19 Ekim 2009 Pazartesi


30 Haziran'da Desolation Row'un da gazıyla, Ophelia'dan kısaca bahsetmiştim, hatta altına o dönem blog'u takip eden Elmira'yla Where the Wild Roses Grow üzerine fikir teatisinde bulunmuştuk. Eğer kelime uymazsa, yine de bir metin içerisinde Teati kelimesini kullanmanın onurunu taşıyor olacağım.

Geçen gün, vatandaşım şair Rimbaud'yu okurken onun Ophelia şiirine rastladım, ve ben ki eğer çok etkilenmesiysem şiirden, yani: kopyalayıp birilerine göndermek, dize ezberleyip, orada burada kullanmak gibi kötü emellerime alet etmeyeceksem, asla ikinci kez geri dönemeyen biriyken; bunu yaklaşık 6 kere okudum. Galiba şiir yazabilseydim, ya da onu geçtim, ahenkli herhangi bir metin yazma yeteneğim olsaydı, bunu yazmak isterdim. Hatta şimdi Türkçe'sini buraya kopyalıyorum, eğer bulursam Fransızca'sını da kopyalayacağım. (internet'ten buldum, ama sanırım en tavlayıcı kısımlarını kopyalamaya çalışıp dört kıtaya indirmişler. Onlara sadece orospu çocukları diyip, elimdeki kitaptan geçiriyorum.)

Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara
Dalgalarda Ofelya iri bir zambak,
Yüzüyor duvaklı uzanmış sulara...
- Avcı borularının ezgisinde bak.

Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün,
Uzun sularda kefen gibi akıyor.
Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün
Hüznünü meltem yellerine döküyor.

Açıp sularda salınan tüllerini
Beyaz göğüslerini öpüyor rüzgâr,
Söğütler eğmiş omzuna dallarını
Ağlıyor. Uykulu alnında kamışlar.

Yöresinde üzgün nilüferler bazan,
Dağıtıyor Ofelya kızılacağın uykusunu,
Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan
-Salıyor yıldızların altın şarkısını

Sen ey solgun Ofelya, kar gibi güzel!
Sulara gelin oldun ergen çağlarda!
-Çünkü Norveç doruklarında esen yel
Acı özgürlüğün tadını öğretti sana:

Savuran bir soluk gür perçemlerini
Büyüyordu düşlerinin akışında;
Dinliyordun Doğa'nın ezgilerini
Ağacın, gecelerin yakınışında;

Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin
O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu;
Bir nisan sabahı, yorun atlı senin
Dizlerinde sessizce oturuyordu!

Gök! Aşk! Özgürlük! Bu nasıl düş Deli Kız!
Güneş vuran kar gibi eriyip gittin;
Konuşma, sus! Seviyi bizlere dilsiz
O mavi gözlerinle çoktan öğrettin!

-Ve diyor ki Ozan: Aydın gecelerde
Ofelyam çiçekler devşiriyorsun;
Hep böyle yüz ak gelinliğinle suda
Dalgalar beşiğini sallayıp dursun.

Şiirin tarihi de 15 Mayıs 1870. Yalnızlıkların şairi, İbrahim Sadri ve Ahmet Selçuk İlkan sundu demiyorum. Çünkü içinde kötü herhangi bir edebi sanata rastlayamıyoruz. Ha çeviren arkadaş "Seviyi bizlere dilsiz" diye, içinde "sevi" gibi rezil bir kelimeyi geçirerek çevirmiş cânım şiiri, ama yine de çok fazla baltalayamamış durumu. Ayrıca çok az da olsa Fazıl Hüsnü Dağlarca klasik şiirlerinin uyak düzeninde çevrilmiş gibi ama artık bir şey demiyorum ona.

Bunun yanında, Attila İlhan bu adamı okumadıysa, gecekondumun üstüne çıkar, çocuğumun üstüne benzin döker yakarım. (Bir de Attila diye diye yıllarca kafamızı sikti. Aferin doğuştan çok sıradışı bir isme sahipsin koduğum çocuğu diyesim geliyor bazen. Atilla ulan!) Aynı şekilde Cemal Süreya için de geçerli bu etkilenme meselesi bence, ama bu Cemo'nun kendi kendine oluşturduğu bir tarz da olabilir bilmiyorum, ama yine de herifin Banko şiirinde çok fazla Rimbaud kokusu var.

Ha, ayrıca "Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin/ O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu" dedikçe aklıma, ayaklarını trabzanlardan aşağı sallayan Mathilda'yı getiriyor.
P.S: İnternet üzerinden bir kez daha okudum, şiir burada rezil olmuş gibi geldi. Nereden sardırdım diye sormayın Rimbaud'ya son bir buçuk yıldır, edebi olaylara Dylan aracılığıyla yaklaşıyorum. Adam derya olmuş(ooolmuş), ben de bir sandal(saandal)devrilip batmışım, boğulmuşum ben. Diye de bitirirdim, ama burada çok ciddi bir kitleye hitap ediyorum, İbrahim Tatlıses şarkı sözlerinin deforme edilmesine herkesin karnı tok biliyoruz!

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN