4 Haziran 2009 Perşembe

Kasaba Delileri ve Şarapçıları Üzerine


Eğer elimde yeteri kadar para olsaydı;
Türkiye Taşlananlar, Şarapçılar, Mahalle ve Köy Delileri Federasyonu'nu kurardım.
Hatta, lokantalarda bulunan A4 kağıdına basılmış mor renkli ya da minibüslerde bulunan yine mor renkli çerçeveyle daha küçük bir kağıda basılmış fiyat listelerinden ben de kendi federasyonum için basardım.

Taşlamak: 2 lira
Şarkı söyletip vidyoya çekip internette yayınlama: 10 lira
Dalga geçme: 4 lira
Para Verme: Alt sınır 50kuruş
Sinirlenip Dövme: 20 lira

Altına da Türkiye Taşlananlar, Şarapçılar, Mahalle ve Köy Delileri Federasyonu'nun kaşesini basıp, kurumu yasal hale getirirdim. Tabii tüm kurum mensupları artık fiyata bağlı işler yapıyor olacakları için belki de çok kötü olurdu. Vazgeçtim kurmuyorum, para benim değil mi gider adamlarımı alır hepsini en adisinden şarapla ödüllendirir, kedili deli kadınlara da özel kedi ithal eder, taşlananlara da Selena'daki kötü adamın da taktığı plastik koruma aparatları alırdım.

Bu adamlar hakkında muhabbetler, karikatür dergilerinde milyon kez yapılmıştır. Dalga geçildiklerini anlatmak ya da yansıtmak -Uğur Gürsoy'un Faik'i mesela-ama sürekli acaip bir muhabbet çemberine de dahildirler. Bu adamları şehir içinde gördüğümüz zaman, orada olmaları biz şehir sakinleri için farklı bir tamamlanma hissi verir. Bu adamlarla hiçbir şekilde muhabbetimiz olmasa, ya da küçükken biz de o taşlayan gruba dahil olsak bile, bir şekilde adamların bizim için ayrı bir bağlantıları olduğunun farkına varmak kafamda sıcak bir ekmek varmış ve buharı dışarıyı görmemi engelliyormui hissini uyandırıyor.

"Ahohay, işte kasabamızın sembolü Şevket Abi!" demiyorum. Onu, yabancılara, yeni gelenlere anlatmak için bu cümleyi kullanabiliriz, ama aslında kasabanın sembolü olması, ne onun için önemlidir, ne de bizim için. Zaten Laz Müteahhit apartmanlarıyla doldurulan kasabanın bir sembolü olacağını da sanmıyorum. Yani olsa bile, bundan 500 yıl önce yapılmış çok sıradışı bir yapıyı örnek göstermek bizim için daha tercih edilebilir sebeptir.

Şu da var ki, o cami ya da köşk ya da her neyse bilmiyorum şu an, kasabanın bizden önce nesillerinin başarılarını; bizden önce yapılanları gösterir. Ama Şevket Abi oradadır ve herkes onu tanımaktadır, en az o cami ya da o köşkya da yalı kadar. Bu adama geçmişte elli kuruş atmadıysak, o zaman ki bizin değer yargılar engellemiştir. Yoksa o adamın şarap içip yaşamaya devam etmesi bizim için kasabanın yaşamasının sembollerinden biri gibi. Hatta benim kasabamdaki bu adam öldüğü zaman, gerçekten üzülmüştüm. Kapalı toplulukların Türkiye'de dışarı övebilecekleri az yapıları vardır; ama kendi içlerinde , sıradışı olanların övülmeleri o yapıların varlıklarından daha önemlidir.

Herkes şarapçı olsun, herkes delirip evinde 150 tane kedi beslesin demiyorum. Bu adamların ve kadınların az olması onları çekici yapan şey. Şimdi şunu da yapabilirdim: "Şevket Abi her ne kadar sıradışı da olsa bizdendi aslında, bizim kirli tarafımızı temsil ediyordu!"(arkaya da Secret Garden'ın Nocturne'unu basarım aklınız durur.) Hayır efendim öyle cümleler söyleyecek insanın gözümde hiçbir değeri kalmamıştır. Çünkü, bu cümle ancak Tayfun Taliboğlu'na yakışan samimiyetten uzak bir şey. Zaten öyle bir şey yapacak olsam gider Seda Sayan'ın programını arar ondan Şevket Abi için yardım isterdim. Halbuki ben bir miktar üzülsem bile, onun böyle sürünüyor olması, benim için tamamlayıcı bir his yaratıyor.

