Uzun zamandan beri, müzik ve sinema gibi muhabbetleri önermiyordum, fakat 5-6 ay kadar önce izlediğim Sanatorium Pod Klepsydra'yı önermek için de içim içimi kemiriyordu.(filmde meme falan da var onu belirteyim. 21 yüzyılda, porno çağında halâ normal filmlerde meme görünce aileyle pazar günü televizyonda imdb'den 6.2'den aşağı puan almış film izlercesine utanıyorum. Yok ya hu ne utanacağım tam deli zamanları şimdi onların gençler eğlensin.) Sonunda filmi internetten bile izleyebileceğiniz şekilde buldum. Dili Lehçe ve aynı zamanda İspanyolca altyazı gömülmüş, bu blog'u takip edenler arasında İspanyolca veya en azından Lehçe bilmeyen olmadığını tahmin edebiliyorum. Öteki türlü zaten kendisine bir adet tavırlı Demet Akalın şarkısı sözü yollarım, yani google'dan aratsın onu bile yapamam ne İspanyolca ne Lehçe bilmeyen insana. Bu arada Lehçenin de mesela Krakow Lehçesi gibi kendine ait Lehçeleri var(Vedat Özdemiroğlu yavaş yavaş vücudumu ele geçiriyor!!) Filmin şu kelimesinin üstüne basarak ulaşabileceğiniz anlardaki delilik performansı aşağı yukarı tüm film boyunca devam ediyor. Az çok bilindiği gibi bir tane bile film analizi yapmışlığım yok blogda. Genellikle dijital televizyon platformlarındaki gibi filmin özetini veriyorum. Mesela atıyorum, Kibar Feyzo için "Feyzo askerden dönmüştür. Fakat başına neler geleceğini bilmemektedir...(süre:82 dakika)" ya da işte atıyorum The Sixth Sense için "Meğerse Bruce Willis ölüymüş...(süre:107 dakika)" gibi açıklamalar yaptığım için, bu film için de bir sonraki paragrafta film hakkında söyleyeceğim çok az şey olacak.
Edebiyatta ve sinemada estetik kaygısının, simetrini hastasıyım. Bu filmin en önemli avantajı eğer havalı görünmek istesem "sirküler bir senaryoya sahip olması" diye götümden uyduracağım bir kavramla destekleyeceğim içeriğe sahip olması. Yani şöyle diyeyim film için, bu filmin üç boyutlu senaryosu çizilse düz bir çizgide değil, bir çember şeklinde olurdu kaldı ki bu çemberi de size çizeyim bir saniye
Yalnız bunu sanıyorum ki eliptik geometri denen olaya göre çizdim şu Lobachevsky denen adamın ortaya attığı. Bu tip mevzularda çok az bilgim olduğu için düzeltmek isteyen kişiden seve seve yardım alabilirim. Neyse anlatmak istediğim şu şekilde, istesem Mspaint'te çember çizebilirdim ama çizmedim. Yani bu saçmasapan şekle tepeden baktığımızda aslında bu bir çember, ama bu şekilde baktığımızda filmin temposunu gösterir bir şekil, evet aynen öyle. Film işte aynen bu kadar akıldışı bir içeriğe sahip, çünkü bir de geometriyle nasıl anlatacağıımı bilemiyorum ama bu çemberde aslında devamlılığı kesip alternatif bir çembere geçen zaman kaymasını gösteren içi boş bırakılmış noktalar olmalıydı. Evet, tam olarak bu şekilde açıklanabileceğini düşünüyorum filmin, izlemek isteyenlere de neşe diliyorum, çünkü hakikatten müthiş bir film, çıktığı zaman bebiş insan Ingrid Bergman'ın(<3) başkanlığını yaptığı 1973 Cannes Film Festivalinde de ödül almış, yazıyı yazmadan önce yeni öğrendim.
Başlıktan da görebileceğiniz gibi ikinci önereceğim insan Jackson C. Frank. Adamın adeta pamuk tarlalarında katır tepip kör olmuş 1920'lerin Zenci Delta Bluescuları(1920'lerde ve 30'larda kör olmayan bluescu neredeyse yok gibi bu arada, isterseniz aratın. Keza sonradan bu akıma Aşık Veysel de katılır.) gibi hayatı olmuş, bir anlatayım da,gitarına ilmek ilmek, ılgıt ılgıt işlediği acısını,sevdasını, memleket hasretini falan filan(bu arada dikkatinizi çekti mi ama Blog şu an gece 12'de rtük'ün 1992 yılında çektiği bir belgeseli ceza olarak sike sike yayınlatması olayına dönüşüyor adeta. İlmek ilmek, sevda falan filan derken)siz de acısını paylaşın. Önce kendisinin sahip olduğu tek albümün kapağını koyayım.
Şimdi şöyle oluyor bu adam 11 yaşındayken okullarında bir patlama oluyor ve bulunduğu müzik sınıfına doğru ateş topu geliyor, ateş topu ya hu yuh. Adamın 15 arkadaşı ölüyor, kendisinin de vücudunun yarısı yanıyor. Bu sırada hastaneye yatırıldığında oyalansın diye buna gitar veriyorlar, bu da onu bızıklıyor falan. 21 yaşına girince bu patlamadan ötürü 110,500 dolar sigorta parası geçiyor eline, basıp İngiltere'ye geçiyor. Albümünün yapımcılığını Simon & Garfunkel deyu deyu bildiğimiz ikilinin Paul Simon'ı üstleniyor. Fakat adam o kadar utangaç ki, bir perdenin ardına saklanarak kaydediliyor falan. Sonra albüm çıkıyor, biraz tutuluyor ama sonradan birkaç insan hariç kimsenin umrunda olmuyor (Nick Drake de bu birkaç insandan biri bu arada.) Sonra işte çocukluk travması vesilesiyle depresyona giriyor, 70lerde evleniyor, çocukları kistik fibrozis yüzünden ölüyor.Ya sonra da adamı kaldırımda buluyorlar falan, bir süre bakıyorlar ediyorlar, sokak çocukları ateş mi atıyor ne oluyor bir de sol gözü kör oluyor üstüne üstlük. Zaten bulduklarında Syd Barrett'ın Wish You Were Here kayıtlarındaki hali gibi bir şeymiş adam. Sonra da kansızlık ve damar tıkanıklığından ölüyor adam 1999 yılında, yarak gibi hayat yaşamış, yazık adama. Bu da bir şarkısı, zaten albümü müthiş, dinlemeyene bundan sonra blog'da Lehçe veya İspanyolca bilmiyormuş muamelesi yapacağım.
0 yorum:
Yorum Gönder