Filmden aklımda sadece Vidal Sassoon ismi kaldı. Mia Farrow'a teyze saçını uygulayan insanın o olduğunu öğrendim. Zaten Mia Farrow'u sevmem. Bana hep sünepe biri gibi geldi. Ya da sünepe tipli olduğu için hep bu rollerde oynatılmak zorunda kaldı. Ha saçı beğenmedim değil bu arada! Çok yakışmış ama, benim Miacığımla aramda olan bir sorun.
Roman Polanski'nin neden bu kadar sevildiğine dair tek bir mantıklı açıklama bulabiliyorum; o da Polonya'dan geldiği için evropa merakını yenemeyen denyo amerikalılar için biçilmiş kaftan olmasından mütevellit olabilir. Çünkü bu Art House'lar olmasa doğru düzgün bağımsız film çıkartabilecek ortam oluşmazdı muhtemelen, biz de Batman 82:"Kara Şövalye yine döndü ve yine rakiplerini biçiyor!"'u izliyor olurduk muhtemelen. Art House'lar sayesinde Fellini, Bergman, Polanski gördüler de adam oldular. Ha mesela müziğe şiire bir şey diyor muyum? Onu hobi olarak yine yapmışlar ve Greenwich Village çevresinde bu mayayı çok iyi tutturmuşlar aferin tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
Ancak, şimdi yine bağlantısız gibi kaçacak ama ortada büyük bir insanlık dramı var. 80'lerin ortalarına doğru bu dediğimiz Doğu Yakası olsun ya da Batı Yakası'ndaki müzik sahnesi olsun Public Enemy gazıyla vesaireyle Hip-Hop ve RAP türevlerinin içi mantıklı laflarla doldurulmaya başlayınca BİRİ DÜĞMEYE BASTI!!! Sonunda tabii ki, bundan 20 yıl önce hiç kimsenin bir ömrü boyunca göremeyeceği göt ve meme sayısını 10 dakika televizyon başında durarak görmeye başladık. Ucuz müzik sonucu insanlar gerizekalı oldu My Super Sweet Sixteen gibi programlar ortaya çıktı. MTV sen kocaman bir çılgınsın!
Seks satıyor arkadaşım, ben bilmez miyim burada hikayelerimi anlatayım kırkbin tane takipçim olsun, ama biliyorsunuz créme de la créme'e hitap ediyorum.
Neyse, Rosemary'nin Bebeğine dönersek, bu film ilk şeytanlı film olduğu için çok büyük tartışmalar dönmüş o dönem. Mesela Türkiye'de nasıl Vizontele'nin çekiminde kullanılan helikopter kameranın ilk defa kullanılışı olay olmuşsa bu da öyle bir şey. Uygun benzetme olmadığının farkındayım, Aylin Livaneli ve Şair Nara'lı bir örnek verecektim vazgeçince hiç düşünmeden bunu söylemek durumunda kaldım.
Kendisi gerilim filmi olmasına rağmen, bence en gerici yanı posteri. Hatta bazen Mia Farrow'un bir susamurundan daha iyi olmayan oyunculuğu yüzünden arada sessizce "ıpss hıfzı hıfzı sıhha" diye güldüm de. Ha kokona bir teyze var, al evinde Kafka karakteri olarak besle öyle güzel oynuyor kendisi ellerinden öperim. SPOILER VAR BURADA FİLMİN TADINI KAÇIRMAYALIM LÜTFEN!!!!!! Spoiler'ı okuyanlarla başbaşa kaldım galiba. Siz spoiler'ı okuyan tezcanlılar, hepinizi çok seviyorum. Ben de bütün spoiler'ları okuyorum ve filmin tadını kaçırmaktan aldığım hazzı çok az şeyden aldım, ayrıca beğenmediğim sahneleri atlamayı da seviyorum. Mesela Marx Kardeşler'in herhangi bir filminde Chico'nun Piyano çaldığı kısımları kesinlikle atlıyorum. Sesli sinema yeni başladığı için kendi şovlarına dönüştürmüşler işi. Neyse spoiler'a geliyorum canlar, filmin içinde bir yerde Mia Farrow'a şeytan tecavüz ediyor. O şeytan sanırım ondan sonra Dünyayı Kurtaran Adam'ın da kadrosuna alınmış peluş canavarlardan biri, aynı zamanda Tarkan Viking Kanı'ndaki Şişko Nuri'nin zorla aldırttığı balonlara benzeyen ahtapotun da akrabası oluyor. Tüm spoiler okuyanlar size ayrı blog açacağım, orada takılırız. Burada da bundan sonra akademik makaleler yayınlayacağım. Öptüm byess :-* SPOILER SONU!!!!BURADAN DEVAM EDELİM LÜTFEN
Bu arada Polanski'nin hamile eşinin Charles Manson tarafından öldürülmesi davası çok üzücü, belki de bu yüzden pedofil oldu kendisi diyeceğim ama dilim varmıyor. O konuda yorum yapamayacağım malesef, ve tabii ki o da Soykırımlı film yapıp Oscar'ı kapızladı helal olsun. Film de iyiydi, ama özellikle Adrian Brody'nin Oscar'ı almasındaki en önemli etken BURADA SPOILER VAR THE PIANIST'I IZLEMEYENLER OKUMASIN!!! evet dostlar yine başbaşa kaldık. Zaten izlemeyen olsa bile az çok piyanistin konusunu biliyor. Nasıl insan Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Jeux D'enfants, veya The Science of Sleep'ten birini izlediği zaman diğerlerini izlemesine gerek yoksa; siz de Schindler'in Listesi'ni izlediyseniz The Pianist'i izlemenize gerek yok. Belki Adrian Brody'nin oyunculuğu için, ama onun yerine haberlerde sömürü müzikleri de bulunan Schindler'in Listesi'ni izleseniz de olur. Ayrıca orada başroldeki dayı yeryüzünde, Christopher Lee'den sonraki en İngiliz insan olabilir onu da belirteyim. Neyse Adrian'ın tüm performansının yanında doruğa çıktığı noktanın yere düşmüş turşu konservesini açmaya çalışırkenki hırsı olduğu ve ağzının girdiği şekil olduğunu düşünüyorum, ve ardından Alman Komutanla karşılaşmaları. Bir de düşüp bacağını burktuğu yer var. Bir insan nasıl böyle bacak burkar arkadaşım. İçim parçalandı görünce, hemen Secret Garden'dan Nocturne'ü çaldım kafamdan. Hatta hemen bir kere daha izleyeyim, helal olsun adama SPOILER SONU
Son bir şey söyleyeyim The Pianist hakkında. Film, Haneke'nin Piyanist'iyle çok yakın zamanda çıktığı için o dönemde tezgahlarda ikisi de bulunuyordu. Kaç insana The Pianist diye, La Pianiste kakalandı merak ediyorum. "Abi Piyanolu var, mandolinli var!"
P.S: Müziğe laf ettim, ancak bitirmeden önce Itzhak Perlman'ın ellerinden öpmek istediğimi de belirtirim. Eğer müziğe, yardım programlarında ve Özcan Deniz'in babasının çöpten yemek toplarken çekildiği sahnelerde daha az denk gelmiş olsaydım daha çok sevecektim.
P.S2: Rosemary's Baby'nin müziklerini yapan Polonya'lı abimizin Astigmatic diye bir albümü var, tadından yenmez. Zaten sırf müziği onun yaptığını bildiğim için de izlemek istemiştim, ama müzik yetmiyor işte.
P.S3: Şinler ve Piyanist yerine Night and Fog da izlenebilir. Hatta o da türünün ilk örneklerinden olmasından ve olayın üzerinden çok az bir süre geçmiş olduğundan ötürü daha etkileyicidir bence. Aşağıya da Rosemary's Baby döneminde Amerika'da filme karşı çıkmış propaganda posterlerinden birini koyuyorum. Bu posterlerin yenilenmiş hali The Exorcist'ten sonra kullanıldı ayrıca.
0 yorum:
Yorum Gönder