Mesela, birçoğumuzun bundan önce Türkiye sınırlarında her hangi bir yazlık sitede kaldığını varsayarak söylüyorum. O küçük odadadan yan binayla birleşen boşluğa düşmüş kötü kumaş, eski nevresim takımı, patlak lastik top, bitmiş diş macunu, tel parçası, sıva döküntüsü neyse bizim için, Şevket Abi de odur. Onun orada olduğunu bilmek yeterlidir. Onun kaybolduğunu bilmek benim içime küçükken yaladığım naylon ve cikciklyen oyuncaklardan mideme kaçmış hissini uyandırıyor. Bunun dışında "Türkülerle Türkiyem" ya da "Delileri ve Şarapçılarıyla Türkiyem" hissini uyandırması çok fazla TRT kalitesizliğinde ve Times New Roman yaygınlığında bir ıslanmış kağıda dokunup rahatsız olma hissi uyandırır bende.

Sanki her zaman yedekte bu kadroyu dolduracak deliler mutlaka vardır, sadece kendilerinden yüksek rütbelilerin olduğu yerde su yüzüne çıkmaktan utandılarına inanırım. Yoksa Şevket gidecek yerine Tahsin gelecek, biliyorum. Tahsin'i de bir şekilde arkadaş ortamında öveceksin, ve o da bir gece soğuktan ölecek sonra onun yerine Kadir gelecek, bu döngü böyle devam edecek kendi küçük kasabanın içerisinde.

Sınırların dışında yaşamak Şevket korkusuzluğu getiriyor insana, param olsa bile buna inanmıyor olurdum. Çünkü, bunu benimsemek için çok basit yollara yönelmişler, ne filozoflar ne de çok zekiler buna rahatlıkla ulaşabilirler; sadece deli ve ya şarapçılar toplumu rahatlıkla arkada bırakırlar.( Ha bir de kasabaların filozof şarapçıları olduğunua inanılır ama bu adamlar son 30 senedir ezberledikleri söylemleri değiştirmemişlerdir, bu yüzden sempati beslemek bence yine yanlış bir davranış.) Bunun için belki yıllarca vicdan azabı çekiyolardır, ya da umurlarında değildir. Haklarında derin bir sosyolojik araştırma yapılmaması gerekiyor bence. Özgün adamlara aniden zarar vermeye çalııyormuşum gibi gelirdi eğer onlar hakkında bir araştırma yapmaya kalkışsam. Bu yüzden de derin bir konuya girmektense bu adamların değer ve değersizlik skalasında çok saçma bir yerlerde bulunduğunu söylemek istiyorum.

Aniden silinmesi hiç umrumda değil, ama aniden silinmesinin bana haber verilmesi bir miktar burkuyor beni. Kalitesiz şaraba arzın düşmesi değil ama, bu adamın artık kalitesiz şarap içemiyor olması beni üzüyor.

Her an methiye düzmeye başlayabilirim. Nasıl bu kadar klasik görünüşe sahip oluyolar? O çirkin bere, tam beyazlamamış ama kırlaşmış sakal, çirkin gri, mor, mavi ya da siyah kokan mont. (bu arada 10 metre çapındayken algılamayı kolaylaştıracak özgün koku), 25 yıl kısa samsun içme sonucu boğulmuş ses, ki şarapçı sesi diye bir kavramı şu an bir tiyatro oyuncusuna söylesem çok kolay yapabilir.

Sanki Kültür ve Turizm bakanlığının ücra ilçelere yollağı görevli memurlar gibi her biri. Kendilerine öz bir duruşları var. Bu kemikleşmiş şarapçı,kültür bakanlığı memuru görüntüleri yüzünden, düğmesini koparsan en az altı aydan başlarmış gibi duruyor. Görev sırasında ölüyor bir çoğu, bu yüzden onlara da şehit cenazesi düzenlenirse çok uygun olur galiba.

Neyse demem o ki, bu adamlar hakkında konuşun, oturduğumuz apartmanların şeklini en güzel yansıtan insanlar da bunlar çünkü. Toplumun en güzel insanları.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN