"Evet, çok mu komik? Benim gibi bir çeşit tahtakurusu daha var, o da Sol'e bağımlı. Benim gibi tahtakurularının vücutları sadece re notasında rezonans yaratıyor. Akort edilmiş bir gitarın la telinin beşinci perdesine bastığınızda alttaki Re’nin titremesi gibi bir his bu, ya da değil ama daha iyi anlatamıyorum. Buldum! Küçük ilçelerde belediyelerin merkezlere ve tren istasyonlarına koyduğu masaj aletinden indikten sonraki ilginç rahatlama hissi gibi bir şey.
Her şeye başlamadan önce, biraz geçmişten bahsedeceğim. Hayatımı Yamaha marka bir duvar piyanosunun Re teline vuran tokmakta açtım. O zamanlar larva dönemimden yeni kurtulduğum için, annem o tokmaktaki sıvıları temizlemekle meşguldü. Piyanoyu kullanan çocuk, çalmaktan vazgeçip başka bir müzik aleti denemeye kalkışınca ailesi piyanoyu bir ikinci el müzik enstrümanları satılan bir dükkana sattı.
Dükkanda, piyanoların ağaçlarını teker teker öğrendim. En iyi hangisinden daha iyi ses geldiğini öğrendikten sonra mümkün olan en iyi Steinway'e kuruldum. Zaten dükkanda 3 tane vardı,( iki tanesi çeyrek biri duvar piyanosu olmak üzere) sadece duvar piyanolarında yaşayabildiğim için hemen Steinway'in keyifli ortamına kuruldum.
Annem ve babam, Yamaha'da kaldı. Yamaha, kapı kenarında görülebilen bir yerdeydi, bu yüzden Annem ve Babam, amatör müşterilerin kalitesiz piyano vuruşları sonucunda öldü. Ölmeden 1 hafta önce oraya uğramıştım, gerçekten de Re'nin armonikleri yumuşak karnımı mahvetmeye, yaralamaya yetmişti. Normalde, piyanoyu yemiyorum. Dışarı çıkıp yerde ezilen ahşapları yerim, ama ilk oktavdaki do notasının tellere vuran tokmağı en kalın telle çarpışa çarpışa, resmen kasapta dövülmüş ete dönüyor, hele bir şarkı sonrası telin ve pedalın ısınmasıyla beraber oradan alınan tadı ben size anlatamıyorum. Bir de gece pedalının tellerin önüne çekilen kumaşından da biraz varsa, insan hormonal siteminde serotonin olarak bildiğim, fakat biz böceklerde ne olduğunu bilmediğim hormondan tüm vücuduma salgılanıyor.
İşte bu şekilde gündüzleri,nadiren çıkan profesyonel müşterilerin dokunuşlarıyla dinleyen, geceleri sürekli bir şeyleri kemiren keyif pezevengi bir tahtakurusu olup çıktım. Bir kaç yıldan sonra dükkana gelen bir müşteriyle dükkan sahibinin pazarlıklarıyla başlayan sohbet, benim için büyük bir başlangıcın olacağını gösteriyordu. Bu piyanist, ki kendisine FT diyelim, dünyaca ünlüydü ve evinde kalan son boş odaya bir piyano almak istiyordu, bu duvar için yapılmış muhteşem piyanoyu Atlantik'in diğer kıyısına taşırken çıkacak masraftan da kesinlikle kaçınmayacaktı. İşte bu konuşma beni mahvetmişti, çünkü bir Transatlantiğin karşı kıtaya ulaşma süresi en az bir aydı. Büyük büyük büyük dedelerimden biri zamanının en büyük transatlantiklerinden birine arsa meselesi yüzünden karşıya geçmek için binmiş fakat yüzlerce insanla beraber boğulan böcekten birisi olmuştu. Ayrıca büyük hayvanların, farelerin ve diğer(burada bölüyorum ama çok sinirim bozuldu. Fareler!!! Size sesleniyorum!! O kadar aşağılıksınız ki, gemiden ilk kaçanlar olmaktan utanmıyorsunuz. Tıpkı, korkak şunlar gibi bir benzetme yapmayacağım, çünkü zaten bu benzetmeyi başka yerlerde kullanırken "tıpkı gemiden kaçan fare gibi" lafını hak ediyorsunuz.)tip şeylerin beni yeme ihtimali vardı. Hele bu geçen sürede Re'yi duyamamak kadar acı veren bir şey yoktu bana.
Gemiye yüklenen piyanonun çevresi o kadar çok tahtayla kaplanmıştı ki, en az 12000 yaşam döngüm boyunca yiyebileceğim kadar tahta vardı. Yükleme işlemi tamamlandıktan sonra, sizin de bildiğiniz gibi re karnımın sürekli nemli kalması gerekiyordu, ambarın nemli havası bana çok iyi gelmişti. Çevremde kendi türümden tahtakurusu yoktu. En başta da belirtmiştim, biz piyanoda yaşayan tahtakuruları olarak Re'ye ve Sol'e bağımlıyız, zaten bizim dışımızdakiler yaşadığı ortamı yiyen Kelebek Mobilya bağımlısı aşağılık hayvanlar. Biz çok zorunlu olmadığımız sürece yaşam alanımızı yemiyoruz.
Mobilyalarda yaşayanlar o kadar aşağılık ki, kendi yaşam alanına güvelerin yumurtalarını bırakmasını bile hoş görüyorlar. Büyüyen güveler de kıyafetlere zarar veriyor. Umarım hepsi dev naftalin yığınları altında kalarak acılar içerisinde ölür, pis işbirlikçiler!
Yolculuğumun ikinci haftasında, yanımda duran antika bir bebek arabasındaki kemirme seslerini duyunca, yukarıda bahsettiğim aşağılık mobilya tahtakurularından birinin yakınımda olduğunu anladım. Ne kadar nefret etsem de, kendi kanından, türünden olan bir hayvanı görmek istiyorsun. Onu görmek için çok tehlikeli bir yolu tercih ettim. Telimden aşağı inip, gece pedalının boşluğundan çıkacaktım, bu arada onlarca kemirgene yem olma ihtimalim vardı. Hiçbir sorun yaşamadan antika bebek arabasına bindim. Tabiî beni gördüğü gibi artık paylaşılacak hiçbir şeyin kalmamasına rağmen peşini bırakmayan ortaokul arkadaşı gibi hemen dibime geldi ve her şeyden şikayet etmeye başladı. Tüm sülalesi yıllardır aynı arabada yaşıyormuş, yiye yiye bitirememişler, şimdi de New York’taki kalburüstü bir entelektüelin evine gidiyormuş, ardından böcek ilaçlama endüstrisinin ne kadar geliştiğinden bahsedip canımı sıktı. Bir daha yanına gitmemeye yemin ettim. Bunalımdaydım, tüm tahtakurularından nefret ediyordum, tahtakuruluğa inancım kalmamıştı.
Yolculuk bittiğinde, beni hemen piyano sahibinin evine taşıdılar. Harika bir ortamdı, ve sahip Wagner’i çaldıkça mutluluktan karnım kaşınıyor, Mozart’ı çaldıkça keyiften karnımı tırtıklı tellere sürtmekten alıkoyamıyordum. Sonra bir gün Blues’da crossroads denilen olayı gerçekleştirdim. O gece şeytanı gördüm, ve ruhumu ona sattım. Benim bulunduğum Re notasına basmak için dünyanın her yanından piyanistler geliyor, ve büyülenip evlerine geri dönüyorlardı. Artık FT, konserlere duvar piyanosuyla çıkıp harika konserler yaratıyordu. Duvar piyanosunun sesinin artıp, tam kuyruk kalitesinde ses vermesi için özel ses yükselticiler üretilmeye başladı. Benim varlığımdan bile haberdar olmayan sahibimle başarıdan başarıya koşuyorduk. Ben de Tahtakurusu basınında büyük müzisyen olarak rol yapmıştım……"
Bu metin ünlü Gürcü Müzisyen Arseg Gorams’ın ölmeden önce yazmaya başladığı “Merhaba Ben Arseg!
Bir tahtakurusunun hayatı”
Her şeye başlamadan önce, biraz geçmişten bahsedeceğim. Hayatımı Yamaha marka bir duvar piyanosunun Re teline vuran tokmakta açtım. O zamanlar larva dönemimden yeni kurtulduğum için, annem o tokmaktaki sıvıları temizlemekle meşguldü. Piyanoyu kullanan çocuk, çalmaktan vazgeçip başka bir müzik aleti denemeye kalkışınca ailesi piyanoyu bir ikinci el müzik enstrümanları satılan bir dükkana sattı.
Dükkanda, piyanoların ağaçlarını teker teker öğrendim. En iyi hangisinden daha iyi ses geldiğini öğrendikten sonra mümkün olan en iyi Steinway'e kuruldum. Zaten dükkanda 3 tane vardı,( iki tanesi çeyrek biri duvar piyanosu olmak üzere) sadece duvar piyanolarında yaşayabildiğim için hemen Steinway'in keyifli ortamına kuruldum.
Annem ve babam, Yamaha'da kaldı. Yamaha, kapı kenarında görülebilen bir yerdeydi, bu yüzden Annem ve Babam, amatör müşterilerin kalitesiz piyano vuruşları sonucunda öldü. Ölmeden 1 hafta önce oraya uğramıştım, gerçekten de Re'nin armonikleri yumuşak karnımı mahvetmeye, yaralamaya yetmişti. Normalde, piyanoyu yemiyorum. Dışarı çıkıp yerde ezilen ahşapları yerim, ama ilk oktavdaki do notasının tellere vuran tokmağı en kalın telle çarpışa çarpışa, resmen kasapta dövülmüş ete dönüyor, hele bir şarkı sonrası telin ve pedalın ısınmasıyla beraber oradan alınan tadı ben size anlatamıyorum. Bir de gece pedalının tellerin önüne çekilen kumaşından da biraz varsa, insan hormonal siteminde serotonin olarak bildiğim, fakat biz böceklerde ne olduğunu bilmediğim hormondan tüm vücuduma salgılanıyor.
İşte bu şekilde gündüzleri,nadiren çıkan profesyonel müşterilerin dokunuşlarıyla dinleyen, geceleri sürekli bir şeyleri kemiren keyif pezevengi bir tahtakurusu olup çıktım. Bir kaç yıldan sonra dükkana gelen bir müşteriyle dükkan sahibinin pazarlıklarıyla başlayan sohbet, benim için büyük bir başlangıcın olacağını gösteriyordu. Bu piyanist, ki kendisine FT diyelim, dünyaca ünlüydü ve evinde kalan son boş odaya bir piyano almak istiyordu, bu duvar için yapılmış muhteşem piyanoyu Atlantik'in diğer kıyısına taşırken çıkacak masraftan da kesinlikle kaçınmayacaktı. İşte bu konuşma beni mahvetmişti, çünkü bir Transatlantiğin karşı kıtaya ulaşma süresi en az bir aydı. Büyük büyük büyük dedelerimden biri zamanının en büyük transatlantiklerinden birine arsa meselesi yüzünden karşıya geçmek için binmiş fakat yüzlerce insanla beraber boğulan böcekten birisi olmuştu. Ayrıca büyük hayvanların, farelerin ve diğer(burada bölüyorum ama çok sinirim bozuldu. Fareler!!! Size sesleniyorum!! O kadar aşağılıksınız ki, gemiden ilk kaçanlar olmaktan utanmıyorsunuz. Tıpkı, korkak şunlar gibi bir benzetme yapmayacağım, çünkü zaten bu benzetmeyi başka yerlerde kullanırken "tıpkı gemiden kaçan fare gibi" lafını hak ediyorsunuz.)tip şeylerin beni yeme ihtimali vardı. Hele bu geçen sürede Re'yi duyamamak kadar acı veren bir şey yoktu bana.
Gemiye yüklenen piyanonun çevresi o kadar çok tahtayla kaplanmıştı ki, en az 12000 yaşam döngüm boyunca yiyebileceğim kadar tahta vardı. Yükleme işlemi tamamlandıktan sonra, sizin de bildiğiniz gibi re karnımın sürekli nemli kalması gerekiyordu, ambarın nemli havası bana çok iyi gelmişti. Çevremde kendi türümden tahtakurusu yoktu. En başta da belirtmiştim, biz piyanoda yaşayan tahtakuruları olarak Re'ye ve Sol'e bağımlıyız, zaten bizim dışımızdakiler yaşadığı ortamı yiyen Kelebek Mobilya bağımlısı aşağılık hayvanlar. Biz çok zorunlu olmadığımız sürece yaşam alanımızı yemiyoruz.
Mobilyalarda yaşayanlar o kadar aşağılık ki, kendi yaşam alanına güvelerin yumurtalarını bırakmasını bile hoş görüyorlar. Büyüyen güveler de kıyafetlere zarar veriyor. Umarım hepsi dev naftalin yığınları altında kalarak acılar içerisinde ölür, pis işbirlikçiler!
Yolculuğumun ikinci haftasında, yanımda duran antika bir bebek arabasındaki kemirme seslerini duyunca, yukarıda bahsettiğim aşağılık mobilya tahtakurularından birinin yakınımda olduğunu anladım. Ne kadar nefret etsem de, kendi kanından, türünden olan bir hayvanı görmek istiyorsun. Onu görmek için çok tehlikeli bir yolu tercih ettim. Telimden aşağı inip, gece pedalının boşluğundan çıkacaktım, bu arada onlarca kemirgene yem olma ihtimalim vardı. Hiçbir sorun yaşamadan antika bebek arabasına bindim. Tabiî beni gördüğü gibi artık paylaşılacak hiçbir şeyin kalmamasına rağmen peşini bırakmayan ortaokul arkadaşı gibi hemen dibime geldi ve her şeyden şikayet etmeye başladı. Tüm sülalesi yıllardır aynı arabada yaşıyormuş, yiye yiye bitirememişler, şimdi de New York’taki kalburüstü bir entelektüelin evine gidiyormuş, ardından böcek ilaçlama endüstrisinin ne kadar geliştiğinden bahsedip canımı sıktı. Bir daha yanına gitmemeye yemin ettim. Bunalımdaydım, tüm tahtakurularından nefret ediyordum, tahtakuruluğa inancım kalmamıştı.
Yolculuk bittiğinde, beni hemen piyano sahibinin evine taşıdılar. Harika bir ortamdı, ve sahip Wagner’i çaldıkça mutluluktan karnım kaşınıyor, Mozart’ı çaldıkça keyiften karnımı tırtıklı tellere sürtmekten alıkoyamıyordum. Sonra bir gün Blues’da crossroads denilen olayı gerçekleştirdim. O gece şeytanı gördüm, ve ruhumu ona sattım. Benim bulunduğum Re notasına basmak için dünyanın her yanından piyanistler geliyor, ve büyülenip evlerine geri dönüyorlardı. Artık FT, konserlere duvar piyanosuyla çıkıp harika konserler yaratıyordu. Duvar piyanosunun sesinin artıp, tam kuyruk kalitesinde ses vermesi için özel ses yükselticiler üretilmeye başladı. Benim varlığımdan bile haberdar olmayan sahibimle başarıdan başarıya koşuyorduk. Ben de Tahtakurusu basınında büyük müzisyen olarak rol yapmıştım……"
Bu metin ünlü Gürcü Müzisyen Arseg Gorams’ın ölmeden önce yazmaya başladığı “Merhaba Ben Arseg!
Bir tahtakurusunun hayatı”
Notlarıyla hazırladığı taslaklar birleştirilerek oluşturulmuştur. Asreg, bir gece piyanosuna dönerken, sahibinin evinin yandığını gördü. Onun için büyük bir ilham kaynağı olan piyanosunun da yandığını düşünen Asreg kendini alevlere atarak sadece yarasa ve tahtakurularının duyabileceği frekansta çığlıklar atarak acıyla can verdi. Evde bulunmadığı süre içerisinde FT’nin piyanoyu bakıma yolladığından haberi yoktu. Böylece dünyaca ünlü bir müzisyen daha Ana Haber Bültenlerinde gösterilen, Yeşilçam yan rollerinde oynamış fakat “O Yeşilçamın Yıldızıydı” haberleriyle gösterilen, berduş, sakallı deliler gibi öldü.
0 yorum:
Yorum Gönder