30 Mayıs 2014 Cuma

Angelopoulos Üzerine

"Why mother nothing happens as we wish? Why?Why does one have to rot in silence... torn between pain and desire? Why did I live my life in exile? Why, when I felt at home, only when I could speak my own language? My language, when I could find the lost words or bring the forgotten words out ıf the silence. Why only at that very moment could I heat the echo of my own footsteps in the house? Tell me mother, why can't one learn to love"
Mia aioniotita kai mia mera
Andrew Largeman: You know that point in your life when you realize the house you grew up in isn't really your home anymore? All of a sudden even though you have some place where you put your shit, that idea of home is gone.
Sam: I still feel at home in my house.
Andrew Largeman: You'll see one day when you move out it just sort of happens one day and it's gone. You feel like you can never get it back. It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist. Maybe it's like this rite of passage, you know. You won't ever have this feeling again until you create a new idea of home for yourself, you know, for your kids, for the family you start, it's like a cycle or something. I don't know, but I miss the idea of it, you know. Maybe that's all family really is. A group of people that miss the same imaginary place.
Sam: [cuddles up to Andrew] Maybe.
Garden State

Bir şeyler diyecektim. Kafamdaki iki filmin mevzusunu kopyalarken unutuverdim. Ama aşağı yukarı şöyle bir şeydi. Ulis'in Bakışı'nda Harvey Keitel'in aşık olduğu fakat aşık olmadığı kadına sarılıp "seni sevemediğim için ağlıyorum" dediği yeri izleyenler hatırlayacaktır; onu hüzünle değil, tutkuyla söyleyerek sırtını okşayarak ağlıyor.(Lenin simgesi beklenmeyecek kabalıktaydı. Angelopoulos'un zihni adına utanıyorum. En fazla emir kusturika seviyesinde bir balkan göndermesiydi. Midem bulandı.)  Bir yerde yuvadan falan da bahsedecektim onu küçük yaşta evinden ayrılan çocuklarla bağdaştıracaktım falan onu da unuttum. Halihazırda yatağımda yatmaktaydım, işemek için kalktım ve yazmak istedim.

Ama şöyle bir şeydi. Angelopoulos'un hemen hiçbirimizin ulaşamayacağı mutlak mutluluk anını her zaman bilmesi sanırım kendisinin külliyatını oluşturuyor. Burada merak ettiğim mesele, şimdi Fransızım diye demiyorum ama objet petit a'nın bir külliyatı nasıl oluşturduğudur.

Neyse, hatırısayılır bir topluluğun aşağıdaki taraflardan biri veya diğeri olarak yaşadığını düşünüyorum. Proust dostum bu konuda 5000 sayfalık kitap yazarak en azından üzerimden bir yükü çekip almış oldu. Yani normalde düşünmezdim ama gerçekten de bazı insanlar demek böyle düşünüyor ki hakkında kallavi kitap yazılmış.
Ya Allasen o kadar her türlü ezikliği gözlemiş ki şunu dahi demiş:

"Saint-loup'nun bana beslediği dostluk ve hayranlık, benim gözümde hak ettiğim şeyler değildi ve bunlara ilgisiz kalmıştım. Birden gözümde değer kazandılar; bunları Mme de Guermantes'a bildirmesini isterdim; hattâ kendisinden böyle ricade bulunabilirdim, çünkü âşık olduğumuz anda, sahip olduğumuz anda, sahip olduğumuz bütün bilinmeyen küçük ayrıcalıklarımızı sevdiğimiz kadına duyurabilmeyi isteriz; hayatta zavallıların ve can sıkıcı insanların yaptığı gibi. Sevdiğimiz kadının bunlardan habersiz olması bize ıstırap verir; kendimizi teselli etmeye çalışır, bunlar hiçbir zaman görünür olmadığı için, belki de sevdiğimiz kadının, bizimle ilgili fikrine, bu bilinmeyen meziyetler ihtimalini eklediğini düşünürüz." (le côté de guermantes)

Ayyyy düşünmez olaydın Marcel de böyle durduk yere kahrolmayaydın. Albertine de böyle senin sonra götünden kanı alır işte. Bat Proust, bat!

Filmin dediğim sahnesi:

Bir de ertelenmiş haz gibi bir şeyden bahsedecektim ama blogun okur sayısının 150 civarında olduğunu gördüm. Bunun 50'sini zaten ben sayfanın düzenini ayarlarken toparlıyorum. Geri kalan yüz kişinin de yanaklarından öpüyorum. Umarım hiçbiriniz bu yazıda sırtı sıvazlanan taraf ya da sırtı sıvazlayan taraf değilsinizdir. Şaka şaka tamam biliyorum, onun da tadı başka. Yanaklarınızdan öperim. Yani siz de en aktif olduğum dönemde artmadınız, sonra baktım yazmıyorum yine aynı sayfa görünme sayısı var. Ben ne yapabilirim?

Şarkıyı da şöyle yapalım:

Ya bu filmde Venus'ü mü Vermeer'in avradını mı ne oynayan hatunun inanılmaz bir çekiciliği vardı ama 1982-1996 arası siyah çorap giymiş hemen tüm kadınların garip bir çekiciliği var zaten. Her zaman var zaten de, o hissiyatı o dönem arası için çaktığınızı varsayıyorum. Olaydan alakasız olarak aklıma Şebnem Paker geliyor, elektro bağlama geliyor. Oryantalizm geliyor. Dostum rahmetli Edward Said'in şu sözleri kulağımda yankılanıyor: "Verse sikmez misin?"

P.S: Ben bu yeni bûlokçuluğu kullanmayı öğrenemedim her paragraf ayrı renk ve boyutta oluyor:(

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 MONTEYN