Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. Bazen, suratıma garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum. (Cin Ali ve Berber Fil, 370.sayfa)
9 Şubat 2011 Çarşamba
Atlar Üzerine
Atlar güzel hayvanlar. Tamam şimdi gerçek konuya geçiyorum. İngilizce'de şöyle bir söz vardır "Approximately 68 horses are copulating in my head" akşamdan kalmalığı anlatmak için kullanılır. Bazı dillere "Kafamda atlar sikişiyor." diye geçmişliği de var sanırım, tam bir bilgim yok. İşte bu at hayvanları yerine kedilerin kullanılması gerekiyor sevgili dostlarım. Daha mart gelmedi, ancak kedi hayvanları o kadar çok kızışmışlar ki, şato çevresindekileri elimden gelse mektebe kendi ellerimle götüreceğim. Dün gece rüyamda bir kedinin -çok afedersiniz biliyorsunuz böyle ahlaksızlıklara karşıyım. Hani burs veren kurumların bağışçıları olur ya nemrut tipli. İşte en az onlar kadar terbiyeliyim- anüsümü yaladığını gördüm. Sesleri rüyalarıma dahi giriyor artık. Lan bebek isa ve bakire meryem kahretsin, az önce bol miktarda kahve içtiğim için şimdi taşikardi oluştu ve çok heyecanlı yazıyorum mantıklı düşünemiyorum; halbuki blogun konsepti çerçevesinde hiçbir şey anlatmamayı ilke edindiğim için yine bir şey anlatmayacağım. (a show about nothing)
Aslında gelin, anlatacağım. Önceden de insan yavrularından biraz bahsetmiştim, ancak bazı insanlar gelip, "Monteynciğim, çocuğumun vaftiz babası olur musun?" diyorlar, ben de genellikle "Siktir git oradan görmüyor musun? Yazının başlığı "atlar üzerine" şurada ağız tadıyla bir Godfather göndermesi yaptırmadın. Nasıl bir de şakayı açıklamamı bekliyorsun!" falan diyorum.
Şimdiye kadar hiçbir bebekle oynamadım ve sevgi gösterisinde bulunmadım. Açıkçası bebeklere karşı bir nefretim yok, sadece ortak nokta bulmakta zorlandığım için aramızdaki ilişki ortaokul arkadaşınla 9 sene sonra görüşen insanın "bi ara içelim abi ya" demesi gibi bir şey, ancak bu bile değil. Bebeğe "Bi ara içelim abi" desem ne cevap alacağımı kestiremiyorum. Evet, sevimli varlıklar, ancak bunun tamamen biz normal insanların(bebeklik,çocukluk ve ergenlik yavaş yavaş gerileyip yok olan bir sarhoşluk) onlarla ilgilenmesi için çeşitli oyunlarla kafalarının ve gözlerinin büyük olduğunu biliyor muydunuz? Muhtemelen bilenleriniz vardır, bu büyük kafa, büyük gözler falan onlara bakmaya itip duygularımızı sömürüyor başka da bir özellikleri yok. Evet biliyorum "Daha 3 yaşında ama internete giriyor abisi." ancak bu benim o kadar umrumda olmayan bir olay ki, şu an siz bu cümleyi okurken "umrumda" mı yoksa "umurumda" mı diye yazılır, orada ses düşmesi olur mu gibi olaylara daha çok önem veriyorum. Açıkçası konuşurken "Abi ya The Final Cut'ı dinlemiş miydin?" diyemeyeceğim birisi benim canımı sıkıyor.
Evet, çocuk ve bebeklere saygı duyuyorum, ancak çocuk/bebek sevmeyen birine zorla "al telefonu" diye verilince açıkçası benim esrik ve güvercin ürkekliğindeki yüreğimde eski sevgilimle bir buçuk yıl aradan sonra konuşurmuş gibi gergin bir his oluşuyor. Eminim, birçok bûlok'ta da şu "bilgisayarla oynasın mı?" konusundan bahsedilip şakası yapılmıştır. Ancak, şunu demek isterim ki, bir tane bile çocuğun herhangi bir araba yarışı oyununu dahi doğru düzgün becerdiğini göremedim,değişen renklerin saykedelik etkisi serotonin salgılanması için kimyasallar gönderiyor. Nelerden bahsediyorum ya hu, zaten 10 gündür yazmıyorum. Hayır şu yüzden yazmıyorum, Sorbonne'dan, Şatoma geri döndüm 10 gündür hiçbir çocuk kuleme yollanmasın diye bilgisayarı iki yıl önce siktirettim, 4 bir yanı kitaplarla kapladım. Bir tane güzel ve dikkat çekici bir poster dahi bulunmuyor. Hatta uzaklaşmaları için size kulemin duvarlarına astığım haritaları sayacağım "güneş sistemi,dünya, avrupa, fransa, everest, mezopotamya" gördüğünüz gibi ben de yahudi/amerikan/mason çıktım ve dünya üzerindeki çeşitli emellerimi şu an adını bilmediğim ancak içinde ahşap gemi bulunan filmlerde kaptanların altın bir pergele benzeyen aletinden kullanarak haritalar üzerinde çeşitli çizimler yapıyorum. Bir de sekstantım vari onu neden kullanıyorum bilemiyorum.
Önümüzdeki yazıda: "Genco Erkal'ın Nazım Hikmet'ten yediği ekmeği kimse yemedi üzerine" ciddiyim mirasçıları bile teliflerden falan bu kadar kazanmıyordur. Neyse, yapsın o da güzel. Ya durun neşeli müzik koyayım buraya da:
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
o bebek sendromu birinci dereceden bir yakının çocuğu olunca değişiyor. ben daha önce nefret ettiğimi sanırdım, hatta bazen vicdan azabı duyardım niye böyleyim diye, şimdi her gördüğüm bebekte yiğenimi arıyorum ve ağzımdan kontrolsüz şekilde anlam veremediğim sesler çıkartarak seviyorum bile onları.
Kendi çocuğumu 12 yaşına kadar sevemedim! Neyse efendim mesele bu değil. Zaten çocuğum da yok. Birçok 1. dereceden akrabam yavruladı ancak kendilerine hiçbir sevgi gösterisinde bulunamadım. Olmayınca olmuyor.
Yorum Gönder