Çok uzun süredir, -hakkında dönemlerinin en iyi yazıları yazılmış olsa da- ben de kendi varlığımın farkına vardığım zamanlarda çok acaip, çok ağır cümleler kuracağıma inanıp bir şeyler yazıyorum, tabii ki çok kalitesiz soluk kopyalar olduğu yazıyı okurken ortaya çıkıyor. Yazarken, sanki evrendeki en güçlü sözcükleri seçiyormuşum gibi geliyor.
Ama, size de hiç olur mu bilemiyorum. Bazen, hiçbir şey olmazken elime bakıp kendi elime yabancılaşırım. Parmaklarım çok farklı gelir. Yani, parmaklarım aynı gelir, ama benim için o an çok farklı bir değer haline gelmişlerdir, mesela her bir parmağıma bakarak birer birer oynatmaya başlarım. Serçe Parmağımı gözlerimle kontrol etmeye çalışırım, benim vücudumun bir parçası olduğuna göre benim isteğimle hareket etmesi gerekir çünkü. Ama aslında, bakmaktan ziyade başka bir şey yollarım o parmaklara ve hareket ederler. Mesela, ampute insanlarda, hayalet organ sendromu denilen bir sanrı hastalığı olabiliyormuş. Şahı parmaklarıyla bardağı tutmaya gidiyor, ama başparmağı olmadığı için birden tutamayıp boşluğa düşürüyür. Beyin sinyali yolluyor ama vücut tepki vermiyor. Başka birisi de rüyalarında bacağının ya da başka bir organının kesilmediğini görerek yürürmüş.
İşte benim için parmaklarımın varolduğunun ve onları kontrol edebildiğimin farkına varmam da çok farklı bir hisle vücuduma yayılır. Mesela parmaklarımdandan sonra, kollarımı merak edip, sanki ilk defa hareket ettiriyormuş gibi aptal hareketler yaparım, yaptırırım. Ardından bu hisler vücuduma yayılacak kadar güçlü hale gelmeden yok olurlar. Ama tam o saniyelerde, geri kalan hiçbir şeyin varlığının benimkinin ötesinde olduğunu hissedemeyecek kadar varlıkla dolmuş oluyorum.
Sadece parmaklara uzun süre bakarak olan bir şey değil ama bu, sadece bazı anlarda oluyor, o anlarda açlıktan ölene kadar sadece yaşamak istiyorum işte.
Buna benzer bir şeyi, birisinden daha duymuştum. Kendisi Kanada'da bulunurken ona R.E.M'in Best of albümü hediye edilmiş, gezerken sürekli onu dinliyormuş. Tekrar Almanya'ya döndüğünde bir gün bisikletle gezerken ve yine albümü dinlerken bir yol ayrımına gelmiş, ve sokağa baktığında aniden Almanya'da olduğu gerçeğini algılayamamış, kendi varlığını Kanada'da zannetmiş. Aslında bakınca ayrı olaylar gibi görünen bu ikiliyi, o anın içindeyken çok benzer özelliklere sahip olduğunu hissediyorsunuz.
Evet! Buldum, budizmde buna benzer bir şeyin olduğunu biliyordum. ( İçinizden "hahayt nirvana dimiii?" diyenlerin kafasına hari krishna düşsün) Satori,deniliyormuş. Ani farkına varma, farkındalık durumu. Bu an o kadar kısa sürüyor ki, düşününce uçup gidiyor. Her yerde olabiliyor, uygun ortam tamamen kendi kendine oluşuyor bazen. Bir kokuyla birlikte belli bir açıda ciçeri gelen ışık yaratabiliyor bunu mesela. Üstüne gittikçe yok olmaya müsait. Çok kötü bir benzetme olacak ama, benim gözümde son on yıldan beri siyah bir leke var, kendiliğinden hareket ediyor, bazen görme sınırlarıma giriyor, sonra takip etmeye kalkışırsam aniden aşağı yukarı kayarak ulaşamayacağım bir yere varıyor. Onun gibi bir şey bu da, ama bu anların insanın kendinde yarattığı doyum çok farklı.
Ama eminim, hissin sürekliliği olsaydı, bu kadar istemezdim onun tekrar gerçekleşmelerini.
Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. Bazen, suratıma garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum. (Cin Ali ve Berber Fil, 370.sayfa)
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder