25 Aralık 2009 Cuma

Geceye Uyanmak Üzerine


Ahmet Ümit kitabı gibi oldu özür dilerim. Hemen bunu Uğur Polat telaffuzuyla "Geceye Uyananlar" diye içimden söyleyerek korktum. Sonra Uğur Polat'ın muhabbete gelebilecek bir insan olduğunu düşünüp daha az korktum. Ama son bir yılda yaratabildiğim en şiirsel kelime grubu buydu, o yüzden çok fena oldum.

Aslında şiirsel de değil, gerçekten geceler uzadıkça, eğer gün içinde biraz kestirmeye kalkışırsam karanlığa uyanıyorum -ki bazı okurlar kutup dairesine yakın bir yerde yaşadığımı düşünecek diye korkuyorum-, -hayır yaşamıyorum ama tesis sağlansa İzlanda'da oduncu olurdum-, -hayır olmazdım. Şehirden bezip sakal uzatmış, emeklilik maaşıyla köye taşınıp ilmini yayan, köy enstitüsü mezunu bir idealist değilim-. Bir gece önceye birkaç saat uykudan sonra devam etmek hissini siz de çok iyi bilirsiniz. Bu en kısa günlerin bulunduğu 20 günlük bir dönem var. O dönem tek gece gibi gelince insanın iç dengesi bozuluyor falan filan. Hiç sevmiyorum yani bunu demek istedim.

Şimdi geçelim diğer bir konuya... Geçen gün yine Champs- Elysée'de sadece bohemlere satılan ucuz şarabımı içmiş, sociologique gözlemlerimi yapmaya çıkmış, bir yandan "ah nerede o eski Parissienne'ler!" diye serzenişte bulunurken, çok absurde bir olayla karşılaştım. Bir dilenci, başka bir dilenciden para dileniyordu! Normalde dilencilerden ziyade, küçük çaplı sokak satıcılarına üzülüyorum. Misal kağıt helva satan amcalara o kadar üzülüyorum ki, cebimdeki tüm parayla bütün kağıt helvalarını almak istiyorum, sadece bir iki tane alabiliyorum. Tabii ki bazı okurlar çıkıp, "Ne var namusuyla mesleğini yapıyor adam." diyecektir. Doğru, ama sonra içimden onu okutmayan aileye de sövüyorum, ama adamın kendine hiçbir suçlamada bulunamıyorum. Sonra düşünce döngüm tam burada kitlendiği için, sürekli okusa nerede olur diye düşünmeye başlıyorum. Ya hu okumak da ne biçim bir nine dede sözüymüş. Neyse, duyarlı gibi, ama biraz da Hıncal Uluç yüzsüzlüğünde yaklaşmışım gibi oldu bu konuya. Ayrıca hemen Cemil Meriç'in Bu Ülke'sinden bir alıntı, benimle alakası yok çünkü tabii ki bourgeoisie benim için bir yaşam tarzı ancak şöyle diyor: "Mahkemede Marksist'im diye haykırdığım zaman tek işçinin elini sıkmış değildim." İşte, bu yazdıklarımda bunu söylemeye çalışmak yerine, mazlum edebiyatıyla tatava yaparak şuraya kadar sizi yorduğum için hepinizden özür dilerim.

P.S:Ancak bir amca vardığı yaşadığım yerde, 23 Nisanlar'da ekmek arası yumurta satardı. Bu amcaya nasıl acıyayım şimdi? Kendi kuyusunu kendi kazıyor anasını satıyım, ekmek arasına buz gibi yumurta desem aklınıza ne gelir? Benim aklıma hemen sarısının artık yemyeşil olduğu geliyor mesela, nasıl alayım ki onu be amca?
P.S2: Uğur'un yanındakini bir anlığına Elif Şafak sanıp, korkayazdım.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN