13 Ocak 2011 Perşembe

Osman Cavcı ve Ferdi Tayfur Üzerine


Yüksek lisans tezimi "Osman Cavcı ve Acıbademlilik", doktora tezimi ise "Her Ayna klibinde tecavüze uğrayan kadınlar ve 90'lar Türkiyesi için post-yapısalcı feminist okuma" üzerine yazdım. Her zaman söylemişimdir, Osman Cavcı'yla aynı zaman diliminde yaşamaktan gurur duyarım. Arkadaş çevremde de bunu belirtirim, çünkü "Osman Cavcı Türkiye'nin namusudur!". Fransa için Sergeciğim neyse Türkiye vatandaşları için de Osman Cavcı öyledir. Kendisinin Acıbademli'yi oynadığı televizyon filminde Rafet El Roman'ın eski eşi şu an hatırlayamadığım ama Almanya'ya kaçan insan oynuyordu. Seslendirmişler kendisini, dublaj dünyası gerçekten de inanılmaz abzürtlüklere boğulmuş durumda. Geçenlerde Turist Ömer Arabistan'da filmini izlemeye kalkışmış ancak Turist Ömer'i bir devlet memuru ciddiyetiyle seslendirmiş adamı duyunca "Burası bir eğitim müessesi, ticarethane değil. Ben eğitimciyim, tüccar değil. BEN EĞİTİMCİYİM." diyerek kapatmaya çalışırken bayılmışım. Uyandığımda krem rengi bir halı üzerinde yatıyordum, ve kendi kendime "Acaba böyle sıkıcı ve kötü öykülerin başlamasına vesile olan cümleler kurmama sebep olan etken nedir?" diye düşünüyordum. Çünkü bayılıp çok garip bir yerde uyanma olayının birçok kişi ekmeğini yediği için biz Uluslararası Fransız Aydınları Komitesi olarak artık bunları öykü olarak kabul etmiyoruz Fransa'da. Aslında yattığım bu krem rengi halı da, gayet kuledeki odamın halısı, ben bayılınca Peder Monteyn beni omzunda odaya taşımış.

Şimdiye kadar eğlenme amacıyla birçok aksiyonu tatbik etmiş biriyim. Curcunel olsun, Disneyland Paris'teki birçok atraksiyon olsun, efendime söyleyeyim, otoerotik asfiksi ya da en basitinden chateau'daki hizmetçilerle çeşitli gizli münasebetlere girip Seymen Ağa gibi çocuk yapıp hizmetçileri başkasıyla evlendirme gibi ahlaksızlık seviyesine varan durumlar bunlar. Ancak hiçbiri Peder Bey'in omuzlarında gezdirdiği dönemler kadar keyif verici olamadı, googlescholar'ın (ve birçok sevdiğim insanın misal Sir Isaac Newton'ın)da belirttiği gibi "Standing on the shoulders of giants" hissi tam olarak buna yorulabilir. Hayao Miyazaki'nin "Laputa: Castle in the Sky" filminde bir tane dev robot hanımkızımıza saldırıyor, işte aynı o devi kontrol ediyormuş gibi neşelenmekteydim Peder Bey'in omuzlarındayken, şimdi "biz büyüdük ve kirlendi dünya" dememek için zor tutuyorum kendimi ama onun yerine konserve yaprak sarması şu an aklımdan geçmekte bulunduğu için onu demeyeceğim.

Seslendirme müessesinin en önemli insanlarından biri olan Ferdi Tayfur'u, müzik yapan Ferdi Tayfur sandığım için yıllarca Ferdi Tayfur'un da bir Hakan Peker, Nilüfer ya da Tolga Abi gibi hiç yaşlanmayanlar kabilesinin başındaki kişi olduğundan korkmuştum. Sonradan öğrendiğim kadarıyla müzisyen Ferdi Tayfur'un babası bu adamı sevdiği için oğluna aynı ismi vermiş. Aynı zamanda sinemaya gönül vermiş olan Laurel ve Hardy'yi seslendiren Ferdi Tayfur'un Leblebici Horhor Ağa'da oynamış olmasından ötürü kendisini çok kıskanıyorum. Eski bir filmde oynama şansı verilse mutlaka Leblebici Horhor Ağa'da oynardım, filmin fotoğraflarını ne zaman görsem gözlerini belerte belerte bakan Leblebici Horhor Ağa'ya stüdyodaki görevlinin ağzına sıçan Christian Bale gibi tekmeyle dalardım. Ayrıca Ferdi Tayfur'un bu kadar Hollywood tipli çıkması biraz da olsa bozdu beni. Zaten tam bu dönemlerde Dünya'daki briyantin stoğunun büyük bir kısmı Hollywood'a gönderiliyor diye biliyorum.



P.S: En üstteki fotoğraftaki ablanın kot pantolonunun belinden yola çıkarak filmin 1995 yılında çekildiğini derhal tahmin edebiliyorum. Arka koltukta da doksanlar zayıfı oturuyor.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN