Bu konuda yalnız olmadığıma dair çeşitli kamuoyu araştırmalarında bulunmuştum. Şu an benimle beraber kaç(klavyenin e harfi bozuk arada atlayabilir kelimelerde) kişi şu şarkıyı dinliyordur. Acaba gelecekteki özel arkadaşım(az önce valide hanımla bir telefon konuşması başımdan geçtiği için bu tip jargon kullanmamı mazur görün lütfen. ) dinliyor mudur diye düşünüyorum bazen. Bu "aha işte öyle az bilinen bir topluluk ki, kesinlikle bu şarkılarını sadece ben dinliyorumdur"dan ziyade, alelade bir şarkı için geçerli olan bir durum. Onların neler düşündüğünü görmek istiyorum, böyle de hümanizma(Hasan Âli Yücel serisinde aynen böyle yazmış Sabahattin Eyüboğlu) dolu biriyim.
Sonra geçenlerde yine Like A Rolling Stone dinleyip, bir yandan da In the Name of the Father'daki gibi(bu arada hiç e kaçırmıyorum, adeta hayat memat meselesi haline geldi bu olay)(gördüğünüz gibi asonansa aliterasyona boğdum bir önceki cümleyi "E be Köylü Kızı, der Memoli" aklıma içinde en fazla "e" harfi içeren cümle olarak bunun gelmesi ise gerçekten de Tayfun Güneyer'in sonunda ahını aldığımı gösteriyor.) bacaklarımı yere vura vura oynuyor "abe kaynana naaptın, naptın, naptın bizeeee" diye şarkıyı söylüyordum ki, birden bayılmışım! Tamam bayılmadım, daha geçen gün bununla dalga geçtim zaten. Neyse mesele şu ki, benim dedemin babası Papaz(ciddiyim!) adı Aziz(Azis değil!), adına sokak falan var hatta Bordeaux'da, neyse efendim kendisinden kalma bir adet cevşen vardı. Delisin filmini hatırlayanlar olacaktır, şemsiyenin içinden çıkıyor paralar(there's always money in the banana stand!) aynı şekilde cevşenle oynarken patlattım. İçinde 22 Ocak 2011 17.38'de Like A Rolling Stone'u dinleyenler diye, biyografi yüklü bir liste çıktı. Oradan seçtiğim 3 kişi hakkındaki bilgiyi buraya yazmaktan çekinmiyorum.
Sirkka Leonen(d.1963): Finlandiya'da sol eli çikolatadan doğan ilk çocuk. Axe Reklamlarını yazan adamın bir akrabası olabilir. 5 yaşındayken baş parmağını yemeye kalkışıyor ve baş parmağının ancak Ramazan Bayramları'nda ve Noel'lerde çocuklara dağıtılabilecek çok kalitesiz pralinden yapıldığını öğrenip depresyona giriyor. 5 yaşında girdiği bu ilk depresyonunu atlatmasında büyük oranda Yalvaç Ural şakaları yardımcı oluyor(Sonradan bunun geçici bir çözüm olduğu, Yalvaç Ural'ın daha derin yaralar açtığı anlaşılacaktır) Depresyonu atlattıktan yıllar sonra 12 yaşındayken çikolatalı mamullere karşı bir nefret geliştiriyor, bir sabah uyandığındanda sol elini kesip, bir kasede eritip şampanya bardağı şeklinde tekrar donduruyor. Bildiğiniz gibi şampanya bardağı aslen Kral Louis'lerden bir tanesinin yavuklusunun memesi şeklindedir. Şol sebepten henüz gelişme yolundaki memelerine wonderbra etkisi yapması amacıyla elinden parçaları sütyene yerleştiriyor.(Burada Felatun Bey ve Rakım Efendi kokusu yayıp araya girmek istiyorum ki, ben sütyen kelimesinin kesinlikle ve kesinlikle "Süt"le bir bağlantısı olduğunu yıllarca düşünmüş bir insanım. Memeye karşı da öyle sakin duygular besleyen biriyim.) 20 yaşında AMATEM'de tanıştığı bir çocuğun "Sirkko yooo, boksono Mr. Tambourine Man oslundo torbocu bü odom hokkundoymuş!" demesi sonucu Bob Dylan dinlemeye başlıyor. Keçi hakkındaki bilgisi sadece Best of(Unutulmayanlar)lardan ibaret. Benimle aynı anda bu şarkıyı dinlerken, Turgut Özal'ı düşünüyordu.
Oliver Cromwell(d.1949): Moby'nin Herman Melville'in çok uzaktan akrabası olması gibi, gerçek Oliver Cromwell'in çok uzaktan akrabası olan Oliver, Keçinin popüler olduğu zamanlarda gençliğini yaşadığı için daha 14 yaşındayken çevresinden Dylan hakkında haberi oldu. 1966'daki Royal Albert Hall olayında(Vaka-i Judas!) arkadaşını fiştikleyerek "Judas!" dedirten ezik kendisidir. Konsere girmek için 18 yaş sınırı bulunmasına rağmen Manchester Endüstri Meslek Lisesi'nin duvarından(tel de var!) atlayarak kaçan Oliver'ın pantolonu duvarın üstündeki paslı tellere sürtünürken biraz yırtılmış, akşam eve döndüğünde annesi kendisini babasına şikayet etmekle tehdit ettiği için, erkenden yatmış "Allahım ve Bebek İsa lütfen annem, babama pantolonumun yırtttığımı söylemesin" diye diye yatağın başında elleri bitişik uyuyakalmıştır. Rüyasında İsa kılığına girmiş Dylan'ın üstünde "Biz de kendi çapımızda sansasyon yaratıp rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz Oliver" yazan bir adet gül vermesi sonucu uyandığında menisküs olmuş dizlerini umursamadan kendisini Rolling Thunder Revue'ye kadar her konserde takip etmiş ve bir adet gül atmıştır. Ancak çok parası olmadığı için kötü yerlerden satın aldığı koltuklar vesilesiyle hep arkadan attığı güller Dylan'a ulaşamamış, kendisi de bir ömür boyu vicdan azabıyla yaşamıştır. Benimle aynı anda şarkıyı dinlerken, kedisinin(Isis) ölümünü izliyordu.
Dilan Yıldız(d.1979): Hayatında yaşadığı en büyük heyecan üstünde "Ölüm Tehlikesi" yazan elektrik trafosuna 3 saniye dokunduktan sonra koşarak uzaklaşmak. Yaptığı şeyin yasadışı olduğundan korkması bir yana, şimdi konuşsak dahi elektriğin o anda takip edeceğine dair korkusunu yenemediğini inkar etmeyecektir. Taşrada doğdu, ilkokula giderken siyah önlük giyen kuşağın bir neferi olmaktan hayatı boyunca gurur duydu. Sohbeti açıldığı zaman siyah önlüğü sürekli övdü. Üniversitede bir arkadaşının Bob Dilan diye ismi telaffuzu sonucu adamla tanıştı. Zira Bob Daylın da diyenler vardı, bu en azından kendi ismini söyleyen biriydi. Ya işte bu da bir şeyler yapıyordu, sikerim içim sıkıldı, sanki postmodern roman yazıyoruz anasını satıyım. Bakın 40 dakikadır bilgisayar başındayım, samimi söylüyorum, şu ana kadar çok keyif alıyordum. Aklıma "bildungsroman" kelimesi geldi, sürekli gülüyorum. Böyle roman türü nasıl olur, içim bulanıyor. Suya batırılmış, poşet gibi anasını satıyım. Hayır Almanca'ya en son da 12 yaşımdayken "geburstag"ı duyduğumda gülmüştüm neden böyle oldu anlamadım. İyice ucuzladım. Gülmeyin! Oyun oynamıyoruz burada acı çekiyoruz! I kalp INTIHAL
eyorllamam bu kadar.
P.S: Ya o değil de, Soylu Optik Manisa'ya giden varsa bana ulaşabilir mi? Millet viral miral diye geziyor. Adamlar viralin kralını yaptılar be!
Sonra geçenlerde yine Like A Rolling Stone dinleyip, bir yandan da In the Name of the Father'daki gibi(bu arada hiç e kaçırmıyorum, adeta hayat memat meselesi haline geldi bu olay)(gördüğünüz gibi asonansa aliterasyona boğdum bir önceki cümleyi "E be Köylü Kızı, der Memoli" aklıma içinde en fazla "e" harfi içeren cümle olarak bunun gelmesi ise gerçekten de Tayfun Güneyer'in sonunda ahını aldığımı gösteriyor.) bacaklarımı yere vura vura oynuyor "abe kaynana naaptın, naptın, naptın bizeeee" diye şarkıyı söylüyordum ki, birden bayılmışım! Tamam bayılmadım, daha geçen gün bununla dalga geçtim zaten. Neyse mesele şu ki, benim dedemin babası Papaz(ciddiyim!) adı Aziz(Azis değil!), adına sokak falan var hatta Bordeaux'da, neyse efendim kendisinden kalma bir adet cevşen vardı. Delisin filmini hatırlayanlar olacaktır, şemsiyenin içinden çıkıyor paralar(there's always money in the banana stand!) aynı şekilde cevşenle oynarken patlattım. İçinde 22 Ocak 2011 17.38'de Like A Rolling Stone'u dinleyenler diye, biyografi yüklü bir liste çıktı. Oradan seçtiğim 3 kişi hakkındaki bilgiyi buraya yazmaktan çekinmiyorum.
Sirkka Leonen(d.1963): Finlandiya'da sol eli çikolatadan doğan ilk çocuk. Axe Reklamlarını yazan adamın bir akrabası olabilir. 5 yaşındayken baş parmağını yemeye kalkışıyor ve baş parmağının ancak Ramazan Bayramları'nda ve Noel'lerde çocuklara dağıtılabilecek çok kalitesiz pralinden yapıldığını öğrenip depresyona giriyor. 5 yaşında girdiği bu ilk depresyonunu atlatmasında büyük oranda Yalvaç Ural şakaları yardımcı oluyor(Sonradan bunun geçici bir çözüm olduğu, Yalvaç Ural'ın daha derin yaralar açtığı anlaşılacaktır) Depresyonu atlattıktan yıllar sonra 12 yaşındayken çikolatalı mamullere karşı bir nefret geliştiriyor, bir sabah uyandığındanda sol elini kesip, bir kasede eritip şampanya bardağı şeklinde tekrar donduruyor. Bildiğiniz gibi şampanya bardağı aslen Kral Louis'lerden bir tanesinin yavuklusunun memesi şeklindedir. Şol sebepten henüz gelişme yolundaki memelerine wonderbra etkisi yapması amacıyla elinden parçaları sütyene yerleştiriyor.(Burada Felatun Bey ve Rakım Efendi kokusu yayıp araya girmek istiyorum ki, ben sütyen kelimesinin kesinlikle ve kesinlikle "Süt"le bir bağlantısı olduğunu yıllarca düşünmüş bir insanım. Memeye karşı da öyle sakin duygular besleyen biriyim.) 20 yaşında AMATEM'de tanıştığı bir çocuğun "Sirkko yooo, boksono Mr. Tambourine Man oslundo torbocu bü odom hokkundoymuş!" demesi sonucu Bob Dylan dinlemeye başlıyor. Keçi hakkındaki bilgisi sadece Best of(Unutulmayanlar)lardan ibaret. Benimle aynı anda bu şarkıyı dinlerken, Turgut Özal'ı düşünüyordu.
Oliver Cromwell(d.1949): Moby'nin Herman Melville'in çok uzaktan akrabası olması gibi, gerçek Oliver Cromwell'in çok uzaktan akrabası olan Oliver, Keçinin popüler olduğu zamanlarda gençliğini yaşadığı için daha 14 yaşındayken çevresinden Dylan hakkında haberi oldu. 1966'daki Royal Albert Hall olayında(Vaka-i Judas!) arkadaşını fiştikleyerek "Judas!" dedirten ezik kendisidir. Konsere girmek için 18 yaş sınırı bulunmasına rağmen Manchester Endüstri Meslek Lisesi'nin duvarından(tel de var!) atlayarak kaçan Oliver'ın pantolonu duvarın üstündeki paslı tellere sürtünürken biraz yırtılmış, akşam eve döndüğünde annesi kendisini babasına şikayet etmekle tehdit ettiği için, erkenden yatmış "Allahım ve Bebek İsa lütfen annem, babama pantolonumun yırtttığımı söylemesin" diye diye yatağın başında elleri bitişik uyuyakalmıştır. Rüyasında İsa kılığına girmiş Dylan'ın üstünde "Biz de kendi çapımızda sansasyon yaratıp rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz Oliver" yazan bir adet gül vermesi sonucu uyandığında menisküs olmuş dizlerini umursamadan kendisini Rolling Thunder Revue'ye kadar her konserde takip etmiş ve bir adet gül atmıştır. Ancak çok parası olmadığı için kötü yerlerden satın aldığı koltuklar vesilesiyle hep arkadan attığı güller Dylan'a ulaşamamış, kendisi de bir ömür boyu vicdan azabıyla yaşamıştır. Benimle aynı anda şarkıyı dinlerken, kedisinin(Isis) ölümünü izliyordu.
Dilan Yıldız(d.1979): Hayatında yaşadığı en büyük heyecan üstünde "Ölüm Tehlikesi" yazan elektrik trafosuna 3 saniye dokunduktan sonra koşarak uzaklaşmak. Yaptığı şeyin yasadışı olduğundan korkması bir yana, şimdi konuşsak dahi elektriğin o anda takip edeceğine dair korkusunu yenemediğini inkar etmeyecektir. Taşrada doğdu, ilkokula giderken siyah önlük giyen kuşağın bir neferi olmaktan hayatı boyunca gurur duydu. Sohbeti açıldığı zaman siyah önlüğü sürekli övdü. Üniversitede bir arkadaşının Bob Dilan diye ismi telaffuzu sonucu adamla tanıştı. Zira Bob Daylın da diyenler vardı, bu en azından kendi ismini söyleyen biriydi. Ya işte bu da bir şeyler yapıyordu, sikerim içim sıkıldı, sanki postmodern roman yazıyoruz anasını satıyım. Bakın 40 dakikadır bilgisayar başındayım, samimi söylüyorum, şu ana kadar çok keyif alıyordum. Aklıma "bildungsroman" kelimesi geldi, sürekli gülüyorum. Böyle roman türü nasıl olur, içim bulanıyor. Suya batırılmış, poşet gibi anasını satıyım. Hayır Almanca'ya en son da 12 yaşımdayken "geburstag"ı duyduğumda gülmüştüm neden böyle oldu anlamadım. İyice ucuzladım. Gülmeyin! Oyun oynamıyoruz burada acı çekiyoruz! I kalp INTIHAL
eyorllamam bu kadar.
P.S: Ya o değil de, Soylu Optik Manisa'ya giden varsa bana ulaşabilir mi? Millet viral miral diye geziyor. Adamlar viralin kralını yaptılar be!
2 yorum:
ben manisadayım şuan ama olayı anlamadm.hayırdır?
Aaa Manisa'da mısın? Furkan'ı tanıyor musun ya? Hoho, o değil de, "soylu optik manisa" diye Datça'dan Edirne'ye büyük ihtimalle motorla gezereken birisi önüne gelen bütün duvarlara sprey boyayla boyamış bunu. Adeta bir "Bel fıtığı 0528 xxx xx xx" gibi bir şey. Ayrıca burada reklam vermeyip 0528 yazmam ise utanç verici bir şey.
Yorum Gönder