Şimdi, eğitim gibi zorunlu bi(evet,bir değil "bi"!) sebepten ötürü Ankara gibi bi şehirde bulunmak durumunda kalıyorum. Gelip size Ankara'nın anlamsız yanlarını aşağılama ihtiyacı hissetmiyorum, gidip ekşi sözlük vesaire okuyunca zaten bu acınası kentin ne durumda olduğunu herkes bilecektir.
Neyse, benim asıl derdim buranın uyuzluğuyla falan ilgili değil. Tüm insanlığa( evet tüm insanlığın türkçe bildiğini varsayacak kadar hayvanım, "70 milyon bizi izliyor" komikliği kadar da eziktir heralde bu olay) mimari bir yapıdan bahsetmek istiyorum. Bu yapı Ankamall ya da Armada, ki sanırım Armada olan yapınının karşısında olan bir inşaat(konstrüksiyon halinde diyeceğimi sananlara şarbonlu mektup yolluyorum). Bu inşaatın komikliğine gelince... Geçen sene de burada bulunup ODTÜ'nün kampüsüne bağlanmak zorunda kaldığım zaman Ankara'da dolaşırken de görmüştüm. Bu ne idi? Alllahım bu devasa yapı adeta hepimizi yutabilecek çekim kuvvetine ve de diğer özelliklere sahipti, çünkü rengi yeşil gibi ama mavi gibiydi ama aynı zamanda yanından gri betonlar yükseliyordu. Bu endüstriyel mimari benim zihnimi dondurmuştu yüce heybetiyle. Önümüzdeki 1000 yıl boyunca tükenmeyecek bir heybete sahipti, yeni milenyuma bu çelik yapıyla çok rahat girebilirdik, adeta ankaranın ayasofyası diyebiliriz.
İstanbul'da, Taksim'e çıkarken şu otopark gibi, inşaat gibi ne olduğu anlaşılmayan binanın yanında geçenler, ya da vapurla eminönü-kadıköy ya da beşiktaş-kadıköy yapanlar bileceklerdir ki bu yapı uzaktan da rahatsız edici endüstriyel yapı şeklinde durmaktadır. Hatta bant dergisinin 50,49 ya da 48inci sayısında bu yapının endüstriyel etkisi hakkında bişeyler yazılmıştı.
İşte ben de diyorum ki, Ankara'daki bu bina aslında Taksim sularındaki şu çürümüş inşaatımsı binayla yarışmak için konmuştur. Zira unutmayalım ki Ulus'ta eski yapılar falan var(her ne kadar en harika yerinde "hak ve hakikat partisi"nin merkezi bulunsa da) İstanbul'un güzelliğine en azından yakınlaşmak amacıyla yapılmış, erken Cumhuriyet dönemi Alman mimarisi ve İslam-Türk mimarisi etkileşimli yapıları biliyorsunuz siz ey Ankara'yı görmüş olanlar, işte bu yapılar da zamanında İstanbul'un etkileyiciliği altında ezilmiş olan sarı -ya da bazı melankolik insanların deyişiyle gri- Ankara'nın İstanbul'a yetişebilmesi amacıyla yapılmıştır. Bir önceki cümlenin ne kadar kötü bir kurguya sahip olduğunun farkındayım ancak TDK'ya ibret olsun ve gidip insanlara düzgününü öğretsin diye düzeltmeyeceğim onu.
Yani diyorum ki "Ay şekerim tek eksiğimiz deniz" diyenler, her gün sizi duydukça ezilmişliğinize ve zavallılığınıza gülesim geliyor. Aynı zamanda "Ama Ankara çok planlı canım" diyenler, size diyecek bir şeyim yok çünkü gidip Keçiören'e falan baktığım zaman bunu göremiyorum ve bunun yanında gelip bana Tunalı Hilmi derebeyliğini ve çevresini örnek göstermek ancak insanların anakarayı kurtarma isteğinin bir örneği olacaktır. Özal sonrası dönemden, Kızılay'ın kesinlikle kurtulamadığı bir Ankara ve iğrenç bir şehir görüyorum, en azından o "bizim sadece denizimiz yok canım" dediğiniz İstanbul'un harika bir tarihi arkaplanı var ve gerçek bir denizi var. Ha bu arada o sadece "deniz" değil ankara sever insanlar, "boğaz"o yani turistik ve estetik olarak bir çok insanın dolaştığı hastası kaldığı bir coğrafi yapı, bunun nasıl "sadece" gibi sıfat mı artık edat mı ne bok olduğunu yıllardır öğrenemediğim kelimeyle tanımlandığına da inanamıyorum. Nasıl, bunu "sadece"lik bir ucuzlukta anlatabilirsin ey yapay göllerin ve de 155 metre genişliğindeki yolların, ve yürüyen merdivene binince kendini metropolde sananların, ve de her yıl ivmelenerek artan Alışveriş merkezlerinin komik dükkanlarında gezenlerin, ve anlamsız üstgeçitlerin ve kendini böylece Avrupa başkenti sananların, ve de Arjantin-Bağdat,Tunalı- Nişantaşı karşılaştırılmalarının yapılmaması gerektiğini bilmeyenlerin kentindeki insanlar.
Vazgeçtim, hiç bir şeyi kimseye kanıtlamayacağım, gidin sadece eksik olan denizinizi tamamladığınızda Ankara'nın ne kadar yapay ve çirkin olacağını kabuslarınızda görünüz ankara severler. Denizin suları çekildiği zamanlar, anlayınız kentinizi
Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. Bazen, suratıma garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum. (Cin Ali ve Berber Fil, 370.sayfa)
20 Ocak 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder