcalara dönüşeceğimi bilsem, gelmeden önce güneş altında kağıt yakan kalın camlı gözlük alır, üstüne de gider kafamı Ayhan Işık yaşlandırması yaparak yanlardan beyaza boyardım. Malesef, olayların böyle gelişeceğini kim bekleyebilirdi ki? Ayhan Işık yaşlanması çok enteresan ayrıca, sanırım Ayhan Baba çekimden bir gece önce yastığını kirece bulayıp öyle uyuyor, sabah kalktığında ya saçları kireç tozundan beyazlaşmış oluyor,ya da kirecin 7 saatte 30 yıl yaşlandırma özelliği var. Unutmayalım ki Ayhan Işık çok erken öldü, kirecin etkisi desem kaçınız inanır bilmiyorum.

Jeyan Tözüm'le Hayri Esen'den biraz bahsedecektim, zira bana Türkan Şoray dendiğinde hala aklıma konuşma tonu olarak Jeyan Tözüm geliyor, Ayhan Işık'ın gerçek ses tonunun nasıl olduğunu bile bilmiyorum Hayri Esen yüzünden. Demiştim de filmler birbirine benziyor diye yukarıda, sonra bu ikilinin sesinin de eklenmesiyle "İki Film Birden"ler falan iyice saykedelik gösteriye dönüşüyor. Oyuncular, sesler, mekan derken iki film birden değil, aynı çiftin başka macerasını izlemek gibi oluyor. Kadir ve Türkan'ın 8 yıllık aşırı çalkantılı ilişkisi, her filmde başka bir aile evlatlık alıyor ikisini, bazen zengileşiyor, bazen şehirli oluyorlar sonra kendi konuşmalarını unutup Türkan birden köylü şivesiyle konuşup Anadolu'dan geliyor meğerse aslında o Türkan'ın içinde başka birisi varmış önceki filmde Kadir'e oyun oynamış, bir dahaki filmde Tarık'la arası iyi oluyor, tam bu sırada galiba Kadir çok derbeder halde olduğu için o süreçte hiç dışarı çıkmıyor Tarık'la kavga etmiyor. Sonra Ayhan Işık geliyor bazen, onun galiba fakir bile olsa robdöşambrı hiç çıkmıyor, çünkü ya takım elbiseyle ya da robdöşambrla gezmesini salık vermiş doktor, bir gün giymedi başına güneş geçerek öldü. Yani genel olarak 40ların ve 50lerin Amerikan filmlerinde Humphrey Bogart'ın sürekli löbürdeyen yüzünü görmek gibi bir şey bütün bu olup bitenler.

Sonuç olarak, insanlar aynı filmi izlemeye o kadar alışıyorlar ki, bir süre sonra Frigo yedikleri zaman istemsiz olarak sinemaya yönelme ve o filmi izleme hissi doğuyor. Koku hafızası vardır ya, bir şeyi kokladığınız zaman aniden yaşadığınız bir olay canlanır beyninizde, onun gibi. Aslında sonuç bu olmayacaktı, zaten ortada da sonuç falan yok. Üçbinlira bütçeyle çekilen filmler külliyatımız var 70lerde. Bir kişi çıkıp "Abi ben insanlara öyle bir film yapacağım ki çıktıktan sonra sakat kalacak." dememiş doğru düzgün, bu ne böyle? "70ler Türk Aşk Fimleri kitlelerin Afyonudur ve Türkan'dan başka kurtulacak neyimiz var!" mı diyeyim? Üstüne üstlük 80lerde Tarık Tarcan gibi dikdörtgenler prizmasından bir Saylon'un Türk sinemasına girdiğini göz önünde bulundurursak yine iyi. Değişen dönemle beraber LSD'den Kokain'e geçen Forest Gump'ın Jenny'si gibi Türk aşk filmleri, sonra Allah'tan Jenny gibi onlar da öldü. Gerçi şimdi bu dizilerden sonra keşke devam etseymiş diyorum. Yeryüzünde kaç tane ülkenin ikibuçuk saat uzunluğunda dizileri var? Bir de tarz fark etmiyor, her bölümü mesnevi uzunluğunda. Beşini farklı kanallardan bulana dizi hamsesi hediye, www.hamseizle.com. Dizinin olayı bu değildir: Herkes ağlasın, herkes ardından dayanamayıp o gece sevişsin,yarın sabah babaları ölecek nasıl olsa. Ölmese bile kanser, ya da kardeşi gümrükten çıkarken bagajına gizlice uyuşturucu konmuş(Böyle mi olacaktı?), kardeşlerden biri uzun yoldan dönerken her 4 bölümde bir geçirmesi gereken kazalardan birini geçirip periyodik komalarından birine girmiş, ancak kızkardeş hamile olabilir. Fakat unutmayalım ki babanın 20 yıl önceki kaçamakları yüzünden bir yarı kardeş 3 bölüm önce ortaya çıktı. Lanet olsun be, bir kere o yarı kardeş elemanın annesine yazılmadı, aneler engelledi bunu. Fakir ve gururular ölsün artık, fakir ve orospu çocukları her bölüm ayrı bir ucuz şarabı tanıtsın bölümlerde. Allah! Anneanne'nin 65 yıl önce bir kere elini tuttuğu sevgilisini unuttum hem de en Çetin Tekindor'undan gürüldeye gürüldeye. Ulan Anneanne Çetin Tekindor gelmiş sen hala evde keyif çatıyorsun, ayrı eve çıkın gidin evden be, adam istese Kazanova olacak sen namus diye diye kuruyup kaldın 96 yaşında. İnşallah yaptığın tarhana bozulur da 3 ay anlatacak konu bulursun kendine! Aranızda sosyolojist birileri falan varsa bu dizi uzunluklarının ülkenin gelişmemişliğine bağlayıp bana gönderebilir mi, şu an içim sıkıldı yazmaktan.


P.S: Bu Ayhan Işık fotoğrafının gerçek olup olmadığını bilmiyorum, eğer gerçekse de 70lerdeki fotoğraf stüdyolarında da kesinlikle fotoşop kullanılıyormuş. O zamanlar tabii bir bilgisayar'ın çalışması için bütün şehrin elektriği kesiliyor, ama olsun Ayhan Baba'yı fotoşoplamak için bütün ülkenin elektriği kesilse ne olur ki?

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN