10 Haziran 2011 Cuma

Incognito Adamı Üzerine

Yeryüzünde en çok porno izlemiş kişi ünvanını şu an yukarıdaki abimiz elinde tutuyor. Larry Larry lema şevaktani, diyordur içinden Google'ın kurucularından Larry Page için. "Görevim tamamlandı" diyip aramızdan ayrılıyor bu abimiz. İkinci gelişini kendi ikinci gelişimize kadar göremiyoruz pek.

Böyle net bir şekilde hangi amaçla kulanılacağı belli olan bir mevzu için yaratılabilecek en uygun logo bu olabilir. Hafif torbacı tipiyle "abi hayvanlı var , cüceli var" diyen korsan VCD'ci tipini en iyi yansıtan bu adamın bir ailesi olduğunu bilmek ise eminim benim gibi, siz birçok okuru üzecektir. Aslında tek adam değil, Doctor Who'nun farklı bünyelerde dünyaya gelmesi gibi, kendisinden yaklaşık 3 tane var 8'er saatlik mesailerle bu ağır koşullarda çalışıyor. Mesleğe ilk başlayan B.O o sırada ücretin dolgun olması sebebiyle Google'ı tercih ediyor, ancak K.T ve Y.A önceden de Google'da çalışan vatandaşlar, sadece iş kolunu değiştiriyorlar.

Dostlarım, B.O'nun İpek ve Sevgi isminde iki tane kızı var. Ancak babalarını bu işe başladığından beri görmüyorlar. Her ayın 17'sinde kapılarının altından Maaş çeki atılıyor diyecektim, ki şimdi çok abuk durduğunu fark ettim. Bankalar var ayol, daha Paris Texas'da bile Kim Basinger çocuğu için parayı bankadan yatırıyordu. O yüzden evet, kesinlikle her ayın 17'sinde bankaya yüklü bir miktar Güler Hanım'ın hesabına yatıyor. O da artık kocasını pek görmüyor. Belki yılda 3 ya da 4 kere, zira baş gösteren saykolocikıl prablımsları vesilesiyle, sadece eski günleri yad edebiliyorlar. B.O karısına "Ya hu geçen gün yine Hot Teen Blonde Masturbates Through Nylons'u izliyorum." gibi muhabbetler açmaya asla kalkışmıyor. Belki de kalkışıyordur da ardından da hayvan gibi sevişiyorlardır, nereden bileyim sayın değerli okurlar. Ben milletin pornosuna karışacak kadar hayvan mıyım, ya da yasaklayacak kadar orospu çocuğu muyum? Fransız Aydını düz bir insanevladıyım. Alın James Blake,


P.S: Uzun zamandır böyle hayırlı bir alıntıyla karşılaşmamıştım:"I'm forever near a stereo saying, 'What the fuck is this GARBAGE?' And the answer is always the Red Hot Chili Peppers."
Nick Cave
Bu adamı daha çok sever oldum dün bunu okuyunca.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Deli Selim Üzerine


"Gogocular gogo yapar
Aç karnına çalım satar
Çalımına kimler bakar
Akşam olur, abazan yatar
Aman Gogocu Gogocu
Çalımına dayanayım Gogocu

Kiremitten baca olmaz
Şoförlerden koca olmaz
Seveceksen Gogocu sev
Sever sever kalbini kırmaz"

Deli Selim, Gogocular, 1989

Sayın değerli okuyucular, bugün size çok önemli bir müzisyen olan Deli Selim'den bahsedeceğim. Şarkılarını doğru düzgün bulmakta zorlanıyordum ki yeryüzündeki en
gereksiz servislerden biri olan ttnet müzikte buldum. Gadjo Dilo'daki vatandaş nasıl Romanya'ya gidip Nora Luca'yı arayıp, güzel çingene kızıyla tükürüklü falan öpüştüyse, ben de Deli Selim'i Trakya'da 1993 yılında o şekilde buldum. Hatta Tony Gatlif benim hikâyemi çaldı. Bu arada ben hiç oynayamam, ama öyle "ay biz biliyoruz da mı oynuyoruz" dahi denemeyecek kadar oynayamam, ancak bu Deli Selim denen adam yüzünden şu an yazıyı yazamıyorum sayın değerli okuyucular. Son zamanlarda hayvan gibi göbeğim olduğu için, düğünlerde çok içip gecenin bir yarısında çalgı takımını salmayıp 3'e kadar oynayan rakıcı amca göbeğim oldu. Az önce Deli Selim'in Uzunköprü Keşan şarkısını dinlerken de göbek atışımın videosunu çektim. Ancak bu ekssssklûziv videoyu şuraya koysam, 123 kişi olan siz değerli olan okuyucularımın yarısından çoğu malesef bir daha asla şu bûloğu okumaya tenezzül etmeyecektir. Hatta onu geçtim, bûloğum kapattırılabilir bile. Şimdi izledim ve ben de tiksindim cidden. BANA CEKET VERİN! ADNAN ŞENSES CEKETİ İSTİYORUM ULAN!
İnternet bir derya sayın değerli okuyucular, ancak Adnan Şenses'in oynarken pantolonuna soktuğu ceketin sadece bir tane fotoğrafı var. Onu da çok gizli arşivlerden bulabildim. Neyse, efendim bu konuda yazdığım "Deli Selim, Bohemlik ya da Klarnet Teorisi" doktora tezimi Harvard Journal of Law & Technology'nin 1998 Güz dönemi sayısında bulabilirsiniz. Şimdi şöyle bir durum var, Trakya genelinde düğünlerdeki çalgı grupları değişiyor. Mesela ilçeden ilçeye çok değişiyor. Kimi ilçelerde çalgı takımında Cümbüş varken, kimisinde olmuyor. Bana sorsanız "sikerler cümbüşü" derim. Cümbüşü düğünlerde çalan dayı, ortaokul bando takımlarındaki zilci gibi bir şeydir neredeyse, kendinden başka kimseye duyuramaz sesini. Çevrede hayvan gibi klarnet ve davul sesi içinde, cümbüşcü 4 saat boyunca "lingidi lingidi" uğraşıp durur. Benim anlayamadığım konu neden bunu Sunay Akın'ın anılarını anlatması gibi sürekli geniş zamanda yazdığım aslında. Biraz daha toparlanıyorum. Harbiden bu adamlar bütün gece bir yandan piizlenip bir yandan kolları kopana kadar cümbüş çalıyor, ama kendine çalıyor adeta. Bu vesileyle cümbüşçülerin benimsediği "sanat kişiseldir" anlayışından, hepsinin Servet-i Fünun akımına dahil olduğunu var sayarsak yanlış olmaz[1] (Siz de niliyorsunuz ki o [1] aşağıda bir kaynağa dönüşmeyecek, sadece "var sayma" "serveti fünun" falan dediğim için, şartlı refleks olarak kaynak veresim geldi.) Deli Selim 1995 yılında öldü. Bu kadar erken ölmesi gerçekten çok hüzün vericiyken, Babylon ve benzeri mekanlarda falan sirk maymunu gibi çıkartılamamış olmasına çok seviniyorum. Kendi başına travma yaratacak bir durum zaten; mesela diyelim ki rahmetli Deli Selim 1983yılında sünnetimde çaldı, sonra büyüyorum, yuppie gibi bir şey oluyorum, Babylon'a gidiyorum bir bakıyorum sünnetimde çalan adamı dar kot pantolonlu wayfarer'lı insanlar izliyor. E bu Babylon'a giden adamın anası babası zaten sürekli bu yavşağı düğünlere çağırırken Deli Selim'i dinlemeye gitmiyor ezik buluyor da Babylon'da çıkınca mı cacık oluyor? Aga işte, benim adım Frankofon Monteyn, ben bu oyunu bozarım. Kafasını sikeyim böyle insanların, amınakoyduğum dejenereleri. Eminim büyük çoğunluğu Flying Spaghetti Monster'a inanıyordur falan iyice sinirlendim. Ha çok komik amınakoyayım Flying Spaghetti Monster'mış. Madem taşak geçeceksin, adam gibi 30$ öde de Subgenius Kilisesinin bir üyesi ol. Belki aranızda bilmeyen vardır diye hakkında bir link koyayım: Church of the Subgenius

Samimi söylüyorum, Pastafaryan bilmemne yazanlar yüzünden 3 kişiyi çapayla yaraladım. Buyrun bakın.

5 Haziran 2011 Pazar

Müziksel Mevzular Üzerine


Talk Talk, sanıyorum ki şöyle dolu dolu alışabilmem için en çok zaman harcadığım gruptur. Hatta ilk dinlediğimde net bir şekilde "ulan ben tek elimle yaparım be bu müziği yarısı sessizlik zaten" diyordum. Post-Rock müessesinin temellerini atan bu abilerimiz kariyerlerinin başında Duran Duran, gibi - durun inanılmaz bir şaka geliyor- biz durmuyoruz! konuşuyoruz! sisteme karşıyız! diyerek gruplarına ismini vermişler. Şu şakayı yaparken nasıl hissettim biliyor musunuz? Hani Efes Pilsen denilen bira müsveddesinden 4 tane içtikten sonra bu glukoz şurubu yüzünden gırtlağınız sikilir ve adeta kalitesiz meyve suyu içmişcesine damağınızda ekşi balgam gibi bir tat kalır ya, işte karnıma, o tada akşamdan yatırılmış bir kemerle vuruyorlarmış gibi geldi. Çok üzgünüm değerli dostlarım. Tahmin edersiniz ki, baba olduğum için kelime oyunlu çok çirkin baba şakaları yapma hakkım ve üstüne de gülme hakkım var. Efendim hatırlıyorum da, lyceé müdürümüz de bir babaydı ve derslerimize girdiği zaman yaptığı şakalar yüzünden, otoritesine saygı duyayım diyerek gülümsemeye çalışan bir arkadaşımızın zorlamaktan çenesi çıkmıştı.

Talk Talk'ın synth pop/new romantics çizgisinden uzaklaşması The Colour of Spring'le oluyor, burada geçiş şarkıları var zaten, Lifes What You Make It, I Don't Believe in You gibi daha post-rock'la bağdaştırmanın çok zor olacağı şarkıları var. Ardından gelen eşeksel albüm Spirit of Eden'la kazma Amerikan dinleyicisi için albümün A yüzündeki tek şarkıyı 3'e bölmek durumunda kalmışlar, ancak kesintisiz dinlenince şarkıların nerede başlayıp, nerede bittiği pek de anlaşılmıyor. Yani anlaşılıyor da, yarın öbürgün bu yazıyı okuyup "hmm Monteyn sen anlayamadın ama ben anladım." diyen olursa diye söylüyorum, ben de anlayabiliyorum canım hangisinin nerede bittiğini, akış olarak söyledim. Hem niye sidik yarıştırıyorsun? 13 yaşında mısın? Ve ardından gelen Laughing Stock albümüyle kariyerlerine noktayı koyuyorlar. Açıkçası Laughing Stock harika bir albüm olmasına rağmen Spirit of Eden'dan daha başarılı olduğunu düşünmüyorum. Bu arada grubun vokali, şarkı yazarı Mark Hollis 1998'de bu kafada bir solo albüm çıkarıp piyasadan kayboluyor. Şu anda Essex'de kayınbiraderiyle açtığı iddaa bayiini çalıştırıyor diye biliyorum. Ha bu solo albüm geyiği de kesinlikle "para kazanayım" diye değil , adamın Talk Talk döneminden anlaşması var, ona mahsuben.

Şimdi bir de Bark Psychosis'e değinmeden geçmek istemiyorum burada. Bir grup için ilk defa "post-rock" lafı Simon Reynolds tarafından bu abilerimize kullanılıyor. Buraya ilk albümleri Hex'in kapağını koymadan geçmek istemiyorum, çok sevdiğim bir albüm kapağı, biraz 90'lar kokuyor ama başarısız Sega Genesis oyunlarındaki çirkin 3 boyutluluk gibi bir şey de yok.
Şimdi, müzik dünyasındaki bu ortaklık meselesine geliyorum. Bark Psychosis'in 2004 yılında çıkardığı ikinci albümde Talk Talk'ın davulcusu bunlara katılıyor. Katılıyor derken Happy Mondays'in Bez'i gibi stüdyoda amelelik yapmıyor, davul çalıyor. Zaten bu Bez gibi grupta şebeklik yapacak adamım olsa düşünmeden Maracas'la burnuna pıtpıt vururum. Sanki kedi ulan adam, ne garip oldu birden. pıt pıt diyince de sanki adamı seviyormuşum gibi görünüyor. Hayır son zamanlarda çok ayıplı laflar kullanıyorum sayın değerli okurlar, yoksa o marakası Bez'in götüne sokmayı da bilirim. Neyse, diğer bir Talk Talk üyesi, basçısı olan Paul Webb de, Portishead'in vokali Beth Gibbons'la beraber çok güzel Out of Season isimli bir albümde ortaklaşa çıkarmıştır. Kendimi adeta müzik tarihinin karanlık dehlizlerinde gezip bunları keşfederken düşünüyorum, böye tozlu ansiklopedileri pfft diye üfleyip, ancak hiçbir sikim olmuyor 30 saniyede wikipedia'da bu bilgilerin hepsine ulaşılabiliyor zaten.

Yani demem o ki, bu Talk Talk üyeleri boş tipler değil. Böyle diyerek kendilerini, kavga için kıraathaneden çağırma hakkını size sunmuş oluyorum. Çünkü 30 yıldır müzik yapan insanları "boş adam değil la bunlar" diyerek tanımlamak büyük bir bayağılık gerektiriyor.

Talk Talk'la ilgili fikirlerim bu kadar değil, ancak bir tane kişiyi Talk Talk dinletebilsem derim ki, işte sahile vurmuş denizyıldızlarından bir tanesini daha kurtardım. Ahahaha, bayılıyorum bu öyküye sayın değerli okurlar, bazen denizyıldızı bazen de kaplumbağa oluyor bu arada. İsterseniz sizlere test kitaplarının, dergilerinin rehberlik bölümlerindeki "afrika düzlüklerinde her sabah bir aslan uyanır ve avını takip etmek için dünden daha hızlı olmak zorundadır" taşaklarını ayrı ayrı anlatırdım ancak bana müsade gidiyorum.

Gitmeden önce şu hep aynı film müziğini yapan Danny Elfman diye bir abimiz var biliyorsunuz, bu abimiz "bombombombombom bombombombombom" müziği yapmadan önce, gayet güzel bir New Wave grubu olan Oingo Boingo'nun(ki Fearless Iranians from Hell'den sonra en sevdiğim grup ismi, hatırlatırsanız bir ara o abilerden de bahsederim "Make our way to the U.S., nothing left to do. We fucked with all our neighbors, now we'll fuck with you." gibi komik şarkı sözleri var.) vokalliğini ve şarkı sözü yazarlığıı üstleniyor, Devo'dan daha çok sevdiğim bu Oingo Boingo isimli topluluğun güzel şarkılarından birini aşağı koyuyorum.



P.S: Dylan'a tıklarsanız gif olarak açılabilir de, ama açılmayabilir de. Gulyabani diye bir şey yoktur zaten.(amaağ olabilir değğğ)

PPS: Sayın değerli okuyucular, bu mediafire'dan vesaireden albüm indirip, bir şarkının bozuk olduğunu görünce çıldırıyorum. Resmen o an ekranı yumruklamak istiyorum. Para bile vermediğim müziğe neden böyle hırçın yaklaşıyorum bilmiyorum, ama o winrar kitaplarını teker teker yakmak istiyorum sinirimden. Al işte yine aynı albümü farklı linkten ikinci kez indirme durumunda kaldım. Evet, kendim kablolarla indirmiyorum, ama yine de sinir bozucu bir durum. Sanki çok çalışmışım da karşılığını alamamışım, haksızlığa uğramışım gibi hissediyor ve sinirden saçlarımın kırıklarını yoluyorum, Ali Kırca'nın sevişme görüntülerini aklıma getiriyorum işkence olsun diye.

PPPS: Danny Elfman ve neydi lan adamın adı, tony curtis miydi, sabaha karşı yazıyorum kafam basmıyor şimdi, Hah buldum Tim Burton sevenlere neşeli bir bilgi vereyim. The Nightmare Before Christmas'da Jack the Skeleton'ın şarkılarını da Danny Elfman söylüyor. Tony Curtis kim lan? Vay canına sayın değerli okurlarım, götümden uydurduğum adam Jamie Lee Curtis'in babası çıktı. Kariyerinden sadece 3 film izlemişim bu abimizin, Some Like it Hot(1990-2000 arası trt 2'nin her yıl ortalama 6 kere gösterdiğini hepimiz biliyoruz)(Sadri Alışık ve İzzet Günay'lı yeniden çekimi vardı. Fıstık Gibi Maşallah diye. Başarılı bir uyarlamadır nazarımda.) Sweet Smell of Success'i de izlemedim, hasiktir metascore'u 100'müş.(Fathullah Hocaefendi bi ara Sweet Smell of Success'i izleyelim lan!)(Ya da izlemeyelim film-noir'mış amınakoyayım) Rosemary's Baby(zaten bunu izlediğimde bir yazı yazmıştım. Durun bulup hyperlink yerleştireyim şuraya) Yalnız kendisini Rosemary's Baby'de gördüğümü hiç hatırlamıyorum, bebeğin de suratını göstermedikleri için, Tony Curtis'in bebeği oynadığını var sayıyorum.(Bu arada Rosemary's Baby'li yazıda da "denyo Amerikalı" lafını kullanmışım. Adamlar Gizli Servisi üzerime salsa, döner bıçağıyla kıçımı kesecekler.) Bir de Spartacus'de izlemişim. Birileri sürekli beni dürtmese ben bunu hiç Kubrick filmi sayamam öyle bir fim yani. Neyse seksli falan Spartacus çıktı da, evlerimiz neşe, endokrin sistemimiz, testosteron/östrojen türevleri doldu. Aşağı da ilk eşi, Jamie Lee Curtis'in anası Janet Leigh'le beraber bir fotoğraflarını koyayım. Houdini'nin çekimlerinden bir fotoğraf. Bu fotoğrafı koymamın tek sebebi ise Janet Leigh'in fileli çorapla taçlandırılmış güzide bacakları..

2 Haziran 2011 Perşembe

Nilgün Belgün Rumluğu Üzerine


Hayatımın belli döneminde ben de Rum oldum değerli dostlarım. Fakat, "ahh pasemu neden gelmüyorşun" gibi hiç konuşmadım. Doğrudan Rumca konuştum. Bizim komşumuz vardı, harbici Yunanistan insanı, onlar da böyle konuşmuyorlardı. Övünmek gibi olmasın ben "Ölürüm Sana"daki gitarı gırtlağımla çok iyi yapabilen bir insanım sayın değerli okurlar, fakat her söylendiğinde bunu yapmıyorum.

Her söylendiğinde bunu yapmış olsaydım, şimdi çoktan bu yeteneğim dejenere olmuştu, belki de beatbox yapmaya kalkışıp iyice sokak rapçilerine dönmüştüm. Sokak repçisi dediğim olay tabii ki "yo ghetto madafaka, the dope is tight my nigga" değil, bu müziğin içine Murat Göğebakan sample'ları koyanlar oluyor. İşte Nilgün Belgün bence arkadaş çevresinin bu şekilde kurbanı olmuş bir insan. Belki bundan 17 sene önce iyi yapıyordu, ama bir çok parfümü karıştırdığımız zaman ümitlenip, überparfüme ulaşacağımızı sanarken taşak kokusu gibi bir şey ortaya çıkartmamız gibi; burada da aynı şekilde aksan süslendikçe abartıldıkça Bülent Ersoy'un swarowskiyle kaplanmış mikrofonlarına dönmüş. Belki de hiç iyi değildi, tamamen yalan da atıyoru olabilirim. Ya da şöyle diyelim, ben bazı bloglarda görüyorum "üstat yine döktürmüşsün kitap ne zaman çıkıyor" falan diye yorumlar yazılıyor, benim okur kitlem bana sadık öyle eşeklik yapmıyor asla, hepinizi çok seviyorum, hatta siz bunu bir adım daha ileri götürüp genellikle hiç yorum yapmıyorsunuz, müstehaktır. Neyse mesele o değil de, işte şimdi eleman şöyle bir öykü yazmış:

"Evet bu kan neydi? Ve Ben kimdim? Ve Nereden geliyordum? Ve birden güneş çöktü, ve birden gözlerinle karşılaştım."

Öncelikle bu insanı, cümlelerini bu kadar "ve"ye boğduğu için Nurullah Ataç'a vermek gerekiyor, kanırta kanırta götünü siksin diye. Ama işte kaybettik kendisini çok uzun süre önce, bu herifin kızının Küçükhanım Meralika diye bir kitabı var bende, niye var hala anlamadım. Ömrümün sonuna kadar okumayacağım kitaplardan biri. Bir diğeri de Gülün Adı. Evet utanmıyorum. Gülün Adı'yla ilgili bir sendrom olmalı. Şimdiye kadar bizzat 14 kere başlayıp bıraktım. Çevremde de görüyorum. Halbuki kitap da akıyor, neden hala okuyamıyorum bu pis kitabı. Ha Umberto Eco dallamasının, Güzelliğin Tarihi ve Çirkinliğin Tarihi mi ne öyle iki tane güzel resimli kitabı var, mesela Gülün Adı'nda da bölümlerin başlarına iki üç tane gravür koyacağına bol bol resim doldursaymış onu da okurdum, neden okumayayım ki? Yalnız Gülün Adı demişken birkaç manitasal mevzularda kullandığım son cümlesini buraya koyayım da, bir daha böyle bir durum olursa tekrar tekrar yazmayayım insanlara, hatırlamış olurum: "Stat rosa pristina nomine, nomina nuda tenemus" Çok doğal olarak bunu çevirmeyeceğim havalı ve gizemli dursun diye. Siz hiç Denemeler'imde alıntı yaparken çevirdiğimi gördünüz mü? Sağolsun Herakles ve Diderot'nun çok sağlam ekmeğini yedim. Hayır, yine Latince'yi olduğu gibi bırakıyorum ki havalı dursun, yoksa ben de biliyorum parantez içine anlamını yazmayı, sayemde Francis Bacon da kendi Denemelerinde bu "Gizemli ama romantik gibiyim" numarasından çok ekmek yemiştir.

Yukarıdaki fotoğrafı, Tobias Fünke(analrapist)'nin "The Man in Me" kitabına bir nazire olarak koyuyorum.

P.S: geçenlerde anlattığım Pamuk Prensesli aile masalımızı, Donald Barthelme diye postmodern bir orospu çocuğu 1967 yılında farklı bir şekilde kaleme almış. Dün akşam yine, çeşitli aydınlarla mynet'in sohbet odalarında "fireboy" nickiyle tartışmaya girmişken öğrendim bunu. Hemen çıkıp nick'imi firegirl olarak değiştirip bu çeşitli aydınlara kız numarası yapıp hayallerini yıktım.
 
Copyright © 2010 MONTEYN