22 Mart 2009 Pazar

Önceden bir kişiye yollanmış bir öykü üzerine

Milattan önce 400 sularının klasik bir bahar sabahı gibi başlamıştı...( Şimdi kullandığımız Gregoryen Takvimiyle ölçersek 21 veyahut 22 nisan'a denk gelmekte, ancak tarihte bir kesinlik bildiremiyoruz, malum o zamanlar tarihle ilgilenen insanlar bile kör olduğu için tarih yazımcılığının da ne kadar detaylı olabileceği kuşkusuz ki üzücü bir gerçektir. Bünyede adrenalini tetiklemek istediği kolaylıkla anlaşabiliyor. İşte döneminin güçcüz edebiyat dilini ancak bu kadar dile getirebilmiş.)

Eflatun, 18 yaşlarında Atina'nın en bıçkın delikanlılarından biriydi, genç kızlar gözlerini süzüp süzüp bakıyorlar, ancak Eflatun kusursuz aşkı aradığından mıdır, yoksa kendi döneminde çok moda olan homoseksüellikten midir, tek bir allahın kuluna pas vermiyordu.

Ancak!!! Yatalak annesinin yanından güneş doğduktan hemen sonra ayrılan Eflatun'un, gün içinde başına geleceklerden haberi yoktu.

O gün Sinoptan gelen bir arkadaşıyla buluşup kolezyumda, şimdi bizim futbol olarak nitelendirdiğimiz, ancak o zamanlar "trtşeşbixerbe" olarak geçen oyunu oynamaya söz vermişler, bir gün önceden Glaucon'un kıraathanesinde takımları ayarlamışlardı. Ancak kolezyumda maç yapmaya yetecek kadar para toplayamadıkları ve aralarında kolezyumun sahibinin torunu,yeğeni falan olmadığı için kolezyumun yanındaki büyük amfitiyatroda maçı yapmaya karar verdiler. Tabii o zamanlar oralarda bekçi falan yoktu, zaten Atina'nın her yeri mermerken hangi insan gidip oradan mermer çalabilirdi?

Maç başladıktan 5 dakika sonra, insanlar amfitiyatro toplanmışlar, bunun bir çeşit komedya olup olmadığını tartışıyorlar, ayrıca aralarında Eflatun'un başvurduğu üniversitede hocası olacak çirkin adam falan da vardı. Ancak Sinoplu arkadaşının topa abanması sonucu, amfitiyatrodan dışarı çıkan top, zaten bir bayırın eşiğine kurulmuş olan Atina Akropol'ünden aşağı yuvarlanmaya başlamıştı. Normalde "atan alır" kuralı geçerliyken, Eflatun'un aşırı ahlaklı olması hatta ve hatta kendine ahlakı dert edinmesi yüzünden, topun peşinden tabanı yanmış köpekler gibi koşmaya başladı. Top durduğunda, Eflatun'un rengi değişmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu, ancak onu karşılayacaklardan haberi yoktu. Topu aldıktan sonra akropole tırmanırken çeşme başında bir kızın amforasına su doldurduğunu görüp sessizce izlemeye başladı. Aniden "Yüce Dionysos(Zeus demiyor o yaşlarda, içki problemleri falan var bu yüzden normalda bir Tracchia tanrısına tapıyor, Dionysos), adeta Apollo'nun güneşe verdiği emirle beraber saçmaya başladı ışık gibi, adeta Atlas'ın sırtındaki Cennet gibi bir kız" dedi. Ancak Eflatun yaratılışı biraz utangaç idi, bu yüzden kızla diyaloğa giremedi. (Zaten üniversiteyi bitirip diyalog, ahlak falan diye saçmalamasının da temellerini buradaki trauma'ın oluşturduğunu belirtir bazı tarihçiler. )

Fakat, Atina'nın nüfusu küçük olduğu ve hemen hemen bir çok kişi birbirini tanıdığı için, kızın adını beyaz kumaştan başka bir şey satmamaya yemin etmiş inatçı esnaf Kalamon'a sormaya karar verdi. Zira herkesin, Atina'nın düşman işgalinde giymek zorunda olduğu beyaz kumaş giymek zorunda olması sonucu zaten Kalamon voliyi vuruyordu, hem yazın da genellikle beyaz tercih ediliyordu. Neyse, Kalamon'dan kızın adının Chios olduğunu öğrendi, tepeyi çıkarken kızın ismini ağzında sakız varmışçasına durmadan zikrediyor, zikrettikçe huş'u buluyordu.

Maça geri döndüğünde, arkadaşlarına aralarında kızı tanıyan birinin olup olmadığını, aynı zamanda da artık Chios'un onların yengeleri olduğunu, eğer ona ters bir bakış atan olursa, bizzat babasının Eflatun'a 15inci doğumgünü armağanı olan, kamayı hiç düşünmeden saplayacağını belirtti. Bu arada arkadaşlarından biri de kızı tanıdığını hatta komşusu olduğunu söylemişti, ancak kötü bir haberi vardı kız ailesiyle beraber Mısır'daki dayılarının yanına taşınıyordu. (sonradan ege'nin karşı yakasında "kerpiç kerpiç üstüne düzdüm bir sıra/leyladan haber aldım gitmiş Mısır'a" şeklinde yazılan türkü de aslında Eflatun'un duygularının bir tercümanı olarak sayılır)

Sabah kalktığında, evlerinin önüne gitmişti, evlerini toparladıktan sonra, ilk gemiye binişlerini izledi, Chios'un ardından da bir damla göz yaşı süzüldü. Ancak babasının ekonomik durumunun kötü olması ve annesinin yatalak olması bu yüzden de evin tek çocuğu olan Eflatun'un ona bakmak zorunda olması yüzünden ardından gidemedi..
Aşkı yıllarca içinde büyüdü, geceleri rüyalarında hep Chios'u gördü, ama nafileydi artık Eflatun da aşkını kalbine gömmüştü, tek kişilik aşkın tanımını yüksek lisans tezi olarak yazıp, ızdıraplar içerisinde yaşamış adeta Atinaca bilinen bir meczub olmuştu.

Eflatun'un aşkına dair söylentiler yayıldıkça efsanesi yayıldı, zaten yazdığı bir kaç felsefik kitap falan da ününü arttırdı,ancak onun ünde parada şanda şöhrette gözü yoktu, yıllarca Chios'un aşkıyla yanıp tutuştu.İşte bu yüzden batı dillerinde Eflatun'un yaşadıklarına bir saygı olarak, Eflatunî Aşk anlamına gelen Platonic Love kullanılageldi.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN