1 Haziran 2010 Salı

cCc Dylan Reis cCc



"Terbiyesiz olayım ki şapkasını iki kere çıkardı!"
Monteyn, 31 Mayıs 2010
"Bugünden sonra kulaklarımı yıkamam!"
Monteyn, 31 Mayıs 2010
"Abi aslında sözleri dinlesen çok güzel laf koyuyo!"
Masters of War'dan sonra arkada birisi, 31 Mayıs 2010
"Ya son iki şarkının sözlerini de biliyorum, akorlarını da biliyorum adları neydi ya?"
Konser çıkışı birisi, 31 Mayıs 2010

Eğer Blood on the Tracks'ten bir şey çalsaydı muhtemelen, prematüre ejakülasyona kurban gidecektim dün akşam. Kapıda beklerken, "bilettikıtbiletikıt" diye bağıran dayıları aştık, kuyruğa girip yaklaşık %62 karbondioksit oranlı havayı soluyarak içeri girmeyi bekledik. Bu arada çok avrupai bir genç akortsuz gitarıyla leş gibi Blowin in the Wind çalıyordu, hemen yanına gidip sanatına saygım olduğunu ama tişört satmasının daha çok para getireceğini belirtecektim ki çok ilerlemiştik söyleyemedim. Tam kapıdan girdiğim an Rainy Day Women #12 & 35 başladı, koşa koşa muhtemelen Cemil Topuzlu inşa edildiğinden beri silinmemiş olan naylon poşetten tabureye oturdum. Şarkılara gelelim yavaş yavaş, açıkçası önceki setlistleri gözden geçirince yaklaşık olarak nelerle karşılaşacağını tahmin ediyor insan.

Ben biraz uzakta olduğum için duymamış olabilirim ama, eğer öyle değilse o gruptaki basçının yaptığı benim belli bir dönem bilmediğim şarkılarda amfiyi kısıp sadece götten uydurmama benziyordu. Zerre bas sesi duyamadım.(ama duyamamamın başka bir sebebi olabilir ona az sonra değineceğim.) Davulu çalan dayının ayı gibi konser deneyimi olduğu çok belliydi, ve aynı zamanda davulun tonları muhteşemdi, bir konserde tonu kötü ayarlanmış kick yüzünden karaciğerim hasar gördüğü için bir dönem tedavi görmüştüm bu sefer muhteşemdi. Bir de lead gitarı çalan dayıdaki enerjiye sahip olabilmek için, isostar'a bağış yapma kararı aldım.

Neyse, diğer elemanları siktiredip olaya dönüyoruz. İkinci şarkı Lay Lady Lay, son zamanlarda konserlerde çaldığı tarzla aynıydı tabii ki bazı terbiyesizlerin bundan hoşnutsuz olduğu belliydi, çünkü şarkıdaki Monty Python and the Holy Grail'deki arkadan hindistancevizi kabuğunu birbirine vurarak gelen koşan beygir(aka "dıgıdık dıgıdık") sesine benzer sesin gelmesini beklediler ve avuçlarını yaladılar. Duygusal ortam yaratıp çamurlu taburelerde birbirlerine aşk şarkısı yollayamadılar, keçinin yeni yorumu sayesinde.

Sonra I'll be Your Baby Tonight'a geçti. Bu şarkının sonunda gitarda çok güzel bir delay tonu tutturdu, hani RATM'ın wake-up'ın ortasındaki olay var ya, işte onun çok ağır şekilde tek akorla tekrarlandığını düşünün, burada diğer gitarcıyla paslaştılar biraz zaten. O sırada bir süre Dylan'la gözgöze geldik,"Monteyn, terbiyesiz olayım ki sırf doğumgünün olduğu için İstanbul'a geldim." bakışı vardı gözlerinde, ama ingilizce olunca biraz daha farklı tabiî şimdi tam anlatamıyorum. Amerikalı'nın vücut dili bile farklı oluyor caaaanım.

Ardından, Stuck Inside of Mobile with the Memphis Blues Again'e geçtik, bu şarkıyı normalde Blonde on Blonde'da dinlerken de genellikle yarısında çıktığım için bunun hakkında yorum yapamayacağım sadece nakarat kısmında "I love You Baby layayayyayay baby" şarkısı gibi ya da "sayko kilır kesköse" gibi sadece o kısımlarına eşlik ettim.(bu arada psycho killer'ı Fransızca kısımlar dahil biliyorum, Fransızlığıma bok sürdürmem, sadece genelleyeyim dedim.)

Sonra sanırım, konserde dinleyiciyle aktif halde ilgilendiği tek şarkı Just Like a Woman'a geçti. Nakaratını herkese söyletirken aynı zamanda Djemil Topuzlu yakılan sigaralar yüzünden dumanaltı oldu, zaten bu şarkıdan sonra bahsettiğim bası duyamam meselesine sebep olan olayla karşılaştım. Solumdaki insan kişisi, öyle bir alkışlıyordu ki tahminimce plaza hayatında sabahtan akşama kadar bir devenin hörgücünde yağ biriktirmesi gibi götünde biriktirdiği enerjiyi komple alkışa verdi. Benim de sol kulağımda bir sorun var,gençliğimde zerre akustiği olmayan halıfleks kaplı depolarda çalarak sol kulağımı bozduğum için bu tip sert seslere dayanamıyor. Neyse ben sol kulağımı yitirdim ve konserin geri kalanını mono olarak dinlemek durumunda kaldım o şahıs yüzünden. Sonra yanımdaki arkadaşıma "yieaa The Beatles'ı tek kulaklıkla dinledin mi lan ne acaip dimi?" gibi bir şeyler demeyi planladım ama hiç mümkün olmadı.

Çünkü muhteşem düzenlemeli ve çok sert bir Honest with Me geldi, ardından da A Hard Rain's A-Gonna Fall geldi, ki itiraf etmeliyim ben de geç anladım bunun A Hard Rain's A-Gonna Fall olduğunu ama beğendim yani, zaten orada sahneye çıkıp da Nihat Doğan'ı yanına alıp Kılıçdaroğlu'nun seçim şarkısını söylese yine beğenirdim. Cold Irons Bound da zaten en az Honest with Me kadar sert ve güzeldi, bunda dayanamayıp ayağımın altında wah-pedalı varmış gibi davrandım. Hem wah-pedalının nasıl kullanıldığını bilmediğim hem de kullanmadığım için yine ellerimle "tenni tenni tenneni tenene" ritmimi tutmaya devam ettim. Most Likely You Go Your Way(and I'll Go Mine) muazzamdı zaten. Ayrıca muazzam olmayan bir şey yoktu, tamamen taraflı bir yorum okuduğunuzun da farkındasınızdır zaten bu kadar işin bokunu çıkardıktan sonra, ama beni bağlamaz valla. Ulan tabii taraflı olacak, hey allahım ya. Neyse, Modern Times'ın en güzel şarkılarından Spirit on the Water geldi o çok güzeldi. Sonra, bana kalırsa konserdeki en muazzam performansın olduğu Highway 61 Revisited'ı çaldılar, o bakkalarda satılan ufak "ciyuvvcıruvv" diye ses çıkaran düdük aksiyonu yoktu, zaten canlı çalarken hiç o şekilde çaldı mı onu da bilmiyorum ama çok güzeldi. Konserde tek şarkıyı kaydetme hakkım olsa kesinlikle bunu kaydederdim.

Ardından Masters of War geldi, ama Türkiye'nin en uzun kadını önümde oturuyordu, bunda dikilince ben de büfeyi izledim, yanımdaki insanlara baktım. Şarkı bittikten sonra İsrail'le ilgili gelecek en ortalama yorumları dinlemeye koyuldum. Ardından yine Modern Times'ın en sağlam şarkılarından Thunder on the Mountain'ı çaldı, zaten bu şarkının hastasıyım sahneye atlamadıysam şarkının güzelliğini mono duyduğum ve ne kadar güzel olduğunu tam olarak algılayamadığım içindir. Ardından Ballad of a Thinman geldi, açıkçası bu şekilde çalınacağını biliyordum, ancak bunu piyano tonuyla dinlemek çok ayrı bir güzellik olduğu için bunu buruk dinledim.

Herifler piyasadan kayboldu, sandım ki konserin ilk yarısı bitti, meğerse adam list'i bitirmiş bis'e dönecekmiş. Vallahi bunu anlamadığım için alkışlayamadım zaten "badana!" diye adamın amblemini açtılar sahnenin arkasında. Sonra da geldi Like a Rolling Stone ve All Along the Watchtower çaldı. All Along the Watchtower'ın solosu Jimi Hendrix solosunu andırıyordu bu arada. Bunun House of the Rising Sun'ı başka dayıyla ünlü olmuşken tekrar yorumlayıp kendine mal etmesi, sonra da Animals'ın yorumlayıp kendilerine mal etmesi olayı gibi, All Along the Watchtower'da. Bir ara bitirirken dalga geçmek için "goodbye France" mi dedi yoksa o sırada delirdiğim için anlayamadım mı bilmiyorum ama grup elemanlarını saydı zaten, iki şarkı arasında. Bitti, tekrar gelir diye çok alkışladık ama hemen radyo eksen gibi bir şey açtılar galiba, ışıklar yandı biz de vazgeçtik.

Açıkçası konsere gelen insan kitlesinin genellikle orospu çocuğu ağırlıklı olduğunu gözlemledim. Bunun yanında Türkiye'nin yüzünü kara çıkarmayacak şekilde "One more Cup of Coffee" ve "Hurricane"i çığlıklar içinde isteyenler oldu, onları tebrik ediyorum eminim, çalamadığı için Bob Dylan dün akşamdan beri ağlıyordur diye tahmin ediyorum. Ayrıca insanlarda "ben dinliyorum ve sözlerini özümsedim söyleyebilirim" gibi saçma bir hava atma hevesi gördüm. "Evet bu şarkıyı da biliyorum, evet en iyi fan benim!" gibisinden. Canım benim en iyi fan sensin zaten 325 liranı vermişsin. Ben o kadar veremedim zaten, elimde olsa gitarı getirip götüren genç olmak isterdim. Ama bir Idiot Wind olsaydı ne kadar güzel olurdu.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN