15 Eylül 2009 Salı


Dün Patrick Swayze(şıvayz mı şıvayzi mi hep kararsız kaldım, şıvayzi diyeceğim)den bahsettim, bugün de öldü kendisi. Böylece, din kuruyorum, mezhep kuruyorum laflarımın da tatava olmadığı anlaşılmıştır umarım.

Olaya gelelim. The Beatles, yurdum ve dünya insanları tarafından pek sevilen, pek güzel bir topluluk. Önceden bahsetmişliğim var, Revolver hakkında, A Day in the Life hakkında. Saygımı esirgemedim hiçbir zaman. Asrî zamanların en büyük grubu galiba, The Simpsons'da Ned Flanders'a bile "They were bigger than Jesus." dedirtmişliği var. Adam değiştirip grubu rezil hale sokmuyorlar, misal bu konuda en rezil olan topluluk Black Sabbath galiba, Alan Parson's Project'in bile sık eleman değişimine gittiklerini düşünüyorum. Dün Ayna'dan da bahsetmiştim, Erhan Güleryüz tam 36 kişinin zamanla gruptan gelip geçtiğini söylemişti, öyle bi hal almış ki grup klip çekimi sırasında bile eleman değişebilecek seviyede olabilir. Komik değildi, ama şu an hiç abartabilecek durumda değilim, zira The Beatles ve Radiohead'le ilgili ciddi bir çıkarım yapmayı planlıyorum.

The Beatles asrî zamanların en büyük grubuysa, Radiohead'da asrî sonrası zamanların en büyük grubudur diyorum. Ayrıca modern ve post modern kullanmayarak buradan Oktay Sinanoğlu gibi bir ruh hastasına tıribüyuuutumu iletiyorum.

Hemen olaylara gelelim, The Beatles'ı kimisi kırmızı ve mavi olarak ayırır, 1962-1966 ve 1967-1970 toplama albümlerinin kapakları yüzünden. Bu kırmızı kısmıyla Radiohead'i bağdaştırmaya uğraştım, ancak tek benzerlik olarak Pablo Honey'deki Creep'in salya sümük bir şarkı olması ve 1962-1966 dönemi The Beatles'ının da sadece bu olayı yapmış olmasından başka herhangi bir benzerlik gelmedi. Aslında Radiohead bu kırmızı dönemini çabuk geçip delikanlı gibi olgunlaşıyor. Ardından The Bends'le hemen kendi için Mavi dönemine geçiyor. Ya Mavi dedikçe de Attila İlhan geliyor aklıma, o yüzden ikinci dönem diyeyim. Adamı sevmediğimden değil de, sürekli önümde şapkasını çıkarıyormuş ve o bir hafta giyilmiş şapkadan çıkan kesif büyükbaba kafası kokusu yayılıyormuş gibi hissediyorum. (İnanmayacaksınız ama bunu yazdıktan 20 saniye sonra da Büyükbabam aradı. Bir şeyler oluyor, çok korkuyorum ve hatta ört beni Hatice.) The Bends'de favori şarkım My Iron Lung, bu şarkı herhalde delilik hakkında olabilir demiştim ilk dinlediğimde. Neyse, sonra OK Computer'la beraber sosyal sorumluluklar, dünyanın farkına varma. Pitchfork.com'la ilgili bir şeyler okumuştum, 1997'ye kadar David Bowie'den Low ondan sonra da sadece OK Computer'a yaslanıp onlara tapıyorlar gibiydi, ama şu an nerede okuduğumu hatırlayamıyorum. Neyse bu dönem onların Sgt.Peppers'ıydı diyelim. Sonra da Kid A ve Amnesiac gibi ardarda kaydedilen ve hatta rahatlıkla double albüm olarak yayınlanabilecek kayıtlara imza atıyorlar. Şu noktayı da White Album'ün deneyselliğiyle falan bağdaştırırdım ama o artık çok büyük bir rastlantıyı meşrulaştırmaya çalışmak(ki aslında bazen edebiyat eleştirmenleri bu tip şeyleri iyice abartır oluyorlar) olurdu. Ardından Hail to the Thief geliyor, bunu herhangi bir albümle bağdaştırmazdım ama bu da artık ekonomik bir sıkıntıda bulunmayarak istediklerini ortaya yaydıkları Abbey Road gibi bir şey oluyor. Gerçi The Beatles 65'den sonra zaten kimseyi sallamadı ama benzerlik bulmaya kalkışınca gayet uygun kılıflar geçirilebilir.

Şimdi buraya kadar zaten modern zamanların grubu olmasını gördük, yükselişlerini gördük. Farklara bakalım, Radiohead'in sosyal duyarlılık muhabbeti var, The Beatles'ın sosyal duyarlılık olarak sadece British Invasion'ı yarattıklarını belki söyleyebiliriz o da çok anlamsız zaten. Aranızda The Beatles hastası varsa ve bu konudaki tutumlarını biliyorsa bana aktarabilir. The Beatles Revolver'dan sonra(ben rivolvır diye okurken bir rahatsızlık oluşuyor Ataol Behramoğlu, Haluk Levent yüzünden) turneye çıkmayı bırakıyor, sadece yaratıcılığa yöneliyor. Halbuki Radiohead In Rainbows'u turnede gaza geldikten sonra yazmaya karar veriyor. Şimdi teknolojik olanaklar da çok farklı doğal olarak, sahnede Revolution 9'ı çalmaya kalkışsan hem kimse dinlemez, dinlese bile 69 yılında o ses sample'larını sahnede kullanmak yarar adamı. Zaten o şarkıyı yazarken asla performans şarkısı olarak düşünmedikleri belli, öyle bir şey olması için Kraftwerk gibi laptop başında Age atarak konser vermeleri gerekirdi. Hepimiz biliyoruz ki Kraftwerk elemanları bir öğrenci klasiği olan(Age of Empires 2'ye o firmada çalışan "yaparım" diyen kişinin sesine de saygılarımı sunuyorum. İlk duyduğumda dünya kültürel mirasına inanılmaz katkıda bulunduğumuzu düşünmüştüm.) Age of Empires 2 oynuyor laptoların başında.(a.k.a ey catmak)


-Fritz! Stein yolla homuagoym!


Neyse, olaya devam edelim Radiohead'in aklı daha açık gibi The Beatles'a göre. Neden böyle diyorum, çünkü The Beatles "hadi Londra Orkestrasını tutalım sonra 36 banda kaydedelim bakalım n'olucak" gibi durumlara girerken, Radiohead deneyselliğin evdeki parfümlerin hepsini karıştırıp süper parfümü yapmak olmadığını biliyor. Bu yüzden saçmalamıyorlar, ki az önce de değindiğim gibi Revolution 9'ın avant garde'lığı müzik dünyasına ne kadar yarar getirmiştir bilemiyorum, ama Packt Like Sardines in A Crushd Tin Box'ın bir adım attırabileceğine inanıyorum. Aslen modern zamanda bunu beklerdik değil mi? Yani daha kontrollü bilinç akışı yapmaya çalışıp deneysellikte saçmalamadan yoluna devam etmek, ama sanırım müzik meselesinde zaman geçtikçe gelişim bu yönde oluyor. Yani Einstürzende Neubauten'ın son albümünün endüstriyelliğini de tartışırım burada, ama yapmıyorum çünkü az önce ileri sürdüğüm şeyde çok iddialı değilim. Ayrıca CAN varya, kelime "communism, anarchism, nihilism"miş, adamların ruh hastası olduğu gruplarına verdikleri isimden bile belli oluyor. Zaten grupta sokaktan bulunmuş berduş bi şarkıcı varsa açıkça görüşünü ortaya koymuşsundur. Damo Suzuki'yi resmen sokakta bağırıp şarkı söylemeye çalışırken gruba almışlar.

Ya Radiohead'in müziğindeki planlanmış kontrolsüzlük kokan, soğuk akış, The Beatles'da planlanmamış bir kontrolsüz akış gibi geldi bana. Bu yüzden Radiohead'e post modern demeye kalkıştım, adamların Esperanto kullanması OK Computer'da mesela, ya da Stanley Donwood'un deli çizimleri. Sgt. Peppers'ın kapağı da kolaj falan ama yine bunda hep en büyük grup olmanın şımarıklığından kaynaklanan bir etkiyle oluştuğunu düşündüm. Yani The Beatles elemanlarıyla karşılaşsanız neşeli sohbetlere girme zorunluluğu varmış gibi, ama Radiohead öyle değil işte, elemanlarla oturup içki içip sessizce günlük meselelerden konuşabilecekmişsiniz gibi, senden bir beklentileri yok odaya girip çıkabilirsin; ama The Beatles elemanlarını sohbetinle sürekli diri tutmak zorundaymış gibi yoksa gider onları senden daha çok neşelendiren başka birileriyle takılmaya başlayabilirler. Dışarı çıktığında The Beatles'la beraberken kızlara laf atarsın, sokak esprileri ve el hareketleriyle birbirini neşelendirirsin. Halbuki Radiohead'le beraberken bütün gün konuşmadan sessizce ortalıkta gezer, sonra eve dönersin. Kimsenin bir beklentisi olmaz. Olay buydu aslında.



P.S: Geçen gün Türkçe vikipedayi'den Sinir Sistemi'ne bakmak istedim, "Ayık ol insanlar hasta olduğunda senin gibi denyolara rastlamasınlar..." yazısı çıktı, ardından tarihine göz gezdirdim şu da vardı: "galatasaray şampion burdan artık kopya çekemeyeceksiniz." Hele bu varya!!! Wikipedia bunu Dada'ya örnek olarak göstermeli. Madde bağımlılığı almış başını yürümüş harbiden.
Ayrıca dünün korkudan falan bahseden yazıya da gönderme olarak My Iron Lung'dan alıntı yapalım:
And if you're frightened
You can be frightened
You can be, it's okay

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN