27 Temmuz 2009 Pazartesi

Zahit'in Öyküsü


Zahit, her sabah altı’da uyanır, babasından kalma kemik çerçeveli kalın camlı gözlüklerini takar, ardından dolaptan eline geçirdiği kıyafetleri giyip, çok büyük ihtimalle dün de giydiği siyah çoraplarını ikinci gününe sarktırarak ayaklarına geçirirdi. Daha 3 ay önce Balat’taki ufak pikap koleksiyoncusunun yanındaki ayakkabıcıda altlarını yamattığı köseleleri ayağına geçirir sokağa çıkardı. Mesele, parasının olmaması değildi, mesleği gereği 60 sonrası Türk Edebiyatı kaybedeni gibi giyiniyordu. Hobi olarak, arkadaş çevresinde bir gün şakayla başladığı bu olay, onu gündüzleri çalıştığı iş yerinden kovdurmuştu. Zira kovulmasa bile birinci haftanın sonunda o da işi bırakmaya karar vermişti. Gündüzleri sokaklarda gezerek romanlara yan karakterlik yapıyordu, fakat bu işten pek para kazandığı söylenemezdi. Gerçi birkaç romanda Fikret ve Tahsin isimleriyle kendinin anlatıldığını gördüğünde gurur duymuştu kendinden, ama maalesef roman kahramanlığı para getirmiyordu. Bu yüzden geceleri ayrı bir iş yapmaya karar verdi, geceleri Taksi şoförlüğünü tercih edebilirdi ama ufak bir pürüz vardı. Eğer böyle yaparsa, gündüz yaptığı Edebiyat Kaybedeni mesleğine devam etmiş olacaktı, sadece bu sefer üstüne para alacaktı. Bu yüzden, yarı zamanlı kaybeden işlerini yapmamaya karar verdi, daha büyük bir şeye ihtiyacı vardı.
Geceleri yaptığı işten yüksek miktarda para kazanıyordu, ama buraya varmak için yaptıkları ve buraya vardıktan sonra yaptıklarının üstünde yarattığı büyük vicdan azabı yüzünden, gündüz mesleğini arada sırada ihmal eder olmuştu. Hatta saat 11de uyandığı bir gün, kemik çerçeveyi takmadan sokağa çıkmış, yarım saat sonra da midesi bulandığı için evine geri dönmüştü. Zahit’in gece mesleği içine harç kamyonundan sürekli çimento dökülüyormuş gibi ağırlaşıp kuruyarak acısını arttırıyordu. Bir insan için vitrin mankeni üreticisi olmak kadar acı verici bir şey olmasa gerek.
Zahit meslektaşlarının bu konuda rahat olmasının aksine, çok daha farklı bir yöntem tercih ettiği için bu acıyı çekiyordu. İnsanlara dokunduğu zaman isterse vitrin mankenine dönüştürebiliyordu. Şeytan’la cinlerle perilerle alakası yok, Zahit’in babası Uzak Doğu dinlerine meraklı olduğu için vücudunun belli kısımlarını dondurma gibi yetenekler geliştirmişti. Çocukken Zahit’in yanında, ona bu yeteneğini aktarmıştı. Ancak, Zahit bu konuda tecrübesiz olduğu dönemlerde birçok varlığın canını almıştı. Babası yeteneğinin kendi oğlunda bu kadar yüksek güçte nüksedeceğini bilmediği için, yaptığından pişman olmuştu. Türk toplumunda “el vermek” denilen şeyin normalde sadece dikiş, nakış gibi yeteneklerden oluşması gerekiyordu, hâlbuki babası oğluna el vererek, birçok insanın hayatına kastetmişti. Bu utançla nasıl yaşayabileceğini bilemeyen baba, utancından önce oğlunu sonra da kendini öldürmeyi planlamasına rağmen, onun hayatından çıkmak bir daha da onu ortalıkta görmemek için evden kaçarak kayıplara karıştı.
Geceleri, insan donduran Zahit’in peşinde bütün polis teşkilatı takılmış, her vitrin mankeni üreticisine imalat malzemesi sınırlandırılması getirilmişti ki, artan manken olması durumunda şüpheliye ulaşılabilsin. Zahit, bu gidişle mesleğini çok yakın zamanda bırakmak zorunda kalacaktı. Öyle kötü bir şeydi ki bu hastalık, adeta vampir olmak gibi kaçınılamayan bir şeydi. Önceden dükkanlara aşırı gerçekçi mankenleri fahiş fiyatlara sattığı dönemlerden de önce, küçük hayvanları dondururdu. Yapmaması gibi bir durum yoktu, çünkü, bazı belaların başına gelmesiyle beraber, insandan vitrin mankeni yapmasının aslında onun için bir zorunluluk olduğunu fark etti.
Polislerin onu aramaya başlamasından iki hafta önce, bir sabah çıplak olarak uyanıp kafasını kaşırken salonunda bir kadını görmesi, cinsel deneyimleri tamamen genel evlerden ibaret olan Zahit’i bir hayli şaşırttı. Ya yıllardır beklediği dişi salonunda oturmaktaydı, ya da çok büyük sorunlar vardı. Hemen kıyafetlerini üstüne geçirdikten sonra salona geri döndü.
Ama maalesef Zahit bir öykü kaybedeniydi, bu yüzden salonda o kızla beraber 4 tane daha kişinin oturduğunu gördü. Bunların yüzlerini o sırada gözlüklerini takmadığı için göremeyen Zahit, hemen odaya dönüp gözlüklerini takıp geri döndü. Tabiî bu sırada oturanlar da artmıştı, yere oturup çekyattakilere laf atanlar bile vardı. Zahit artık her şeyi net görmesine rağmen, pek de net görmemiş olduğuna inanmak istedi. Çünkü salonundaki her bir birey, önceden vitrin mankenine dönüştürdüğü insanlardan oluşuyordu. Korkutucu olmaktan öte, rahatsızlık verici bir durum çok kötüdür aslında. Sonuç olarak bilinmezlikten kaynaklanan korkudan, kafasının şişmesi sonucu geceleri uyutmayanların rahatsız edici etkileri daha baskın çıkmıştı. Onları gündelik hayatlarından aldığı için Zahit’e küs olanlar, kendi aralarında sürekli onun hakkında ileri geri laflar ediyorlardı. Gece saat 3’te bu tip şeyler duymak kimsenin isteyeceği bir şey olmasa gerek. Ya her birinin vitrin mankenini bulup teker teker evden uzaklaştıracaktı, ya da başka birini daha vitrin mankenine dönüştürüp palyatif çözümlere yönelecekti. Evin içinde hayvanlar dolaşıyor, sürekli bağırıyorlardı. Bunun yanında insanların kendi aralarında bağırmaları, şarkı söylemeleri dayanılmaz boyutlardaydı. Hayvanların bir çoğu donmuş halde, Fatih’teki depoda saklıyken, insanların her birini yok etmek büyük bir emek gerektirecekti.
İlk olarak Fatih’teki eve giden Zahit, bütün donmuş hayvanları çekiç darbeleriyle kırdı. Ara sokaklardan geçerken -hiç şaşırılmayacağı gibi-bir şarapçıyı vitrin mankenine dönüştürüp orada onu parçalara ayırarak kaçtı. Ama ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış heykelleri bulmak onun için hiç kolay olmayacaktı. Bu yüzden, onunla konuşmayanların yüzüne bağırarak yardım etmelerini istedi, ancak hiçbirinin yüz vermemesi ve konuşmalarına devam etmesi Zahit’in moralini çok bozdu.
Gittiği her yerde onları görmek, onların konuşmalarının kafasının içinde dinlemek eziyeti çekilmez bir hal aldığında, masumlardan(Zahit affedilmez suçunu kabul ettiği için masumlar diyordu her birine) bir tanesi gelip konuştu. 14 yaşlarındaki bu çocuğun insanı rahatsız eden bakışları, ve gerçek hayatta onunla kavgaya girmeyi engelleyen bir ses tonu vardı. Ona teker teker vitrin mankenlerini nerede bulabileceğini anlattı. Bir çoğunu toptancılarda bulup satın aldı, sonra da yakarak yok etti. Sanıldığının aksine, mankene verilen fiziksel zararlar ona etki etmez, ama biri gelip onu beğenmediğini ve başka bir tanesini satın almak istediğini söylerse o masum Zahit’in evinde sürekli ağlardı. Bu ağlamalar, insan ağlamalarından çok daha ağırdır dostlarım. Kabul edilmemenin verdiği acılar, masumların buralarda olmayan acılarını tekrar alevlendirir. Zahit günlerce uyuyamaz, çocuktan yerini öğrendikten sonra o mankeni bulur ve yok ederdi. Öteki türlü uyuması mümkün değildir. Aslında Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı’nda çizdiği o kara ruh sanırım o tip, ama onun kötülüğe hizmet edip insan yediği zamanlar da olmuş. Halbuki Zahit’in ruhları pasif ve sadece onları bu hale düşürene karşı kinleri var. Tek silahları da mızmızlanıp onu hayattan bezdirme.
Zahit’in tek müttefiki var, 14 yaşındaki çocuk. Ondan yerini öğrendiklerini parçalıyor teker teker evindeki üzülmeler, sızlanmalar azalıyor. En sonunda çocuğun kalması Zahit’i biraz üzüyor galiba, çünkü bu 2 yıllık arınma döneminde yardımını aldığı tek kişi çocuk. Ona gitmek isteyip istemediğini onlarca kez sormasına rağmen hiçbir zaman cevap alamadığı için hem üzülüyor, hem de yalnız kalmadığı için bir miktar da seviniyor.
Bir gün gelir, çocuk Zahit’i yatağından saat 6 sularında uyandırır. Ona kendisini asmasını söyler. Zahit merakla çocuğu nasıl asacağını hesaplarken, aslında asılması gereken kişinin kendi olduğunun farkına varır. Onca zamandır konuştuğu çocuk, babasının ona el vermeden önceki haliymiş meğerse, ama çocukluğunu yitiren Zahit hiçbir zaman hatırlayamamış kendinin çocukluğunu. Bu durumda çocukluğunu kurtarmak isteyen Zahit kendini asmış, çocukla beraber yok olmuşlar. Eve gelen polisler evde onlarca parçalanmış ceset bulmuş, sadece bir tanesi kendini astığını görünce şaşırmışlar. Akşam evlerine dönünce bunu ailelerine anlatamayacak olmaları içlerinde o cesedin bir parçasını ömürleri boyunca taşımalarına sebep olmuş. Sonra içki masalarında anlatmak istediklerinde dudaklarının ucunda kalmış, kimisinin de oradan uçup gitmiş. Yaralı olanlar hep Zahit’i hatırlamışlar.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN