5 Eylül 2009 Cumartesi

Secret Garden'dan Nocturne'ü Haber Müziği Olarak Kullanan Kanalın Allah Belasını Versin Üzerine


"You ain't no lover, but you ain't no answer" diye anladığım U2 Helter Skelter yorumunu, aslında "ain't no dancer" şeklinde bittiğini öğrendim. Çok uzun süredir bu şekilde anlayıp çeşitli felsefi anlamlar yıkmaya çalıştığım sözün sadece Lennon ve McCartney'nin kuruyla yaptıkları kafalardan birinden çıkan sözlerden biri olduğunu fark etmek beni çok üzmedi aslında pek değerli okur. Çünkü sana bundan bahsetmeyeceğim. Ha bir de bugün RedBull Air Racing'i izlerken çok utanç verici bir durumla karşılaştığımı inkar edemem. Uçuşu yorumlayan dayıya çeviri bir yorum vermişler ve aynen şu tip yorumlarla karşılaşılıyor: "O uçmayı seviyor, ama bu kadar hızlısını ilk defa denedi.", "Ama o pilotluk yaparken hata yaptı.", "oooo çok yüksekten dayanamayacağı bir g kuvveti onun."(son cümledeki oooo'da zerre ruh olmadığını düşünün.) Şimdi benim gibi olmayan vardır ama, her zaman uçaklardan birinin bodoslama o binaya girmesini içten istiyor gibiyim. Dövüş Klübünde "Damaktaki yarayla oynamadan duramazsın"a bağlayan varsa aklını alırım onun. Böyle saçma sapan düşünceler hiç hoş değil, bazı okurların kötü alışkanlıkları var biliyorum sulu, kuru.

Ayrıca yine gelmeden önce aklıma gelen bir şeyi paylaşacağım, günlerdir yazmadığım için hemen aklıma gelen şeyleri aktarıyorum teker teker, ama en son bahsedeceğim şey bugün bahsetmek istediğim konu aslında. Neyse Sokullu'nun İnebahtı'nda İspanyollar'a laf geçirmesini hatırlıyorsunuzdur. "Bu mağlubiyetle siz bizim sakalımızı kestiniz ama biz de sizin kolunuzu kestik. (Ben en çok şimdi gelen cümleyi seviyorum.) Kesilen sakalın yerine yenisi uzar, ama kesilen kol tekrar çıkmaz. " gibi Sadrazam Egosundan mütevellit bir laf. Ha bir de "Ben padişahsam sen gel tahta, yok sen padişahsan otur tahta peder bey." laf geçirmesi var, ayrıca Yavuz'un Timur'a söylediği ağır mektup falan filan neyse, Osmanlı Egosu diyip geçiyorum. İşte tam olarak İnebahtı'nda Cervantes miydi acaba Sokullu'ya bu sözleri söyleten. Garibimin gerçekten kolu o sırada kesildiği için Sokullu da ilk gördüğü savaş esirinden yola çıkarak aklına gelen ilk lafı koymuş olabilir. Tabii belki de derinden İspanyol sanatına yönelik bir laf da olabilir, ama Sokullu'nun o taraklarda bezi olduğunu sanmıyorum. Zaten adı Sokullu olan birinin sadece Baklavacı İşletmesi gerektiğine inanıyorum. ("İşletmesi" şeklinde büyük yazmışım. Bunun tek sebebi çok eskiden milyonlarca sınav kılavuzu okuyarak kafayı yemiş olmamdır.)

İkinci bir olay da geçen gün aynaya bakarken aklıma geldi. Bana kalırsa gözlük kullanan insanların saçlarını kazıtmasının yasaklanması gerekiyor.Tahminimce kafasını kazıyan gözlüklü insan en az, Schindler'in Listesi'nde Ben Kingsley'nin oynadığı muhasebeci kadar zavallı görünüyordur. Gerçi Ben Kingsley'nin zaten sürekli merhamet dilenen bir tipi var, Fransa'ya gelse bizzat şatomda besler, istihdam sağlardım. Sadece Lucky Number Slevin'da biraz toparlar gibi oldu, onun dışında her zaman cebinde, kokan kumaş bir mendil taşıdığına eminim. Eğer o kulakları olmasaydı o kadar üzücü olmazdı kendisi, ama kulakları çok üzücü. Büyük, küçük meselesi değil, gerçekten yeryüzündeki en üzücü kulaklara sahip Ben Kingsley.

Şimdi asıl konuya gelelim. Lunapark. Yani ecnebi dillerinin birçoğunda Ay anlamına gelen Luna'dan geliyor. Yalnız Fransızca'da Parc d'attractions bunu unutmayalım. Biraz araştırma yaptım, aslında Rumence'den gelmesini bekliyordum Lunapark'ın kökeninin, oraya aitmiş gibi geliyordu, Rumence'de de Luna ay demek diye belki de, sirkle falan ilgileniyorlarmış hissine kapılmıştım hep. Bir de Nadia Komanachi esnek bir insan olduğu için yine Lunapark'a bağlamıştım. (Ayrıca Romanya'da yaşayanlara Rumen, Çingenelere de Roman denmesini kim icat etmişse umarım ömrü boyunca Ramazan Eğlencesi izlemek zorunda bırakılır.) Neyse geçiyorum, aslında kökeni 1902'de New York'ta kurulan ilk eğlence parkının isminden geliyor. Ancak, Türk girişimciler bu detaya nasıl ulaşmışlar onu bilmiyorum, ama 60larda Lunapark denmeye başlanıyor. Şimdi, New York'ta bulunan Lunapark eğlence parkı muhtemelen beton bir zeminin üstüne kurulmuştur. Ama Türkiye'de Lunapark dendiği zaman benim aklıma toz toprak geliyor. Evet biliyorum bunların ayla daha fazla alakası var, işte bu yüzden New York'la alakası olmadan Ay'da yürüyüşün ilk görüntülerini gören eğlence parkı sahipleri, "Burası bizim mekana ne kadar benziyor." deyip, ismini Lunapark koydular belki de. Tabii, Uzaya gidemeyen insanların kendi çaplarında takıldıkları yeri betimliyor. Etimolojik Sözlükte:"Sarhoş Türklerin kendilerini kusturmak için bindikleri araçlardan oluşan yer, eğlence parkı" olarak geçiyor. Sonuç olarak Amusement Park değil, ya da Atraksyonlar Parkı(üçüncü sınıf korku filmi ismi) gibi de değil. Lunapark'ın ismi o kadar naifçe konmuş ki, insanın her yere, dağların arasından akan nehir ve tepesine de peynirden ay çizme isteği uyandırıyor. Ne Tatilya gibi, uyuz analitik bir isim(Analitik diyorum çünkü sentez var işin içinde. (Peki bunun Analitik olaylarla ne alakası var? diyen okurlara cevap vermeyeceğim. Ama soğuk hissini Analitik daha iyi tanımladığını düşündüğüm için söyledim. Her şeyin arkasında yatan gerçeği söyleyip işin büyüsünü kaçırmaya çalışan insanlar gibi. İllüzyon gösterilerinin her zaman hatalarını yakalamaya çalışan biri gibi mesela, Anorak da deniliyor böyle tiplere İngilizce'de.), ne de Bücürix gibi adeta Flash TV çizgi film kuşağı ismini andıran bir saçmalık. Ay Parkı denseydi mesela? Dile oturmazdı, çünkü İş Bankası gibi çağrışımlar yapardı. Halbuki Lunapark gerçekten gizlice ülkeye çocukların eğlenmesi için sokulmuş bir yer gibi. Gökten düşmüş gibi.

P.S: Coldplay, yeryüzündeki en yeteneksiz dördüncü grup olduğu için çalıp çırpmaya devam ediyor. Dün Kraftwerk'ten Computerliebe'yi dinlerken donup kalmama sebep oldu ezikler, Talk doğrudan bu şarkının kopyası çünkü. Sonra baktım şarkıdaki riff'in yasal haklarını satın almışlar, o şekilde olmuş. Aslında başka grup yapsa bunu belki bir şey demeyeceğim, ama Coldplay yapınca batıyor. Chris Martin'i şöyle evire çevire, merdaneli çamaşır makinalarında kullanılan sopalarla dövmek istiyorum. Öyle bir nefret. Bir numara Mr.Allen, iki Bono sonra da Chris Martin. Ayrıca Türkçe Wikipedia'da Captain Beefheart'ı aramayın. Ben aradım, cevap olarak "Captain Behzat" gibi fantastik bir sonuç çıkıyor. 60'larda basılan Türkçe çizgi roman karakteri kokuları var hafiften. Eski adı geleneklere uymadığı için daha uygun bir şeyler koymayı tercih etmiş yayınevi.

P.S: Yazıyı yayınladıktan sonra inanılmaz bir cümleyle karşılaştım. Yazarken nasıl saçmalamaya elverişli hale geliyorsam. Resmen:"en son bahsedeceğim şey bugün bahsetmek istediğim konu aslında." gibi aydınlanma çağından kopup gelmiş bir cümle yazmışım. Büyük bir utanç, ve aydınlanma çağıyla da alakası olmadığı belli, ama bunun sebebini söyleyebilirim rahatça. Çünkü bugün bunu yazdığım internet kafe'de Murat Kekilli'nin "Kara gözlüm sevdalanmış/ Kime dedim yar sana dedim/Sabaha dek uyummamış/Kime dedim sorma dedi/sorma dedi/sorma dedi yar yar" isimli şarkısı çalıyordu. O şarkıyı dinlerken yazmışım o cümleyi, zaten şu an şarkıyı bilenlerin kafasında muhtemelen başladığı için şarkı ve kafalarından atamayacaklarını bilirler, bunun nasıl bir durum olduğunu anladınız. Ardından Barış Akarsu'dan "Islak Islak" ve İsmail YK'dan bas gaza çaldı, ancak kulaklık yerine marangozlarda bulunan işkence isimli cihazdan satın alındığı için kulaklıklarla bu sesi bastırmaya da kalkışamadım. Bütün müşteriler olarak zombileşmiş, şarkıyı hep bir ağızdan söylüyorduk. Bu sırada internetlerin de gittiğini fark ettiğim için, kafedeki bütün er ve erbaşlarla konuşup ikna ederek Counter çevirmeye karar verdim. 43 elin sonunda kasabaşında yaklaşık 45 dakikda tartışarak geçirdikten sonra, evime gitmek yerine, yurdumun her köşesinden gelen er ve erbaşlarla kışlaya doğru yöneldiğimi fark edince aralarından bizim ekipten birinin -yani bütün "Teröristler"in kontrolünü elinin altında tutan arkadaş- arkasından ıslık çalıp durdurdum. Zira bu saçlarla beni kışlaya almaları mümkün değildi, hemen gidip saçlarımı kestirip ortasını hafif uzun bırakıp øndüla jöleyle diktim. Artık yek vücut olmuş bizler kışlaya yola çıkmışken, yavaş yavaş Murat Kekilli'nin etkisinden çıkmaya başladığımı fark etmemle "Tertip ben kafede bişey unuttum siz gidin ben size yetişirim." demem bir oldu. Belki artık özgür olabilirdim, ama hayatımın bu neşe dolu anlarını hiçbir zaman unutmayacaktım. Üstüme ağır Axe Dark Temptation kokusu çıkmamak üzere sinmişti bir kere. (Fareyi kullanan elimin, avucunun içindeki ağır nikotin kokusunu saymıyorum bile. İnternet kafe faresi esansına mağruz kalmış bir avuç.)

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN