31 Temmuz 2011 Pazar

Calvino Üzerine


Doğrudan wikipedia'daki fotoğrafını yüklediğim için bu heyecanı nasıl paylaşmak istediğimi anlayabilirsiniz, Marcus Aurelius'un Meditations'ındaki sakinlik şeyini bozacağım. Dinleyin, kısa olacak

Calvino'yu biliyorsunuz, post modern bir abimiz, ekmeğini solculuktan postmodernlikten itlikten kopukluktan kazanıyor. Bu abimizin yayıncılığını bir dönemin İtalyan Başkanı Luigi Einaudi'nin oğlu Giulio Einaudi yapıyor. Peki o kim? Ludovico Einaudi'nin babası!!! Evet, bildiğiniz minimalistlik piyanistlik falan filan işinden para kazanan adamın babası. Adeta Norah Joınes'un babasının Ravi Shankar olduğunu öğrenmek anındaki hezeyanı yaşadığım için buraya bu hezeyanı aktaran bir şarkı koyuyorum.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Falım Fallarının Tutarsızlığı Üzerine


Merhaba okuyucular, bu yazıyı er(und das erbaş) sidiği kokulu bir internet kafeden yazıyorum, gerçekten bu sıcakta bulunduğum yerde Emrah Ablak'ın çizimlerindeki arap taşakları gibi sarkıyor sıcaktan[yani taşaklar değil bildiğiniz tüm vücut şu Dali'nin La persistencia de la memoria (net kopi peyst I kalp yu wikipedia) resmindeki gibi akıyor. Ayrıca Ren and Stimpy'nin bir bölümünde de başka bir boyuta geçince böyle oluyordu ancak hiç arayabileceğimi sanmıyorum)], birkaç serseri "hey dostum hadi şu ahbapla biraz eğlenelim ne dersiniz ha!" der gibi birbirlerine bakıyor, ben de "Adamım İkinci Dünya Savaşı'ndan beri birinin suratını yumruklamamıştım, eğer bu yaşlı yumrukları tatmak istemiyorsanız hemen o sidik kokulu koltuklarınıza oturursunuz!" diyince "Abi sonuç olarak varoş gençliğiz neden bizi Kirli Gerçekçilik Romanları'ndaki gibi çeviri serserisi konuşturuyorsun, şurada bir sidik kokusunu seninle paylaşıyoruz, hepimiz aynı acının çocuklarıyız ayrıca KEMAÇ" diyip bitirdiler cümlelerini. Tabii tüm bu sohbet meğer zihnimde gerçekleşmiş, amonyak'ın bu antiseptik etkisiyle kendimden geçmişim, Amonyaklı Cif kafası bir nevi.

Bu albümü nerede gördüğüme dair hiçbir fikrim yok ancak aranızda Posta Gazetesini takip eden var mı bilmiyorum(ben enternasyonal dağıtımda "La Gazette de 5(beş) Posta" şeklinde alıyorum) ama oradaki Posta Şairlerinin hani kelime oyunları oluyor mesela, Ö(püş)lüm gibi, anladığınızı tahmin ediyorum işte "Evire Çevire Sev Beni" de sanıyorum ki bu zihniyetin ürünü, tüm Ankara Pavyon dünyası şol sebepten geceleri PAvyon için çalışırken, gündüzleri Posta Şairlerine yarı zamanlı editörlük yapıyorlar, Doğan Medya Grubu'nun 3'üncü katında bir yerlerde.

Size bir zamanlar FAlım Fallarının Tutarsızlığından bahsetmek üzere aristokrat sözü vermiştim. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu sözü bir aristokrat olarak tutmadım. Yazmayacağım zaten, burada karşılaştırmalı edebiyattan ekmek yiyen birkaç insanın da tadını kaçırmak istemiyorum. Çok özür dilerim sayın okuyucular ancak yukarı fotoğrafını koyduğum Ankaralı Işıl'ın albümünü yazıya uygun bir arka plan olarak düşünüp çalmaya başladım, ancak nasıl desem bilmiyorum ama "Elektro Bağlamayı yapmayı düşünen zihniyeti sikeyim" bunu bize yapan Erkin Koray olamaz a benim sırma saçlı badem gözlü okurlarım, belki de o yaptı bilmiyorum, ancak bağlamaya cry baby pedalı takarak benim gerçekten şu canım kalbimi kırıyorlar.

Amonyak kokusuna dayanamıyorum değerli okurlar, belki yeni bir yazı yazarım belki ben de bir Cif olurum, umarım yakında yazı yazabilirim. Son zamanlarda 15 Steps'i çok dinliyorum, alın değerli okurlar siz de dinleyin:

P.S: Beirut'un yeni albümü sik gibi olmuş, ha Coldplay tadı yakalayıp hep aynı şarkıyı dinlemek isteyen olursa alsın dinlesin, uyarayım dedim sadece. Saygılar.

10 Temmuz 2011 Pazar

Büyük Kapama Üzerine


Merhaba sayımdeğerli okuyucular, bazılarınız neden yazmadığımı soruyor, bunun çok basit bir cevabı var. Çünkü bilgisayar sahibi değilim, gizli servis tarafından takip edilmemek için bu blogları şimdiye kadar şatom haricinde hücre evlerinden falan yazdım. Hepsinin adresleri farklı yerlerdeydi. Neyse, gördüğünüz gibi zaten başlıktaki felsefi içeriği yine kelime komikli fotoğrafla birleştirip hep aynı hikayeye devam ediyorum. Asıl derdim şu sayın değerli okuyucular, google bloglara aylık karne yollamaya başladığı için ölçülmeye katlanamıyorum, üstüne bir kelime koyasım gelmiyor.

Bugün, önceden benim de birçok kez bahsetmiş olduğum bir konuya geri dönüyorum. Yalnız hafiften As I Lay Dying tadı yakalayıp bu sefer anne baba bakış açısında anlatacağım, ancak ondan önce de geçenlerde yaptığım 4 saatlik yolculuk hakkında kısaca bir bilgi vermek isterim. Otobüsün orta kapısının ardındaki koltuğu tercih ediyorum, en öndekiler Yeni Hayat'daki gibi camdan uçmaya elverişli olduğu için ve önüme kimse koltuğunu eğemeyeceği için. Neyse hikaye bu değil, yaptığım yolculukta çevremdeki 6 koltukta 7 taneçocuk ve bebek eşrafı vardı. Gerçekten de cebirsel olarak sığmaması lazım, mesela 6'ncı sınıftayken negatif sayıları anlatırkenki o boş plastik su bardağıiçime doğdu bu olayı gördüğümde. Hiç bilmezdim, 7 yaşında birinin çenesini kırma isteğinin insanda oluşabileceğini arkamda oturan jöleli saçlı kot yelekli(yeryüzündeki en çirkin 3üncü kıyafet kot yelek. Sadece barlarda fedailik yapan dayılara üniforma olarak devlet eliyle dağıtıldığı için hala çevremizde görüyoruz sanıyordum jölelinin üzerinde görene kadar) çocuğu görene kadar. Dramatik tatlar yakalamak için devrik cümleler kurmaya başladığımda umarım dikkatinizden kaçmamıştır, sayın elma yanaklı okuyucularım. Annesiyle oturan bu çocuk sürekli koltuğumun arkasına ayağıyla vuruyordu. Böyle durumlarda biraz sessiz, hadi şuna sessiz messiz demeyelim ezik insanların arkaya bakma refleksini çevrenizde görmüşsünüzdür. Hafif hayıflanıp hmıfsslayarak ben de aynı şekilde arkaya baktım, ancak Akrebin Gözleri öyle yaman ki, akrebin gözleri akrebin akreppp!

Hainlikle dolup boşalan bakışları
Sanki bitmez bir kin nefret soluyor
Yavaş yavaş yandan yaklaşışları
Belli ki küçük bir fırsat kolluyor



Bu sözleri o kot yelekli 7 yaşındaki Kayra isimli gence yolluyorum. Neyse değerli okuyucular, bu benim koltuğuma vurdukça benim kin levelim Kratos'un komboları gibi artıp duruyor. Koltuğu da arkaya yatırma alışkanlığım hiç olmamasına rağmen "Lütfen Bakire Meryem'in oğlu Nasıralı Bebek Cizııs şu koltuğu yatırırken çocuğun çenesi kırılsın" diye dua ettim desem yalan olmaz. Bu arada ben bilmiyorum, ancak Hristiyanlık hakkında bilgisi olan bir kişi eğer Bakire Meryem'in İsa'yı doğrunca da bu husustaki görevine devam edip etmediğini bana bildirirse sevinirim. Şu an öğrenmemin anlamsız olacağı böyle boş olacağı konuyu, Acaba Adem'in göbek deliği var mıydı? tadında merak eder gibi oldum biraz. Ama çok değil.

Neyse, geçenlerde Michael Winterbottom'un bir filmini izliyorum, distopyalı falan filan. Bir saniye adına bakayım. Code 46'miş, bir yaz akşamüstü televizyonda denk gelince izlenebilecek bir film diyebilirim kendisi için. İşte orada baş kadın karakter şöyle bir şey diyor "Bütün insanların çocukları çok özeldir. İnsan bu kadar çok vasat yetişkinin nasıl ortaya çıktığına şaşırıyor"
İşte ailelerin kendi 3 yaşındaki çocukları için dahi muamelesi yaparken 2 yıl sonra hala bir numarası olmadığını fark ettiklerinde hayal kırıklığına uğruyorlar mı merak ediyorum. Mesela benim ailem daha 6 yaşında klasikleri bitirmiş ve Sartre adına iki tane makale yazmış olduğum için bu kadar çok hayal kırıklığına uğramamışlardı, ancak diğer aileler çocuklarının mesela Ben 10 izlediğini gördüğü zaman yürekleri sızlamıyor mu acaba?dırırırırrı buraya bir asansör müziği giriyor
-----Monteyn'le Atasözlerimizi ve Deyimlerimizi Öğrenelim---

Dün Peder Monteyn'le şatonun şöminesi önünde takılırken(keza içerisi serin oluyor) kendisinden bir kişi hakkında "sikmeyeceği eşeğe heybe asmaz" sözünü duydum. Siz değerli okurlarla paylaşmak istedim bu lafı.

---Monteyn'le Atasözlerimizi ve Deyimlerimizi Öğrenelim----

Özellikle Falım sakızlarının fallarının tutarsızlığı hakkında yazı yazmak istiyorum. Burada Aristokrat yemini ediyorum ki, yarın gelip bu konuda yazacağım. Saygılar
 
Copyright © 2010 MONTEYN