4 Aralık 2009 Cuma

Yavrular Üzerine


Böyle akılları karıştıran, Cilalı İbo başlığı atmak pek hoş değil ama tüm canlı ırklarının yavrularından ve özellikle en haşır neşir olduğumuz İnsan yavrularından bahsetmek istiyorum.(insanı özel isim sanarak yazdım, sonra okuyunca toparladım, ama o hatanın ibret abidesi olarak kalması gerekiyor.)

İnternette dolaşan ayı, panda, maymun, ve hatta tembel hayvan yavruları videoları ne kadar sevimli değil mi? Hapşıran panda yavrusu internet olayı olmuştu hatta. Aha gerçi o çok gülen bebek de youtube'da en çok izlenenlerdendi. Hapşıran Panda Yavrusu Charlie'ye karşı! İşte hayvan yavrularında doğal bir sevimlilik varken, insan yavrularında bu ekstra bir özellik olarak geliyor. Çünkü bazı bebekler var, malesef düştükleri zaman bile sevimli olamıyorlar. Gerçi 3 yaşından sonra tamamen yitiriyorlar zaten sevimliliklerini, ama artık o palazlanma evresi hemen hemen yavruluk bitmiş, bir civcivden piliç, buzağıdan dana, sırtı tüylü olan çita yavrusundan sırtı tüysüz olan çita yavrusuna geçiş gibi ara evrelerine geçmiş bulunuyorlar, üstüne bir de ergenlik var. Ondan sonrasında ortalama 20 yıl adam gibi takılabiliyorsun.

Tahiminimce en sevimsiz bebek, terleyen ve saçlı bebektir. Suratı da kızarınca aniden sinirleniyorum insanoğlunun yavrusunun bu acizliğine. Tamam insan yavrularından sevimli olanları var, ama bebek terleyince İsmail Türüt oluyor biraz bence. Burada doğal olarak gelen, kusma, altına sıçma gibi özelliklerden bahsetmeye gerek yok, sonuç olarak o da şuursuz bir yavruyu bunlardan sorumlu tutmak canilik olur.

Ama 3 yaş sınırı çok önemli bence, eğer 3 yaşına kadar kaybetmemişse sevimliliğini zaten 3 yaş civarlarında başlayan soru sorma süreciyle tamamen yitiriyor bütün sevimliliğini. Geçenlerde bir bankta oturup telefonda bir şeyler okuyorum, ışıklı olduğu için gelip telefona bakıyor, sonra sürekli benim yüzüme bakıyor. Yüzüne bakmadım doğal olarak, bu oyuna gelecek değilim. Sonra muhabbete girmeye çalışıp "Montun ne renk? Yeleğin benim olsun mu? Sen benim çocuğum ol." sorularına düşmekten çok korktum. O da saçlı ve terliydi, sonra yola çıkınca vazgeçilmez bir ritüel olan zırlama sürecine başladı.

Ama çocuğu görmeliydiniz dostlar, bir ya da iki yıl sonra "Abisi/Ablası, Berk bilgisayarında oyun oynayabilir mi diye soruyor."u annesine bin zorlukla sorduracak kişiydi. Bazen bizim şatoda altın günleri yapılır çevre şatolardan Duschés'ler gelirdi. "Koş bakalım Monteyn abin napıyomuş arkada." lafını işitir işitmez kendimi öldürmek isterdim. Sonunda ma mére'le tartışmak durumunda kalmıştım. Hem de ergen kavgası değil, yani "Onnö yooo yollomo çocokloru odomo" değildi. Paşalar gibi, "Walide Xanımcığım, biliyorsunuz benim eq'm biraz düşük, hayatımda girdiğim mülakatlardan hiçbirinde, bir çocukla girdiğim diyalog kadar gerilmedim. Başaramıyorum bu işi." dedim. O da "Yaa, insanın içinde olsun içinde, öğretmekle olmuyor. Bana ma mére mi öğretti!!" cevaplarını verdi, sonunda mutabık olduk ve şatonun benim bulunduğum katına çocuk yollamamaya başladı. Gerçi insan yavrusu müessesinden biraz uzaklaşmış gibi oldum, ama hani daha tüyleri çıkmamış kedi yavruları olur ya, işte saçlı ve terli bebeğe ona durduğum mesafede duruyorum.

P.S: temsili fotoğraftaki arkadaş belki bi tanıdığın fotoğrafıdır diye gözüne siyah bant çekmek durumunda kaldım.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN