18 Mart 2010 Perşembe

Evren Üzerine

Mark Twain, Jack London ve Charles Dickens'ın kafamda aynı insana tekabül ettiklerini fark ettim az önce. Aniden, Külyutmaz ayarında biri çıkıp "Çıkarın kağıtları kalemleri yazılı yoklama yapıciiim." dese sıçar kalırım. Hangisinin Beyaz Diş'i yazdığını, hangisinin Doctor Who'nun bir bölümünde oynadığını karıştırmışım tamamen. Sadece Mark Twain'i, Tom Sawyer'ın Maceraları ve Huckleberry Finn'in Maceraları'nı yazdığı için aklımda biraz tutabiliyorum. Ayrıca Moby Dick'i de bunlardan biri yazdı diye düşünüyorum bazen ama onun ismi Martin Eden'a benzediği için o hep vardı kafamda zaten. Yoksa Herman Melville'i karıştırmıyorum, kendisi aynı zamanda müzisyen Moby'nin de bir şekilde akrabasıdır. Ya da Moby öyle bir iddiada bulunuyor, belki yalandır ama öyle bir şey okumuştum. Benim de büyük büyük dedem Sabahattin Ali olduğu için sahne adı olarak Kuyucak'ı kullanıyorum.

Saygım sonsuz bu insanlara ama, adamların kitaplarına başlama yaşımda ben yazara bakmıyordum ki zaten, hayatımın tam bu bölümünde Gülten Dayıoğlu'nun Kangurular Ülkesi Avustralya'ya Yolculuk olsun, Güneşe Açılan Pencere olsun bilumum kitabını okuyup yeteri kadar beynime zarar verdim. Tahminlerime göre de hep onun yüzünden bu abileri karıştırıyorum. Halbuki Jules Verne kafası ne iyi! Kurşunla aya gideyim, 80 günde devr-i alem eyleyeyim belki bir yüzyıl sonra Jackie Chan isimli biri filmini çekip canım konumun içine sıçar, aynı şekilde Arzın Merkezine Yolculuk kitabıma da Mumya'da oynayan ekmek suratlı dayı tecavüz eder. Şimdi o dayının adını bimiyorum da, onun kullandığı güneş kreminin büyük ihtimalle Hawaiian Tropic kakao bilmemneli olduğunu da söylemek isterim. Her okulda da Jules Verne'i öven bir eğitim insanı olur, o yüzden övmeyeceğim Jules Verne'i, onun yerine bağıra çağıra La Marseillaise söyleme kararı aldım.



Şimdi ikinci bir konuya geçelim, çünkü yukarıdakiyle çok bağlantılı bir durum. İnsan beyninin zaman algısı biraz acaip, kendi ömrü dışında kalan zamanları da dahil etmeye çalışıyor. Tabii ki, nostalji hissinden ya da "Keşke 60'larda yaşasaydım" muhabbetinden bahsetmiyorum. Zaten 60'larda da yaşamak istemezdim. Mekan belirtmek çok önemli bu konuda, eğer 60'larda Bayburt'ta yaşayacaksam mesela yaşamak istemem, ama eğer Forrest Gump'ın en gaz sahnelerinde de görebileceğim mekanlarda yaşayacaksam tabii ki 60'larda yaşayıp Malcolm X çerçeve gözlükler takmak isterim. Neyse, durum o değil, zaten bu retro olayının ekmeğini 2000lerde yiyeceğini bilen Amerika'nın oyunu o dönemlerdeki gelişmiş ülkelerde bulunan bütün güzellikler. Bu da hayatımın komplo teorisi olsun.



Benim demek istediğim olay, 900milyon yıl sonra dünya üzerinde hiç su kalmaması meselesi aslında. Güneş ısınacak, bir şeyler olacak ve Dünya 900milyon yıl sonra kimsenin yaşayamayacağı kadar sıcak bir yer haline gelecek, ama ben bu duruma ilk defa rast geldiğimde resmen gırtlağım düğümlenmişti. "Nasıl olur Allah'ım, daha çok gencim!" diye içimden geçiriyorum, bir yandan da kurtuluş yollarını arıyordum. "Ehzehse o zamana kadar Mars kolonisi vesaire kurulur, oraya giderim." diye düşünüyorum. İnnovasyondan öyle uzak bir kafa ki, koca Evren'de sadece Mars'ı alabildiğini de dikkatinizi çekmek isterim. Burada size bir öykü anlatmak istiyorum, bütün sevdiğim arkadaşlarıma anlatırım. Adamın biri psikiyatra gitmiş, demiş ki "Doktor çok mutsuzum.", Doktor da hemen şöyle cevaplamış:"Aaa Palyaço Bozzo kasabaya geldi, ona gidersen derdin kalmaz.", adam da demiş ki:" Ama o palyaço benim." İşte hayat çok garip. Bu hikayeyi yazan kişi de NLP, kişisel gelişim boklarını falan başlatan kişidir muhtemelen. Neyse bu saçmalıkla biraz dikkat dağıttıktan sonra konumuza geri dönüyoruz, yani 900milyon yıl aslında hiç de uzak bir gelecek değilmiş gibi geliyor bana. Ya da güneşin tamamen farklı bir duruma dönüşeceği 5 milyar yıl. Hele 5 milyar daha yakın geliyor. Sınavdan 100 yerine 99 gibi dolgun bir not almak gibi bir şey bu.

P.S: Yukarı, There is a Light That Never Goes Out'un şemasını koydum. Aldığım blog'u hatırlamıyorum, o şahıs burayı okuyorsa özür diliyorum. Ayrıca çok yakında "Ölmeden Önce İzlenmemesi Gereken 50 film" listemi burada yayınlamayı planlıyorum. Ama listeyi Godard'la beraber sürekli genişlettiğimiz için 100'e varınca ve bazı filmleri de atınca yayınlama kararı aldım. İşte Ömerçip vesaire var, onu film yerine bile koymuyorum onları atınca, temiz bir listeye varacağız, o zaman yayınlarım. Ve evet Kieslowski'nin üçlemesi var listede. Öyle de öznel bir liste ki anlatamam, Marlon Brando'nun bisepslerine rağmen A Streetcar Named Desire'da var. Ama onun nedenin Vivien Leigh(aka Yıldız Kenter) olduğunu siz de çok iyi biliyorsunuz.

P.S2: İkinci fotoğrafı ortam şenlensin diye koydum, yoksa konumuzun mercimekle bir alakası yok doğal olarak. Bir de mercimek yemeğini sevmeyen insanlar var, onları da ben sevmiyorum. Mercimek sevilmez mi ulan! Yeryüzünün en güzel besini. Aşağıya da çok güzel bir şarkı koyuyorum, kafanıza göre takılın.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN