Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. Bazen, suratıma garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum. (Cin Ali ve Berber Fil, 370.sayfa)
4 Ekim 2011 Salı
George Brassens ve Fabrizio de André Üzerine
Bugün asıl konuya gelmeden önce size biraz Roscoe'dan bahsetmek istiyorum. Öncelikle hemen kendimi özgüvensiz bir şekilde kanıtlama isteği içerisinde bulunduğum için tabii ki "Grup Midlake'i daha ilk albümlerinden beri takip edip, dinliyorum çokta beyeniyorum yaua?" diyip, zihinsiz bir sidik yarışında kendimce eğlenmiş olayım. Bir de bir şey söylemem lazım halihazırda burada "beyeniyorum" falan yazmışken. İnternetlerde, "bebeyim" yazıp çeşitli cümle bitişlerinde sanırım sarkastik olmaya çalışanlar var. Ancak, nasıl desem bilemiyorum bu yüzden canım anadilim Fransızca'dan bir kelime aktarıp buraya pathétique demek istiyorum. Hayır hayır bu yeterli değil, öfkemi dindiremedi, bunu yapanların hepsinin Bakire Meryem ve Ruh-ül Kudüs belasını versin. Cogito'nun İroni sayısı da götlerine girsin. Oh rahatladım, şimdi şarkıdan bahsedeceğim. Zaten, okuyucu kitlemin çoğunun bu şarkıyı bildiğini tahmin ediyorum. Yani 153 kişiden, rahat bir 60'ı falan biliyordu bence. Şimdi anket yapıp "Roscoe'yu biliyor musunuz?" diye yazmak isterdim ama hem 14 tane falan oyu farklı bilgisayarlardan ben vereceğim hem de şımarıp "Peki nasıl bilirdiniz?" diye şaka yapmaktan korktuğum için böyle bir girişimde bulunmuyorum.
Roscoe'yu dinlerken merak ediyorum size de oluyor mu, sanki önceden bir hayatım varmış ancak bu Borges'in Öteki Soruşturmaları'nda paso bahsettiği gibi 5 saniye önce farklı bir evrenin kurulması gibi ardımda kalmış gibi geliyor. Yani, şarkı bende tam olarak melankolik bir his tetikleyemiyor. Roscoe'yu dinlerken sürekli ahşap bir evde sütlaç ya da keşkül yapıyorum gibi geliyor. Bilhassa Keşkül diyebilirim bu hisse, renk bakımından Roscoe keşkül rengi bir şarkı çünkü. Böyle muhallebi kıvamında. Zaten, Midlake'in bu şarkıyı yaptıklarında ne hissettiklerini kestiremiyorum. Hiç şarkı yapmadım ama, bazı grupların mesela efsane değerine oluşacak bir şarkı yaptıkları zaman nasıl bir şey hissettiklerini anlayamıyorum. Hayır bu Oliver Stone'un The Doors filminde gibi ona buna oral seks yaptırmakla da oluşan bir şey olmasa gerek. Yani mesela değerli okuyucular, (burada efsanevi olan ve düzgün bir şarkı düşünme süresi giriyor aslında U2'yu falan baştan eledim ha. Daha havalı bir şeyler arıyorum, dostum bilirsin ya, o beyaz kıçı ısırmak için sabırsızlanıyorum ha!) There is a Light, That never Goes out yazıldığında zaten kabarmış tavuk gibi egolu Morrissey ve Johnny Marr ne hissetmişlerdir. İngilizce ne demişlerdir bilmiyorum, ama Türkçe şöyle bir şey olsa gerek "Abi, şu an mükemmel bir ana tanıklık ediyoruz, jangle pop, indie rock denen olayın resmen temeline kazığı çakıyoruz. Bence hemen lanet olasıca bir aseksüellikle kutlamalıyız bunu." gibi bir şey olurdu.
Şimdi başlıktaki konudan bahsetmek istiyorum. Öncelikle ben değil, George Brassens'in Türkçe Vikipedi'deki başlığı bu konu hakkında biraz bilgilendirsin sizi: "Sadece gitar çalarak söylediği şarkıları aşk ile özgürlüğü övüyor, burjuvalar, papazlar ve geleneklerle alay ediyor. Diğer Fransız şarkıcılarını çok etkiledi." Sanırım, daha fazla bilgiye ihtiyacınız olmayacaktır, bilhassa makale bütünlüğü ve anlatımın akıcılığı açısından çok tatmin edici ama ben biraz daha kendisinden bahsedeyim. Kendisi çok yakın bir tanıdığım ve üvey dedem olurdu. Zaten şimdi fotoğrafından da anlayabileceğiniz gibi, müzisyenlik ve dedelikten para kazanmıştı kendisi profesyonel olarak.Kendisini dinleseniz solcu bıyığının yanısıra(Vikipedi'de de bahsedildiği gibi papazlara dine allaha küfretmesi falan filan) inanılmaz "mihmih" diye gülen insan ses tonuna sahip bir insandı kendisi. Jacques Brel gibi, titililikten, tek bağırsaklılıktan, akciğer sönmesinden ölmemişti. Bu arada Jacques Brel denince de, aklıma Hansel'in çikolatadan evi kemirmeye başlamadan önce, hastalıklı, zayıf hali geliyor ve az çok kendinden tiksiniyorum bu yüzden Jacqes Brel'in. Tabiî biraz Kemalettin Tuğcu'nun Mercan Kolye'sindeki üvey anne gibi davrandığımın farkındayım, ama yapılacak bir şey yok, birkaç şarkısı hariç kendini de pek sevmem.
Fabirizo de André'yi ise yaklaşık 3 aydır dinliyorum. O da yine, fahişeleri, papazları, fakirleri allahı falan anlatan biri. Yani Türkçe Vikipedi sayfası olmadığı için tam olarak ne anlattığını çeviri halinde size sunuyorum ama gençliğinde bir orospu çocuğu olduğu kesin gibi, hemen fotoğrafına bakıp bu önyargıyı perçinlemeyi size de öneriyorum.Yaşlanınca, sonradan toparlanıyor, adama benziyor da, bu tip fotoğrafların daha o zamandan modası geçmiştir de, işte sosyal paylaşım siteleri daha yoktu o dönem. Non al denaro non all'amore né al cielo isimli albümünü dinlemeyi buradaki tüm okurlarıma önerirken niye bu ikilden bahsedip sizin içinizi baydığımı sorabilirsiniz. Çünkü Brassens sadece gitarla şarkılarını söylese de, bu ikilinin şarkılarında bir ortaklık seziyorum, bazen Fabrizio de André'yi dinlerken gözümden bir damla yaş geliyor, ve Brassens'i hatırlayıp anıyorum, ve diyorum ki iyi ki müzik var.
P.S: Bu blog tarihinin en bayağı bitirişini de yaptım ya, şu günden sonra iflah olmam artık. Bu arada şarkıları dinlemenize gerek yok öylesine koydum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder