27 Mart 2009 Cuma

the piper at the gates of dawn üzerine


Bir zamanlar en sevdiğim grup, Pink Floyd üstüne çok az konuşup sonra da ilk albümleri olan, The Piper At The Gates of Dawn hakkında bir şeyler saçmalayıp sonlandıracağım bu yazıyı. Öncelikle şunu belirteyim ki benim favori PF albümüm kesinlikle The Piper At The Gates of Dawn değil; ya The Final Cut ya da Atom Heart Mother olabilir emin değilim.
İlk cümleyi okudum ve de hiçbir yaratıcılık beklemiyorum yazıdan. Neyse, başlıyorum...

1967, syd barrett, psychedelic, space rock, interstellar overdrive...
Bunlar böyle giderek bir Ertuğrul Özkök, ya da en azından Abbas Güçlü yazısı girişi hissi uyandırıyor.

a.Ertuğrul Özkök için benzer giriş: "ordu, darbe, elitlik, ezik okuyucu"
b.Abbas Güçlü için benzer giriş: "eğitim, okul, sınav, merhaba ben işe yaramayan önerilerde bulunmaya bayılıyorum"(sonuncusu madde olmadı gerçi, ama olan oldu bir kere)

İlk olarak, gelecekte kesinlikle Bay Barrett'la ilgili yazı yazacağım, ama şimdi burada bahsetmeyeceğim ondan. Sadece bu yeni basım CD'nin üstünde Bay Barrett'ın bulunması hoş, çok uygun da olmuş, ama onun yerine albüm tasarımını basmaları daha iyi olurdu sanki. Çünkü, albümün kapağındaki o "Emel Sayın filmlerindeki çiçek dürbünü gibi bir şeyden bakıp onu bin tane görme" tasarımı albümün havasını daha iyi yansıtıyor sanki. Neyse,girişteki sıralamaya göre, "1967" diyor ve yazmaya girişiyorum. Sgt. Peppers Lonely Hearts Club Band'le aynı stüdyoda yan yana kaydedilen bu albümü bir çoğu Space Rock'ın temel taşlarından biri olarak kabul eder. Aksini iddia eden varsa ve bunu kanıtlayacaksa da umrumda değil, benim için oturmuş bu önyargı sürekli bir mutluluk sağlıyor yaklaşık 4 yıldır sanırım. Space Rock dediysem "Interstellar Overdrive"ı bunu ilk örnek olarak göstereyim, çünkü çok açık bir şekilde, adeta kör göze parmak ayarında kafalar bir milyon olmuş halde yazıldığı belli oluyor şarkının. Şarkının şunlar denilerek yazıldığını hissediyoruz, "Dayı, kafayı çok pis yükledim, hayvan gibiyim, alayım elime gitarı da şöyle tellere ne geldiyse vurayım" ayarında yazıldığı hissi veriyor. Arada gitar bitiyor ve tamamen klavye giriyor, işte orası dörtlünün tribinin başladığı ve kafaların yüklendiği saniye. Neyse, o dönem zaten kafası ramazan pidesi gibi olmadan şarkı yazanlar dışlanıyorlar galiba: Hendrix, Jefferson Airplane vs.

Benim derdim 2007de çıkan 40.yıl kaydıyla ilgili, bir kere 2007 demek istemezdim çünkü, Türkiye'ye çıkışından iki ay sonra bile Invaders Must Die gelmemişken, nasıl olup yayınlanışından bir ay sonra bu albüm gelir hala inanamıyorum. Ama geliş tarihi olarak 2007 Kasım diyeyim en azından. Neyse geçiyorum bu ilgi çekmeyen bilgileri ve anlatıma doğru kayıyorum...

Az kalsın bazı rastlantılar sonucu ben bu kaydın hem mono hem de stereo kaydına(yani 40.yıl baskısına) sahip oluyordum, ancak yine bazı rastlantılar sonucu ne mono ne de stereo kaydına sahip olabildim. Tabii ki, yasa dışı müzik indirme bağımlısı olduğum için 40. yıl özel basımına kitapçığı dahil ulaşıp indirdim. İşte her şey bundan sonra başladı...

Mesela, stereo kaydın kafayı hayvan gibi yaptığını tabii ki biliyoruz; bike, lucifer sam ve de Pow.R Toc H. 'tan filan, ama bu özel basımla beraber gelen mono kayıt çok farklı bir etki yaratıyor zihinde. Sanırım, Bay Barrett'ın sesini hiç bu kadar soyut duymamıştık, yani plağın mono basımını 1967de alanlar ve de plak toplayıcı hasta ruhlu naylon poşet Issız Adamlar hariç. Soyut deyip açıyorum insanlar, çünkü böyle "soyut" deyip bırakınca, resmen Pelin Batu kalitesizliğinde bakmış olacağım cânım albüme. Eğer Roll'da okuduysanız, çok rahat bir şekilde, hatta beyninizi formaldehit çözeltisi içerisine koysanız bile "koşayım, arada karizmatik ve de elit laflar edeyim, sonra da albüme: 'dinleyin işte canım'ın karizmatik versiyonunu koyayım" diyerek yazdığını göreceksiniz. Böyle karizmatik yazdığını sanıp, okuyanların ne anlayıp anlamadığını sallamayan, R.E.M'in İstanbul konserinde, eline verilen Times New Roman, 12puntoya basılı A4 kağıdındaki bir gram samimi hisler duyamadığı kağıtları okuyup dudaklarıyla milleti etkileyebilecek seviyede kötü bir müzik eleştirmeni. Evet, çirkefleştim ve de yüzyüze gelip onu ezme ateşiyle yanıyorum. Sırf o konserdeki doğa moğa ayağında konuştuğu samimiyetsiz tavrının videosunu gösterip hiç konuşmadan yüzüne karşı onu rezil etmek istiyorum.

The Piper At The Gates Of Dawn'ın monosu inanılmaz bir deneyim, önceden bin kere hem stereo'sunu orijinal cd kaydından dinlemiş, hem mp3'ünü(empithrii değil, ben pelin batu değilim, empiüç diyorum bu yüzden) dinlemiştim, ama bu tamamen farklı. Sanırım buna ingilizce "fake stereo" deniliyor. Yani çeşitli oyunlar yapıp o rezil mono kaydı bize stereo gibi yutturmak oluyor. Bu arada, şunu da söyleyeyim ki, bunu The Beatles da yapmış, yani çeşitli insanlar "Yeaa abie yeaa The Beatles tek kulaklıkla dinlenmez" derse, ona atmanız gereken kafa şeklini çok yakın zamanda açıklayacağım zaten. Çünkü hem stereo hem de mono kayıtlar piyasaya sürülmüş bu dönemlerde.
Nasıl dinlenmez???? Dylan, Beatles, Soft Machine bu insanlar hep stereo gibi gösterip mono vurmayı tercih etmişler kendi dönemlerinde yeni yeni stereo çıkmaya başladığı için. Hatta Dylan, "Nashville Skyline" dahil, hem mono hem de stereo bastırıyor galiba, bu da en azından 1969 sanırım. Hatta bir sitede, hem mono hem de stereo baskılarının albüm kapaklarını ayrı ayrı göstermiş, gerçi çoğundaki tek fark <=STEREO=> yazısı oluyor, aynen de bu şekilde oluyor o yazı.

Ehh bunu da yaptırdınız ey okurlar, şarkı şarkı size bunları kısaca açıklayağım:
1.Astronomy Domine: İlk olarak bu şarkıyla ilgili utanç verici bir anımı anlatıp sonra şarkının mono ve de sterero karşılaştırmasına gireceğim. Yıllarca şarkının adının "astronomidomayn" olduğunu sandıktan sonra David Gilmour'un "Remember That Night" DVD'sinde bunu "astronomidomineee" diye telaffuz etmesi sonucu büyük bir şok geçirmiştim. Evet, bu kalitesiz burjuva utancından sonra şarkıya devam ediyorum. Stereo kaydının girişini çok sağlam olduğu kesin, radyo dalgası şeklinde konuşmayla başlayan giriş, mono'dan daha iyi, ve de bas yürüyüşü çok iyi duyuluyor. Peki, nedir bu mono kaydı bu kadar etkileyici yapan??? Çünkü (ehh Bay Barrett demeyi de kesiyorum artık) Syd'in sesi, mono'da daha temiz geliyor. Bu diğer şarkılarda da aynı. Çünkü Stereo'da geriden gelen Richard Wright sesleri geri vokalleri Syd'i bir miktar kapatıyor. ARKADAŞIM ADAM ZATEN UTANGAÇ, NİYE BİDE LAFINI KESİYOSUN!!!!! Diyorum rahmetli Richard'cığıma.

2.Lucifer Sam: Bu şarkının stereo ya da mono kaydını dinlemek farketmiyor, ikisi de kafanın içini kaleydoskopa çeviriyor. Çokrahat bir şekilde şarkıda yeşil rengi koklamak mümkün. Yeşilin daha iyi koklanabildiği bir şarkı duymadım. Hatta renkler Aphex Twin hariç, hiç bu kadar koklanabilir olmamıştı.

3.Matilda Mother: Günlerce "deeerevazekinghurüulddılend" diye gezdiren bu şarkıda bas Syd'le ortaklık kuruyor, ayrıca gelecekte grupta baskın rolü oynayacak Waters'ı çok rahat duyuyoruz, tabii ki grubta Syd'in ezilmediğini keskin Telecaster tonlarından anlıyoruz, ama mono bünyede daha farklı bir etki yaratıyor kuşkusuz. Ona da şimdi geçiyoruz. İnanamıyorum, şarkı o kadar aralıklarla dökülmüş pembe ki, keşke biz uyurken duyu organlarımız tamamen kapanmasaydı ve de pembeler ülkesine gidebilseydik bu şarkıyla. Bas, mono kayıtta gitarı destekler bir halde olmuş, davul tamamen arka plana itilmiş. Şarkı da Syth'lerin ve de Gitar tonlarının baskınlığını duyuyoruz. Bu da neye yol açıyor??? Şarkının hafifleyip ton atmasına. Stereo kayıt daha kapalı bir his verirken, mono çok farklı bir sevimlilik veriyor.

4.Flaming: Mono kaydını yayınlasalar çok daha iyiymiş. Çünkü, burada Syd'in sesi, monoya indiği için bulanıp psychedelic hava yaratıyor.(hah psychedelic'i doğru yazdım.) Ayrıca şarkıda anlamsız zil sesleri, stereodan daha iyi. Ama önceki bir kaç şarkıda bahsettiğim gibi yine geri vokaller baskınlık sağlıyor Syd'e, ama işte kaderin bir oyunu diyebiliriz.


Sıkıldım, diğerlerini de siz dinleyip kafanıza göre yorum yazın. Ama gelip stereo halinin mono'dan daha iyi olduğunu iddia edecek olan varsa seve seve kavga etmeye de hazırım. Champs Elysees sokaklarında, sarhoşlar ve de fahişeler arasında ekmek kavgasıyla büyüdüm ben. Kavgayı da bilrim, Le Ballyci çocukları(Enfant de Bally) da.

Aman, The Gnome'u unutmayacağım bu şarkılar arasında, çünkü anlayarak dinlediğim ilk ingilizce şarkı kendisi,bu kadar çocukça yazılmış sözler olamaz, bir şarkı insanı salıncakla sallanma isteğiyle ancak bu kadar doldurabilir. Kaldığım şatonun hemen arkasında salıncak olduğu için ben bu ihtiyacımı çok rahat karşılıyorum, ya siz?

Ve de son olarak şarkı sözleri:

"Everybody knows that the war is over, everybody knows the good guys lost"

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN