28 Nisan 2011 Perşembe

Bebek Zırıltısı Dinlememek İçin Noise Dinlemeye Başlamak Üzerine


Bu şakayı gerçekten de nasıl yapabildim bilmiyorum ama geçen gece uyumadan önce yine Timsah Avcısı'nı düşünüyordum o yüzden şimdi yaptım. Yatmadan önce yıkanmıştım, acaip çemen kokuyorum pastırma yediğim için geçenlerde. Kimsenin böyle bir dertten muzdarip olmasını istemem, mesela gül reçeli yediğim zaman da gül koksam delirirdim herhalde. Çünkü gül suyu katlanabilecek bir koku değil. Zaten gül reçeli de yemiyorum. Gülün yaprağı yenir mi ya, ilkokul 1'e giderken yenir teneffüste de, ya da el yumruk yapılıp üstüne gül yaprağı konup "laşk" diye vurup gül yaprağının patlayıp patlamayacağına bakılır bu kadar.(yalnız şu gül yaprağının patlamasında çok garip freudyen durumlar seziyorum ama girmeyeceğim bu rezalete.)

Neyse, biliyorsunuz önceden de birçok kez kara yolculuklarıyla ilgili nefretimi buraya dökmüştüm. Ancak, nasıl olur da otobüslerde zırlayan bebeklerden bahsetmem aklım hiç ermiyor. Bir saniye sol elim çok kötü oldu, sanırım karpal tünel sendromuna kurban gitti sol elim. Hasiktir yazarken acı çekiyorum. Karpal Tünel Sendromu demişken Er Ryan'ı Kurtarmakta Sniper'ı oynayan abimizi anmamak olmaz. Filmde bununla alakası olmasa da yine de anmak istedim çok seviyorum kendisini. Oynadığı filmlerin %70'inde falan görev adamını oynayan bu abimiz eğer Türk olsaydı adı mutlaka Samet olurdu. Fotoğrafını koyup bir tribute eyleyelim.
Evet, konu bugün Noise, gürültü dinlemek diye çevirmek istemedim, tür olanından bahsettiğim için. Noise Müzik de denmiyor kendisine ne diyeceğimi bilemedim, ayı gibi bıraktım. Bu işin en önde bayrak taşıyanlarından Merzbow Japon bir abimiz, zaten bu kafa sikici işin büyük çoğunluğu Japonya'dan çıkıyor. Ancak bebek zırlamasından daha katlanılabilir olduğunu söyleyebilirim. Bu sikin ortaya çıkacağı daha Musique Concréte döneminden belliydi de bir insana da anlatamadım derdimi. Musique Concréte'e gerçekten Pierre Schaeffer bir dönem en iyi arkadaşım olmasına rağmen katlanamam. Zaten bu tip avant-garde mevzulardan pek hoşlanmıyorum, halihazırda buraya gelip avantgart mavantgart gibi kelimeler kullanırken kendi dönemi için önemli bir albüm, efendime söyleyeyim punk'ın oluşumuna çok önemli katkı sağlamış bir albüm vesaire diye sürekli övülen Velvet Underground & Nico albümünü çok uzun süre severek dinlemiştim. Sonradan bir arkadaşımın Godot'yu Beklerken için dediği gibi, bunun bana öğretilmiş bir sevme olduğunu düşünmeye başladım. Yani albüm için "aşmış ya, adamlar o dönemden punk'ı öngörmüşler" falan derken ben buna inanmıyor, sürekli okuduklarımın gazıyla bu albümü övüp duruyordum. Şimdi düşündüğüm zaman bu albümün ne Loaded'dan daha iyi olduğunu ne de öyle efsanevi olduğuna dair fikrim kuvvetleniyor. Kimsenin etkisinde kalmadan bu albümü dinlemiş olsaydım, ve Andy Warhol vesaire gibi isimleri bilmeseydim bu albüme on üzerinden en fazla altı verirdim. Peki bunu okuyan siz munis, iyi huylu, beni de pek sever mi onu bilmiyorum okurların bu yorumum umrunda olacak mı? Hayır!

FAKAT!

Daha iyi bir dünya mümkün, lütfen önyargısız dinleyin albümü. Kötü albüm demiyorum ama bir bu albümün bir de Sgt. Peppers'ın inanılmaz derecede abartıldığına inanıyorum. Hele Revolver ve Abbey Road varken Sgt. Peppers'ın yarak yemesi gerektiğini düşünüyorum. Bir albümün nasıl yarak yiyebileceğini üstad Lovecraft gibi sizin hayal gücünüze bırakmak istiyorum.

Of bebek zırlamasına nefretimi anlatacaktım, hırsım söndü muzlu albüme laf yetiştireyim derken. Bunları yazarken Boris'den Feedbacker'ı dinliyordum, bu kadar.

21 Nisan 2011 Perşembe

Bedeni İçeride Yapmak Üzerine


"Ftaps, çopsss, tapssss, fşşşşşşşşşş"
Poşet İçindeki Top, İçeride yapılan bir beden eğitimi dersi, 1950'lerden beri

"Beden dersini içeride yapmak" spor salonu olmayan okulların öğrencilerine şarkı söyletmesi ve diğer etkinliklerde bulunması konusunda yaşadığı deneyimleri anlatan bir Richard Rorty kitabı. Özellikle, sınıf içi "gün sonu eğlencesi oyunları" diyebileceğim, hırsız polis, dev cüce[ bu bûloğu takip edenler arasında umarım bu oyuna deve cüce diyen yoktur. Arkadaşım Deve-Cüce nedir? Cücenin zıttı Deve mi sence? Tamam 5'e gidiyor ve onbirbuçuk yaşında olabilirsin ama lütfen şu oyunun adını düzgün söyle. Ha yaşını buçuklu aktarmak ayrı bir delilik, dokuzbuçuk yaşımdan sonra bıraktım. Bir de bu ekibin, Şişe Çevirmece oyununa Doğruluk mu Cesaretlik mi? diyenleri vardı ki, şimdilerde kullanılan "laikçilik" gibi grotesk(bu buraya uydu mu?), bir kelimenin temelini "cesaretlik" diyerek atmışlardır. Biliyorum ki İngilizcesi Truth or Dare olan bu oyunun çevirisi emperyal güçler tarafından tertemiz dimağlara zerk edilmeye çalışıldı, şu an 7'ye geçtiğim için kullanılıyor mu hala bilmiyorum. Ama yazıklar olsun!] gibi oyunlar bunlar arasında en popüler olanları. Ya da sınıfın güzel seslisine şarkı söylettirmek, bir de şunu belirtmek isterim ki bir hafta önce çok kötü dövdüğü öğrencisine Şol Cennettin Irmakları'nı ceza olarak söylettiren Fransızca öğretmenim vardı. Şol Cennetin Irmakları demişken:

(İslami kesimin öncelikle şöyle taşaklı bir aydına değil, fotoşoptan anlayan birine bir de tasarımcıya ihtiyacı var bu arada, yanayakıla düşündükleri sorunun çözümü budur. Üstünden uçan balonlar geçen arapça bir yazı aklıma Uzun Maltepe pakedini getiriyor. Bir de Şol Cennetin Irmakları demişken şu alıntıyı yapmazsam da çatlarım Çok öyle okunacak bir şey değil de neyse:

Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu.
Öğle namazında güneş, yakar Allah deyu deyu.
Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana,
Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.

490Burası Allah yapısı, açılsın cennet kapısı,

Bu imtihansa hepisi çakar Allah deyu deyu.
Bu kervanda herkes yaya, rastlanmaz beye, ağaya,
İnsan aklını duaya, takar Allah deyu deyu.
Dualar bağlı toprağa, düşünce saplı batağa,

495Gene camiden sokağa, çıkar Allah deyu deyu

Of şu yapıştırma olayından sonra font bozuluyor, deliriyorum. Toparlayamıyorum da. Neyse beden diyordum, hay sikeyim şu an imleci görmeniz lazım iki satır yukarıda yanıp sönüyor, adeta bir Matrix, bir The Net miydi neydi o Sandra Bullock'ın oynadığı internetli filmlerde başka birisi yazıyı yazıyormuş tadı yaşayıp kendi kendimi korkutuyorum. İnterntli film ise gerçekten de imdb'de ilk 50 listesi hazırlanması gereken çok önemli bir tür, lütfen dalga geçmeyiniz. Nasıl ki "çocuk ve köpeğin dostluğunu anlatan" film genre'ı varsa, bunun da olması lazım, ya da basketçi köpek? Şimdi abartmayayım ama söyle en az 16 tane falan basketçi köpek filmi izlemişimdir yani. Bir de "Stand by Me" benzeri filmlerin de ayrı bir Genre'ı olması lazım.

Bu yazıyı şimdiye kadar hiç yapmadığım bir şey yapıp bir blog tavsiye edip sonlandırıyorum:


http://gothsinhotweather.blogspot.com/


Aşağıdaki boşluğu da silemiyorum. Bir Tutunamayanlar alıntısı uğruna ya rab! Ne Güneşler batıyor!!!!!

19 Nisan 2011 Salı

Tuxedo Cat denen Kedi Hayvanı Üzerine

Tuxedo Cat diyince doğrudan böyle bir resim aklımda canlandığı için, derhal paint ustalığımı gösterip bir görsel hazırladım. "This look shopped" resimlerine örnek olarak kullanılabilir ayrıca, GNU falan filan. Bir de copyleft olayı var ki hiç sormayın. Lan o nasıl bir saçmalık, tam karşıtını lap diye koymayın böyle, dikkatim dağılıyor gördükçe,Bandista'nın albümünde falan yazıyordur mutlaka. Neyse, efenm biliyorsunuz, internetin 34. kuralına göre eğer bir şey varsa onun pornosu da vardır, hatta google'da "Rule 34" diye aratınca şöyle bir göz gezdirdim sanırım bir uçak motoruyla halvet olan insan gördüm de korkup kapadım.

Neyse, bu kuralların belirlendiği enstitüde yaklaşık 3 yıl yarı zamanlı olarak çalışmıştım, gerçekten de çok ağır bir iş. Her gün gelen binlerce Avatar'lı, Shemale Marge Simpson'lı kötü çizilmiş resimleri elimizden geçiriyorduk. İşte eski sene sonu raporlarını karıştırırken çok gizli verilerden yola çıkarak hazırlamış olduğum, "İnternetin İçindekiler" istatistiklerime rastladım.
Sizinle bunları paylaşmaktan onur duyarım.
%43 Kedi(düşen %12, uyuyan %10, yavru %15, diğer %6)
%30 Porno (burada pornonun detaylarına girmek istemiyorum)
%20 Veri, Bilgi ( kişisel bilgiler de dahil buna facebook, eski sevgili fotoğrafları, komik videolar falan filan)
%7 komik gif (marketten cips çalan martı, betona düşüp kafası yarılan adam vesaire)

Gördüğünüz gibi internetin büyük çoğunluğunu kediler domine etmiş durumda. İngilizce'de Tuxedo cat denen türün siyah beyaz kedi olmasından ötürü şey yaptım, çok garip geldi o yüzden. Yoksa bugün komik bir anı anlatacaktım.

Biliyorsunuz, alışveriş merkezlerine girerken metal dedektörleri oluyor. Bu arada orospu çocuğu Carrefour'a da buradan sesleniyorum, satın aldığım şeyleri bantlayıp, sıcak poşetle mühürleyip durma!!! Yavşak ya, kıçı kırık 70 sayfalık Kumarbaz çevirine kaldım sanki senin de, onu çalacağım. Zamanında Faust'un böyle 100 sayfalık bir çevirisinden okumuştum da Pamuk Prenses ve 7 Cüceler'de cücelerin madenden dönerken söyledikleri şarkıdaki gün batımı gibi bir arka plan kalmıştı aklımda da, sonradan normalini okudum, konu çok farklıymış. Ben daha Pastoral daha inek boku kokan bir yer hatırlıyormuşum meğer. Neyse, zaten televizyon çalamam, yani çalabileceğim şeyler, kepçe, patates soyma aleti, mini kaktüs, kedi maması(ana konuya geri dönüş!), probis falan, ki probisi de sevmem yani, damağımda kötü tat bırakıyor biraz. Neyse, mesele bu değil, sikişmişin çocuğu Carrefour'un kurumsal kimliğini zedelemek amaç burada!! Neyse, metal dedektörleri diyordum. Şimdi sanırım ben 5 yaşımda falan ilk defa Alışveriş Merkezi'ne gittim, zaten öyle doğru düzgün alışveriş merkezleri ben doğduğumda Fransa'da yoktu bundan 350 yıl öncesinden bahsediyorum. Yani Türkiye'dekilerin yurtdışına çıkıp da "Muzu taneyle alabiliyorsun canım, nasıl bir gelişmişlik!!" dedikleri ve Türkiye'de mayonezin normal tüketim maddesine dönüşmesinden çok önceki dönemler. Şimdi metal dedektörlerinden badana diye geçiyorum, bunların plasebo etkisiyle konmaya başladığını düşündüğüm için.

Ancak o zamanlar Demolition Man'i izlemiş ve 3 tane deniz kabuğunun taharet musluğunun yerine nasıl geçebileceğini tahayyül etmeye çalışıyor bir yandan da ilk vintage fütüristik şiirlerimi yazıyor, nasıl Sylvester abimiz gibi hibernasyon olayına girip 20 30 yıl sonra uyanabilirim diye düşünüyordum. İşte bu filmde hatırladığım kadarıyla metal dedektörleri vardı, paso ötüp duruyordu. Bu arada şu an Godspeed You! Black Emperor'ın hep ertelediğim, dinlemekten kaçındığı F#A# Ke$ha albümünü ilk kez dinliyorum. Tebrik ediyorum Efrim Menuck'u canım benim. Neyse, alışveriş merkezine gireceğiz, hemen yakalanma amacıyla ellerimi iki cebime sokup sağ elimi silah şekline getirip, sol elimi de yumruk yapmak sûretiyle bombaya benzetip dedektörden heyecan fırtınasıyla geçtim. Fakat başarısız oldum, ancak bir 10 dakika sonra yürüyen merdivenlerin dış yüzüne tutunarak çıktığım için korku dolu anlar yaşamıştım. Lan 5 yaşında adamı niye yürüyen merdivenin yakınına koyuyorsunuz. Tabii ki dış çeperine asılacak. Neyse, bu da benim böyle bir anım, saygılar. Ha durun şarkı koymadan bitirmeyeyim, ya da ondan önce yine bir şarkıdan çıkıp haiku yazayım, çok sardı:

Sarhoş bir denizciyle
Sabahın körü
Ne yapılabilir ki?

a-ha - the swing of things (1986) from J. Christian Guerrero on Vimeo.


P.S: Komik gif yazıp, "betona düşüp kafası yarılan adam" demişim. Orada biraz garip olmuş. Şimdi bütün betona düşüp kafası yarılanlardan özür diliyorum. Bir nefret suçu izledim. İşledim bile yazamadım. Ama olsun, hani "gif"i izledim ama hiçbir şey yapmadım. BU ŞİDDET PORNOGRAFİSİNE TEPKİSİZ KALDIM!!!1bir eins!1 yazıklar olsun hesabı düşünün onu.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Dalai Lama Üzerine


"As human beings, we are all the same, there is no need to build some kind of artificial barrier between us."
Dalai Lama'nın Twitter hesabından

Çıldıracağım ya hu, koskoca Dalai Lama bunu der mi? Aga Dalai Lama'sın sen bu tip muhabbetlerin modası geçmedi mi? Nasıl kullanıldığını bilmiyorum twitter denen ortamın, mesaj atılacak olsa cefakar Tibet'in, bu ruhani liderine çok ağır sözler söylerim. Sen de yalanmışsın Dalai Lama. Pek değerli okurlar bilen bilir bu adamın Nobel Barış Ödülü falan da var. Gerçi şimdi burada, Nobel Ödüllerinin en Tırtı(Dünyanın En Güzel Arabistanı) olan Barış Ödülü'nün tırtlığından bahsetmeye kalkışsam sayfalar almaz. Sakın yanlış anlamayın diğer Nobel Ödülleri'ne saygım sonsuz, saygım sonsuz değil de yani "Obüüü Orhon Pomuk da böylö yoptu do oldu zotön." seviyesinde değil. Anasını siktiğim Nobel Barış Ödülü'nü Obama'ya verdiler lan! Depeche Mode'un Playing the Angel'dan sonra Sounds of the Universe'ü çıkartması gibi. Bir sahil kasabasında oturup da, "Zaten bunlar Amerika'nın oyunları azizim!" diyerek rakı içen emekliden farksız davranıyoum sinirden. Yanlış anlaşılmayayım Obama'nın da çoluğu çocuğu var o da ekmek parası peşinde ama ben bir sene boyunca hiçbir şey yapmayarak ve thehungersite'dan her gün bir öğün yemek vererek dünya barışına daha çok katkıda bulundum. SİKEYİM! Çok sinirlendim. Ben de istiyorum lan Nobel! Bak sen fikre bak"Hepimiz aynıyız, aramıza duvarlar örmeyelim." En son ortaokulda(école normal supérieure'ün supérieur kısmı) Türkçe dersinde bunu yazıyordum: "Elimizdeki tuğlalarla duvarlar değil köprüler inşa edelim!" bunu da nereden duyduysam artık. Kesin Hasan Pulur falan okurken denk gelmişimdir.

Sinirden ellerim titriyor şu an. Birinden hayatı değiştirecek bir söz söylemesini beklediğimden değil, bu meseleyi bu kadar bayağı bir biçimde ele almasından sinirleniyorum. Tam ağlak sözler, hep bu New Age siki yüzünden. 90'ların başında The LAst of The Mohicans'la Kızılderili'lerin aşırı övülmesi akımına benzer bir durum. Bu Nobel Barış Ödülü'ne de para veriyorlar mı diğerleri gibi? Alıp, ödül parasını da gayrimenkula yatıracağım. Bildiğim kadarıyla ödül kazanan biri tarafından aday gösterilmek gerekiyor. Eğer tanıdığınız Nobel Barış Ödülü sahibi varsa mail'imden bana ulaşabilirsiniz.

Ayrıca bugün için ben de bir söz söyleyeceğim: Bilgiye sahip olamayız,ancak bilgi olabiliriz.

Dalai Lama olsam eşek gibi tutardı bu söz. Ben bile anlamının ne olduğunu bilmiyorum. Bu arada benim gibi Dalai Lama'dan nefret edenler var mı diye ararken bu hususta yazılmış bir yazıya denk geldim. Uzun olduğu ve fotoğrafsız olduğu okumadım ama yine de aynı fikirleri paylaştığımıza eminim.

P.S: Hasiktir değilmiş, yazıyı yazan kişi Yeni Zelanda Christchurch mensubu çıktı. Neyse, yine de yazıyı okumadım hala olabilir.

P.S2: Bu arada Dalai Lama'nın gözlük çerçeveleri 30 yıldır aynı, adeta kutsallığını kanıtlar nitelikte.

3 Nisan 2011 Pazar

Haiku Dark Side of the Moon Üzerine



"Güven ruh gibidir terk ettiği bedene asla geri dönmez." isimli sosyal paylaşım sitesi iletisiyle girizgahımı yapmış bulunuyorum pek değerli okurlar. Biliyorsunuz ki, bu alemlerde gözümüz, kızların gönlünde özümüz var! Ay tamam ne bu böyle Yılmaz Morgül'ün twitter'ına döndü. Bugün, haikulardan bahsedeceğim biraz, sonrası işte ne olur bilemiyor insan. Biliyorsunuz Haiku 5-7-5 kalıbıyla yazılıyor ancak

Sen bıraktın ya
Bebişim neden gittin?
Ağzıma sıçtın

Haiku sayılmıyor pek, çünkü mevsimlere falan da referans içermesi gerekiyor. Zaten böyle ince işleri hiç anlamadığım için hiç bulaşmıyorum bu tip şeylere. Eğer ben de kiraz ağaçlarının gölgesinde büyüseydim o gazla ben de yazardım. Geçen gün dışarıda gezerken kiraz ağaçlarının çiçeklendiklerini ve hemen artlarındaki apartmanın duvarında "KAHROLSUN" yazdığını gördüm. Evet, sadece "KAHROLSUN" yazıyordu, hayata karşı isyanın bu kadar saf bir şekilde ortaya çıktığını ilk defa gördüm. Biz gençken "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi" falan duvarlara yazılar yazardık hatta Ah Nerede filmindeki devrimciyi oynayan genç benim. Aynı zamanda Hababam Sınıfı'nda da ilk filmlerde rolü biraz olup seri ilerledikçe geriye atılan kıvırcık saçlı yancı da benim.

Neyse, mevzuya geçiyorum. Bugün The Dark Side of the Moon'u dinlerken aklıma şarkılarını haikuya dönüştürme fikri geldi. Ancak bildiğiniz gibi antoloji.com tadı yakalamamak için bûlokta şiir tipi şeyler paylaşmıyorum. Ayrıca nazım kelimesi yerine "şiir tipi" diyerek ne kadar da bu hususla alakam olmadığını gizlice göstermeye çalıştığım da dikkatli gözlerden kaçmamıştır umarım. Ayrıca, bûlok benim değil mi arkadaşım? İstersem cümleyi yarım

Bu yüzden albümdeki 10 şarkıyı da içeren haikuları buraya geçireceğim. Yaklaşık bir saatte yazabildim, hatta şair tribine girip sigara bile içecektim, ancak bunu da yaparsam gerçekten de antoloji.com'dan "sevgisizgonul45" isimli bir nick almam gerekeceğini tahmin ettiğim için yapmadım. Bir çoğunu şarkı sözlerini düşünerek bir kısmını da, melodiye göre yazdım. Breath Reprise yok, normal 10 şarkılık sıralama. En azından Monteyn'i okuyorduk da, bir kere de The Dark Side of the Moon'u haikulaştırmadı, demezsiniz. Zaten ben okuruma bunu dedirteceğime, bir yaz boyunca sahil gitaristi olarak Akdeniz Akşamları'nı söylerim daha iyi.


1.
Konuş benimle
Saçma kelimelerle
Fazla bağırma

2.
Koş tavşancık koş
Yapılacak işler var
Hayat bu zaten

3.
Kafam karışık
Nereye gidiyorsun?
Yürüme artık

4.
Zırrr alarm çaldı
Ama güneş batıyor
Yattım tembelce

5.
Nefes nefese
Ölmekten korkmuyorum
Kırmızı olmaz

6.
Yine azaldın
Valideni sikeyim!
Tamam geri dön :(

7.
Siyah ve mavi
Yukarı ve aşağı
Biz ve onlar var

8.
Leprikon bulup
Gökkuşağına bindim
Altın yiyorum

9.
Yoldan çıkmadan
Çimdeki delilerle
Deliriyoruz

10.

Ay karanlıktır
Ayın karanlık yüzü
Olmaz ki zaten

P.S: Buradan Oruç Aruoba'ya da sevgilerimi yolluyorum.

 
Copyright © 2010 MONTEYN